1. YAZARLAR

  2. Ferdi Sabit Soyer

  3. BİZ, BİZİMKİ, BEN
Ferdi Sabit Soyer

Ferdi Sabit Soyer

BİZ, BİZİMKİ, BEN

A+A-

Siyasal anlayışımızdaki sıkıntılar, kriz aşamalarında çok daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Türkiye'de ekonomik sıkıntılara da yol açan Cemaat-Hükümet çatışması, yolsuzluk-paralel devlet tartışmaları yaşanmaktadır. Bizde de “366 kurultay istihdamları”na bağlı oluşan siyasi krizler oluşmaktadır.

Peki bu krizlerin tüm taraflarının, ya da bu krizlerden faydalanıp, kendi ajandalarını geliştirmek isteyen diğer siyasi ilgili tüm tarafların, yani bu konu ile ilgili niyet ve talep dile  getirenlerin söylemi nedir?

Siyasi meşrebine göre herkes, ya halka adına, ya da millet adına söz söylemektedir. Yani vurgu, ortak toplumsal çıkarı dile getiren "BiZ" üzerine göre şekillenir gözükmektedir.

Ama biraz daha yakından bakarsanız, bu  "biz" ifadesinin gerçekte, bizim "mahalle" ile sınırlandığını, yani "bizimki"demek olduğunu görürsünüz.

Bu bizimin alanı da o siyasi görüşün amacı ve niyeti  ile sınırlanmaktadır.

Halbuki krizde ortaya çıkan toplumsal sıkıntının aşılması için gerekli olan, ortak üretkenliktir. Ama bu bizimki ile sınırlanan mantık ve niyet ,sonuçta krizin çok daha fazla yıkım yaratmadan aşılmasını da zora sokmaktadır.
Bu yüzden krizin veya krizlerin  aşılması için gereken, ortak gayret ve demokratik düzenleme gerektiren üretkenlik oluşmamaktadır. Bu yüzden krizler, hem uzamakta hemde yıkımı daha da derin olmaktadır.

Ama güncel yaşamda ise bu iş, dönüp dolaşıp,o kriz üzerinden "bizimkinin" ya yolunun açılmasına, ya da erkini korumasına dönüştüğü içinde, kriz içinde şiddetli bir siyasi çatışma oluşmaktadır.

Bu yüzden, bu kriz içinde,ya bizimkinin galip gelmesi için,yada bizimkinin
erki kaybetmemesi için en sert uslüp ve ifadelerle saldırı yada savunma yapılmaktadır.
Ağır,kırıcı  sözler,uslüplarla karşısında olana saldırmak metot olmaktadır. Bu ifadelerde, kriz içinde olması gereken ortak üretkenlik zeminini daha da berhava etmektedir.

Bu anlayışa dayalı siyasi mücadele içinde de siyasi metot, en nihayetinde,kavgada kural dışı yumruk ve her araçla vurmak mübahtır anlayışına dönmekte ve "rakibe " vurmak, onu etkisiz kılmak için etik dışı her şey yapılmaktadır.

Böylece demokratik etik ve hukusallık da güme gitmektedir. Akıl yerini,öfkenin aklına terk etmektedir.
Böylece "Bizimkinin "galibiyeti için esastaki "BİZİ" yani toplumsal ortak demokratik ve etik değerleri yok etmekteyiz.

Bu yüzden, bu kavganın sonucunda galip kim gelirse gelsin, bir müddet sonra çözdüğünü zan ettiği sorun, özü ayni, biçimi farklı olarak yeniden gündeme girmekte, bu kez aktörler değişmekte, ama metot da ayni kalarak,ayni kavga yaşanmaktadır.

Bakın,demokratik yönetim, demokratik hukuk devleti , siyasi hedefi ile şekillenmiş, siyasi ve toplumsal söylem ve niyetlerin hedef yapılıp söylendiği Kıbrıs ve Türkiye'de değişmeyen tek şey, Anayasa ve darbeci dönemden miras kalan hukuk ve idari yapıdır.Bunların herkes tarafından değiştirilmesi gerektiği söylenipte, şikayet edilen herşeyin olduğu gibi yerinde kaldığı nadir yerlerden birdir Türkiye ve Kıbrıs.
Bu Anayasa değişmelidir sözünü etmeyen yoktur. Ama ne orada, ne burada değişmeyen olguda budur. Çünkü "biz" anlayışı yerine,"bizimki" önde durduğu için, ortak payda alanları genişlememektedir.

