Biz kaç kişi istersek olalım!
Biz kaç kişiyiz, bilmiyorum.
Kimi zaman çok daha fazla gibi görünüyoruz.
Çok daha kalabalık…
Ama artık alıştık, tam da haykırmak gerektiğinde, en “nazik” zamanda, hani “bedel” ödeneceği an…
İşte o durumda eksiliyoruz, azalıyoruz, seyrekleşiyoruz.
O en gerekli anlarda “mış” gibileşiyoruz, muş’laşıyoruz!
Memleketin “yoz” yarısından yükselen açgözlülük, “boz” düzeni içerisinde kemikleşiyor.
“Ama”lar üfürülüyor yüzümüze yüzümüze çürük çürük...
Bir balığın pulları gibi dökülüyor ütopya...
O büyük aşk depreşiyor ve statükoya tutuşuyor yığınlar.
***
Biz kaç kişiyiz, bilmiyorum.
Ama "üç" kişi de olsak "beş" de…
Hani dedikleri gibi "az bir topluluk" dahi olsa, hayalimiz bana çok heyecan veriyor.
Bizim bambaşka bir ülke hayalimiz var.
Tek bir ülke… Tek bir gelecek…
Bölünmemiş, bütün, saf, temiz bir ülke…
Milliyetçilik duvarlarının yıkıldığı bir ülke...
***
O başka ülkenin garantisi de garantörü de barış!
Başkaca bir garantör istemiyoruz.
Bu kadar açık, seçik yalın: İS-TE-Mİ-YOR-UZ!
Çünkü garantör kendini "güç"le tanımlayan bir kavram…
Çok “masum” değil…
Tak başına ve tek yanlı müdahale hakkı istiyor, paldır küldür, onca hayatın içine girmek istiyor!
Sevişse de savaşsa da deviriyor.
Oysa bizim hayalimizdeki ülkede insanlar silah istemiyor.
Güç nizamı istemiyor.
Kabadayılık istemiyor.
***
Biz kaç kişiyiz, bilmiyorum.
Bizim bambaşka bir ülke hayalimiz var.
Ölümcül kimlikler ayrıştırmaktan ve etnik farklılıklar büyütmekten kaçınan bir ülke...
Savaşı değil barışı yücelten bir ülke…
Tek bir yurt!
O ülkeyi sevmek bize yetiyor!
O ülke için üretmek!
O ülke için yaşamak!
ÖLMEK değil YAŞAMAK istediğimiz bir ülke…
***
Biz kaç kişiyiz bilmiyorum.
Ama "üç" kişi de kalsak, "beş" de!
Belki yüz kişiyiz belki bin, bilmiyorum…
O ülkenin hayali bana heyecan veriyor.
Kimsenin hakkının bir başkasında kalmayacağı ve kimsenin kimseden zorla ışık çalmayacağı bir ülke…
Ganimeti legalleştirmeyen, güç sarhoşluğuyla efelenmeyen, sürer halleri normalleştirmeyen, taşıma nüfusu hazmetmeyen, bireyci faydaların esaretinde sinik ve silik suretleri çoğaltmayan bir ülke.
***
Evet, tıpkı Oruç Aruoba gibi…
“Göğümüzü ve yerimizi yeniden kurmamızı gerektiriyor yaşadıklarımız…”
Kimin seçimi!
“Türkiye’nin seçiminden bize ne” diyemiyoruz!
Çünkü Türkiye fazlaca içimizde…
Baksanıza, köy köy geziyor Türkiye’nin Bakanı, “hastane, gelir desteği” falan anlatıyor.
Özersay, Diyarbakır’a gitmiş de, “ana dilde eğitim”i konuşmuş, Rize’de de “fındık hasadına teşviği” anlatmış tahayyül etsenize!
Neyse...
“Türkiye’de kim kazanmalı” diyorlar ya...
Özgürlüklere bakınca, adalete, hukuğa, eşitliğe, medeniyete, “Erdoğan kazanmasın da” diyorum…
Ve dönüyorum, bir de Kıbrıs politikalarına bakıyorum…
“Yandık” diyorum, “CHP ya da İYİ PARTi dahi gelirse...”
Yurttaşlık, yeter!
Birisi dedi ki, “Hani sen yazdın ya, yeni Yurttaşlık Yasası’nda, eğer doğal kazanımlar dışında yurttaşlık verilecekse, bu yetki Meclis’e taşınmalı… Hiçbir hükümet, hiçbir Bakanlar Kurulu, elindeki yetkiyi Meclis’e terk etmez…”
***
Çok aptalca!
Çünkü hiçbir hükümet ve hiçbir Bakanlar Kurulu kalıcı değildir.
Bu yetkiyi Meclis’e vermek, aslında, kendine vermektir.
***
Açıkçası…
Memlekete baktığım zaman gönlümden geçen şudur.
Anne babadan doğumla kazanılan geleneksel yurttaşlıklar…
Ayrıca, süre sınırlı evlilikle kazanılan yurttaşlıklar dışında...
Hiçbir yeni yurttaşlık verilmemesi…
İnsan hakları temelinde ikamet ya da çalışma iznini kolaylaştırmak için “Beyaz Kimlik” formülü uygulanabilir... Ve belirli bir senenin sonrasında buna “iş kurma izni” eklenebilir.
İllaki yatırım ya da özel koşullar için “istisnai yurttaşlık” olacaksa… Bunun da mutlaka ama mutlaka Meclis’e havale edilmesi…
“Millet”in önüne!
***
Gün gele, hükümetteki bir başkası olacak ve yine ağlayacağız çünkü…
Notçuklarım
- Gazeteciliğin geleneksel tanımıdır: Köpek insanı ısırırsa değil, insan köpeği ısırırsa haberdir!
- Kesin bilgi: TL böyle eridikçe, güneyde ancak dondurma yenir !
-Yeni moda: İş yerinin önüne önce gölgelik yap… Sonra “yan taraflarını” da kapat… Yol da, kaldırım da senin olsun!
-“Ya içindesindir çemberin ya da dışında yer alacaksın…” Buna inanıyorum gerçekten! Öyle az biraz içinde, biraz da dışında olmuyor.
- 43 senede en azından “turist” ile “hırsız”ı ayırt etmeyi becerebilirdik.
Eğer “irademiz” olsaydı (!)
-Lefke'de 2935 köklü Hint keneviri tarlası ortaya çıkarıldı. Bir de memlekette “kuraklık” var derler, demek ki mesele, ne ekeceğini
bilmekte (!)
-DİYET yapanlar arttıkça, SALATANIN ücreti biftekle yarışacak, az kaldı!
Meğerse!
Tüm dünyada en çok kullanılan ortak sözcüktür, sanırım…
Hıncal Uluç’tan okudum…
Eğer doğruysa…
“Yıl 1880.. Graham Bell, sevgilisi Alessandra Lolita Oswaldo'nun baş harflerini kullanarak ilk telefonu açtı ve ‘Alo’ dedi.. Üç harfle başladı her şey..”
Meğerse!
“Alo”da aşk varmış…