Bize bizden başkası yardım edemez...
Ekim zirvesinin üzerinden 10 gün geçti bile. Liderler henüz daha bir araya gelmedi. Gelecek hafta Downer’in adaya dönmesinden sonra görüşmeler yeniden başlayacak.
Süre belli. Yeni zirve ocak ayının ikinci yarısında olacak. Demek ki yaklaşık iki ayl
Ekim zirvesinin üzerinden 10 gün geçti bile. Liderler henüz daha bir araya gelmedi. Gelecek hafta Downer’in adaya dönmesinden sonra görüşmeler yeniden başlayacak.
Süre belli. Yeni zirve ocak ayının ikinci yarısında olacak. Demek ki yaklaşık iki aylık bir süremiz var.
Buna rağmen kimsenin acelesi yok.
Halbuki bu iki aylık sürede taraflar bütün iç konuları yani yönetim ve güç paylaşımı, vatandaşlık, toprak ve mülkiyet konularını çözecekler, ya da çözüme çok yaklaşacak kadar ilerleyecekler.
Öyle ki kalan ufak tefek pürüzleri de Genel Sekreter’in huzurunda halledecekler.
Ancak bu şartla Genel Sekreter kısa zamanda sorunun uluslararası yanlarını da çözecek bir uluslararası konferans çağrısı yapacağını açıkladı.
Öyleyse ne bekliyoruz?
Neden oyalanıyoruz?
Godot’u bekler gibi neden hep dışarıya bakıyoruz?
Gerçekten anlamakta zorluk çekiyorum.
Eroğlu zirveden mutlu döndü.
Hristofyas da mutlu döndü.
Eroğlu, “Bütün konularda yeterli ilerleme sağladık, artık sonuca doğru gidiyoruz” dedi.
Hristofyas, “Hiçbir ilerleme sağlanamadı, BM ve AB Türkiye’ye daha fazla baskı yapmalıdır, sorunun çözümünü engelleyen Türkiye’dir” dedi.
Hangisi doğru söylüyor?
Aslında ikisi de doğruyu söylemiyor.
Genel Sekreter’in zirve sonrasında yaptığı açıklamaya dikkatli bakarsak ikisinin de işine geldiği gibi konuştuğunu anlarız.
Ban yeni bir zirve çağrısı yaparken elbette bazı konularda ilerleme sağlandığının altını çizmek istedi.
Çünkü ilerleme yoksa neden yeni bir zirve için zaman ve para harcansın?
Ama Genel Sekreter açıklamasında “çok önemli konular” olarak nitelediği Yönetim, vatandaşlık, toprak ve mülkiyet konularında “çok çok az ilerleme” sağlandığının altını çizdi.
BM literatürüne yakın kaynaklar bu nitelemenin aslında bu konularda herhangi bir ilerleme sağlanamadığı anlamına geldiğini biliyorlar.
Peki bu iki aylık sürede bu konularda ilerleme sağlanabilir mi?
İki taraf da iyi niyetle ve ciddi çalışırsa elbette sağlanabilir.
Bunun için, geçen hafta da yazdım, herkes elini taşın altına koymalıdır.
Çözüme ihtiyacı olan biziz.
Öyleyse 2002-2004 sürecinde olduğu gibi en başta biz hareketleneceğiz.
Bize bizden başkası yardım edemez.
Biz istemezsek kimse bize çözüm bahşetmez.
Liderleri rahat bırakırsak bilelim ki ocak zirvesinin sonucu da değişmeyecektir.
Maalesef bugünlerde herkes, her halk, her siyasi parti, her sendika, özetle toplumların bütün kesimleri kendi gündemleriyle meşguldür.
Çözümü sağlayacak olan liderler de elbette kendi gündemleriyle meşgul oluyorlar.
Bu durumda çözümü kim sağlayacak?
Çözüm nasıl sağlanacak?
2004 referandumuna giden yolu hatırlayanlar çözüm şartlarının nasıl ve hangi yollardan gidilerek açıldığını da bilirler.
Kıbrıslı Türklerin topyekün ayağa kalkışı olmasaydı referandum olmazdı.
Zaten sadece Kıbrıslı Türkler ısrarla çözüm istediği ve Rum halkı bu istemi yeterince yükseltmediği için 2004’de Rum tarafından hayır sonucu çıkmıştı.
O nedenle şimdi iki taraftaki barış güçleri ortak çaba ortaya koymalı ve liderleri çözüm için motive etmelidir.
Çözüm için başka şansımız yoktur.
Unutmayalım ocak zirvesi de böyle geçerse Türk tarafında bazı kesimler şimdiden telaffuz etmeye başladıkları “Artık anlaşamayacağımız ilan edilsin ve iki ayrı devlet çözümü kabul edilsin” yaklaşımı daha yüksek sesle seslendirilecek.
Bunun olmayacağını elbette onlar da biliyor. Ama Nasreddin Hoca’nın meşhur fıkrasındaki gibi “ya tutarsa” demektedirler.
Rum tarafı da “Ocakta da olmazsa o zaman 2013 seçimleri ertesine ertelenir ve yeni seçilecek başkan kalınan yerden devam eder” rahatlığına yatmamalıdır.
Çözüm ve yalnızca çözüm Kıbrıs adasını Kıbrıslıların ortak vatanı olarak sonsuza kadar yaşatabilir.
Bunu da sağlayacak olan biziz.
Bize bizden başkası yardım edemez.