Türkiye ve Kıbrıs

Türkiye'de yolsuzluk iddiaları ile başlayan ve paralel devlet söylemleri ile gelişen sürece bakın. Kıbrıs'ta, 366 kişilik istihdama dönük düzenlemeler konusuna bakın müthiş bir benzerlik göreceksiniz.

Bu tartışmalarla gelişen süreçte ilgili ile gözlemlediğiniz şu olacaktır. Türkiye' de CHP ve MHP'nin dün, Ergenekon ve Balyoz davaları ile ilgili olarak AK Partiye dönük yaptığı eleştiri ve söylemlerin özünde var olan devlet vurgusunun bugün tersini söylüyorlar. AK Partinin de dün ayni davalarda ilgili vesayetiçi yapıyı kaldırmak adımlarına dayalı olarak ifade ettiği söz ve düşüncelerin tersine olan söz ve yasa önerilerini ifade ettiğini göreceksiniz.

Ayni şekilde dün, KKTC'de 366 kişilik istihdam için dönemin Başbakanı Irsen Küçük ile UBP yönetimine dönük olarak, başta Cumhurbaşkanı Eroğlu olmak üzere olmak üzere,DP ve UG de bulunanların tümünün de bugün, tam tersini söylediklerini ve yapmak niyetinde olduklarını görürsünüz.

Yine ayni şekilde, bu 366 kişilik istihdam için dün yeri göğü işleten bazı sol çevrelerin ve sivil toplum kuruluşlarının bugün, en azından sessizliğe gömüldüğünü görürsünüz.Neden?

Basit. Çünkü bu krizden çıkış için biz değil,"mahallenin " siyasi kazancı ile sınırlanan "bizimki"anlayışı öne çıkmaktadır.Nasıl olacakta hükümet bozulsun ve CTP'  de yıpratılsın anlayışı öne çıkmaktadır.
Bu yalnız bugün için geçerli değildir. Yakın geçmişte LTB krizinde de bu mantık hakimdi. UBP'deki siyasi çalkantılar döneminde de ayni mantık solu da sağı da esir almıştı..

BİZ yerine bizimkinin başarısı fırsatçılığı öne çıktı. Bu mantıkla belirlenen siyasi yaşamda ise gerçek, kendini sonra da ortaya koydu. Çünkü siyasi tutumunu, bizimki ile sınırlı davranışlarla belirlemiş olan, kim ve ne isterse olsun, bunun üzerinden  nasıl bir sonuç alırsa alısın, ayni sorunlar, özü  ayni, biçimi biraz farklılaşmış olarak gelip onuda, yada onları da bulmaktadır.

Dolayısı dün eleştirmek , ya da savunmak için kullandığınız kavramları dahi, aktörler değişince de kullanmakta, onlara dönük eleştirilerde aktör değişikliğine uğramaktadır. Mesela istikrar ya da ayarlama sözü gibi .

Dünün muhaliflerinin bugün bunu kullanması, dünün iktidar sahiplerinin de bugün bunların kullanılmasını eleştirmeleri gibi.

Bizden, Bizimkine geçiş ise, o mahallenin dar çıkarıları temelinde geliştiği için,geniş toplumsallık kaybedilmekte, ama iş onun dar sınırında da bitmemektedir.

"Ya Ben"

Bu kez, o "bizimki" içinde de " ya ben" anlayışı öne çıkmaktadır. Bu sınır da "ben ne olacağım" sorusu ile aşılmakta, böylece siyasi hareketler, siyasi gelişmeler de buna bağlı olarak da gelişmeye başlamaktadır.
"Ya ben ne olacağım" anlayışı, bu kez, "bizimki" sınırının içinde de daha dar zümresel çıkarların öne çıkmasına ve ayni zamanda bireyin siyasi geleceğine indirgenen  gelişmelere savrulmaktadır.

