'Bize Ne Oldu Böyle?'
Işık Kitabevi’nin 24. Kitap Fuarı kapsamında“Bize Ne Oldu Böyle? ” konulu bir panele konuşmacı olarak davet edildiğim zaman ilk aklıma gelen İlhan Şeşen’in “Neler oluyor bize, bize neler oluyor gülüm!” şarkısı oldu. Bug
Işık Kitabevi’nin 24. Kitap Fuarı kapsamında“Bize Ne Oldu Böyle? ” konulu bir panele konuşmacı olarak davet edildiğim zaman ilk aklıma gelen İlhan Şeşen’in “Neler oluyor bize, bize neler oluyor gülüm!” şarkısı oldu. Bugüne kadar çok panel ismi duydum ama böylesine ilk kez şahit oluyordum. İlk algılamada arabeske doğru kaymalar yapan bir soru üzerine bir sunum yapmak kuşkusuz ilginç bir deneyim olacaktı. Soruyu gerçek anlamıyla algılamak adına kafamda soruya karşı oluşan önyargıları ayıklamaya çalıştım. Bir defa soruyu geleneksel bir refleks ile “Ne olacak bu memleketin hali!” şeklinde algılamak bizi çok dar bir koridora yönelteceğinden bundan itinayla kaçındım. Soruyu unsurlarına ayırdığımız zaman, karşımıza en önemli unsur olarak “Biz” çıkıyor. Haliyle bir de janjanlı promosyon sorusu ile birlikte: “Hangi biz?”
Burada da önemli bir tehlike var. “Biz kimiz?!” sorusu o kadar dipsiz bir kuyudur ki bütün enerjimizi bu soruya harcayıp asıl soru olan “Bize Ne Oldu Böyle?”ye hiç gelemeyebiliriz. Bizim panelden üç gün önce Niyazi Kızılyürek, Yusuf Suiçmez ve Reşat Şaban’ın konuşmacı olarak katıldığı "Hangi Biz" paneli en azından bu konunun ayrıca tartışılmasına imkan verdiği için üzerimizdeki yükü biraz olsun alabilmişti. Meseleye kafa yorarken biraz ters istikametten gitmeye karar verdim. “Bu soruyu kim sorar?”a kafa yormak yerine “Bu soruyu kim sormaz”a kafa yormak iyi bir çıkış noktası olabilirdi. Gezegende “Bize Ne Oldu Böyle?” sorusunu sormayacak bir kurum, kişi veya medeniyet var mı diye düşündüm. Tarihin en büyük medeniyetlerinden Roma İmparatorluğu’nun bu soruyu soruş tarihi M.S. 395 tarihinde doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrıldığı tarih. Batı Roma imparatorluğu 476 yılında Kavimler Göçü’nde Avrupa’ya gelen Kuzey Kavimlerinin saldırıları sonucunda yıkılmış. Doğru Roma İmparatorluğu’nun “Bize Ne Oldu Böyle?” sorusunu sorması ise hepimizin bildiği üzere Fatih Sultan Mehmet’in 1453’te İstanbul’u fethetmesine tekabül ediyor. Soğuk savaş döneminin küresel aktörü konumundaki Sovyetler Birliği 1985 yılında Gorbaçov’un iktidarı sırasında başlayan Glasnost ve Perestroyka reformlarının 6 yıl süren “Bize Ne Oldu Böyle?” girişimlerinin ardından 1991 yılının sonunda resmen dağıldı. Amerika ve Avrupa’nın “Bize Ne Oldu Böyle?” sicili ise çok daha kabarık. 1929 Dünya Ekonomik Bunalımından tutun da iki adet dünya savaşına kadar sürekli kendini tekrar eden bir döngü. Günümüz Avrupa Birliği’nin başına musallat olmuş Euro krizlerine değinmiyorum bile. Yani aslında “Bize Ne Oldu Böyle?” her medeniyetin ayrılmaz bir parçası. Peki mesele sadece medeniyetlerle mi sınırlı? Ne münasebet... Bu soruyu soran hiç mi çift yok etrafımızda? “İlişkimiz eski heyecanını kaybediyor Necati... Bize ne oldu böyle?”
Değişmeyen tek şey değişimin kendisi olduğuna göre, aslında değişmekte olan ve değişecek olan her “biz” bu soruya mahkumdur. “Bize Ne Oldu Böyle?” “Biz”in değişime verdiği bir reaksiyondur. “Biz”i bile kesin çizgilerle tanımlayamazken bir de değişim gibi bir başka kaos yaratacak kelimeyi bu tartışmaya kattığım için beni kınamayın. En azından sorunun yarattığı önlenemez karmaşıklığı negatiften pozitife çevirmek adına bir teselli ikramiyesi verecek olursak: “Bize Ne Oldu Böyle?” sorusundaki “Biz” sınırları belli olmamakla birlikte, sadece ifade olarak orda dursa bile orda durmakla aslında önemli bir misyona sahip. Bunu görmek için bu sorunun bir sonraki adımına bakmanız gerek. “Bize Ne Oldu Böyle?”nin akabinde söylenecek olan cümle “Beni ilgilendirmez” olabilir, “Ben demiştim” olabilir, “Eeeeh ben gidiyorum!” olabilir. Meseleye bu açıdan baktığınızda negatif bir değişimle mücadele ediyor, çırpınıyor ve hatta akıntıda sürükleniyor olsa bile her “Biz” , “Ben”den iyidir.
“Biz” ve “Ben” o kadar önemli iki bakış açısıdır ki bildiğiniz gibi her ikisinin de üzerinde farklı ideolojiler, farklı dünya görüşleri yükselir. Kolektif bilince sahip olan, “biz”i önemseyen, özgürlüğün ve eşitliğin sadece kağıt üzerinde ifade edilmesini anlamsız bulan, devlete pozitif edimler yüklemek suretiyle vatandaşa eğitim, sağlık gibi kamu hizmetlerinin devlet tarafından sunulmasını öngören sosyalist düşünce ile galaksinin merkezine “Ben”i yani bireyin çıkar ve taleplerini oturtan, devlet müdahale etmezse birey kendi refahını ve özgürlüğünü daha iyi sağlar diyen liberal düşünce. Burada kuşkusuz ki reel sosyalist deneyimlerin tamamen bireyi yok farz eden totaliter eğilimleri ile, vahşi kapitalizmin toplumu yok sayan, bireye tapınan yaklaşımları her iki görüşün de negatif boyutlarını ortaya koymaktadır. Maharet “Ben”i yok etmeden, “Biz” olabilmektir. Üstüne binlerce kitap yazılabilecek bu denge ya da dengesizlik durumuna en güzel reçeteyi yine şair yazmıştır: “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine” (Nâzım Hikmet)