Bu da ilkesizliği daha da yaymaktadır. Bu gelişmeler de daha yaygın ve seviyesiz siyasi bir yaşama ve sonuçta da toplumsallığı daha da darbeleyen çatışmalara,gerginliklere dönmektedir.

Bu "bizimkinin" başarısı içindeki siyasi gelişmeler içinde, bu kez, "bizimkinin" başarısı için uğraşanlarda da bunun diyetini, "ben " temelli talep eden, ekonomik siyasi talepler üremektedir.

Bu da toplumsal ortak talebin ve düzenlemelerin daha da darbelenmesini getirmekte, siyasi ve toplumsal yaşam, bizimki ile sınırlanan alanda da o sınırların "ben" temelli, aşılması kolaylaşmaktadır. Sonuçta da zümresel çıkarlar ve Şahsileşmiş iktidar hırslarının, " bizimkinin" içinde  gelişmesi oluşmaktadır.
Böylece, bir meselede ,ayni safta olanın,yarın bir başka meselede farklı ve birbirine düşman olmasını getiren , çirkin, dostluk ve arkadaşlık ilişkilerinin de darbelendiği gelişmelerde yol açmaktadır. Böylece ilkesizlik,bireyler düzeyine indirgenen bir yaygınlığa dönüşmektedir.

Zamanında,1950 seçimlerinde Türkiye'de DP, 1960 sonrası AP ve 1970 sonrası CHP tüm Türkiye düzleminden oy alırken, onların bu konumunu 1980 sonrası ANAP aldı. Daha sonra bu hareketlerin tümü, toplumdan aldıkları desteği, "bizimki"anlayışının yol açtığı anlayışlarla daraltıkça, bu gelişmeler nedeni ile darlığa dönüştüler. Bu yüzden, sonuç itibarı ile Şahsileşmiş süreçlere, dar zümresel çıkarlara ulaşan anlayışlar siyasi yaşamlarında , toplumsallığın yerini aldı.

Neticede küçülen, daralan, hizipleşen, zümreselleşen gelişmelerin etkilediği yapılara dönüdüler. Bunlarda demokratik ortak alanları genişletmek yerine, devletin vesayetinden,"bizimki" adına yararlanmaya döndüler. Böylece hem vesayeyciliği kurumlaştırdılar , hemde iktidar adına da yaptıkları nedeni ile de küçüldüler, etkisizleştiler ve acı ile dolu toplumsal gerginliklere ve çatışmalara yol açtılar.

Daha sonra AK Parti, tüm Türkiye'den oy alan konuma geldi.Toplumsal ortak paydayı yakaladıkça da bu konumu devam ettirdiler. Şimdi onlarda,"bizden"' "bizimkine " ve "ya ben"e geçişin eşiğinde durmaktadırlar.
CTP yıllardır,"biz" olgusunun dinamiğinde yol aldı. "Bizimki" anlayışını,sıkıntı yaşasa da ,"biz " içinde tutmayı başardı.

ilke,prensip,toplumsal çıkar önde oldu. "Ben" olgusu ise ,özgünlük ve ortak payda içinde yer aldı. Ancak şimdi, o sıkıntılı eşiğin bizde kenarındayız.

Biz olgusunun yerine, bizimki ve arkasından gelen,"ya ben" anlayışı, bizde de gancelliden içeri girdi ve kapıyı çalmaya başladı. İşte şimdi mesele budur.

Bu anlayışı kapıdan içeri koyacakmıyız, yoksa onu gancellinin dışına mı çıkartacağız?
Eğer bunu yapmak istersek, gerçekte öncelikle, ben odaklı davranış söz, tutumları ve yalnızca bizimkinin başarısına dayalı anlayışları sorgulamalıyız.Bunun yolu da öncelikle birbirine açık, saygılı davranmaktan ve insani etik değerler temeli üzerinden yoldaşca, siyasi, ideolojik ve düşünsel üretimlere dayalı değerlendirmeleri paylaşmaktan geçer.

Bu yazı toplam 2560 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar