1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Bizi 2004 öncesine döndüren bir Cumhurbaşkanı var”
“Bizi 2004 öncesine döndüren bir Cumhurbaşkanı var”

“Bizi 2004 öncesine döndüren bir Cumhurbaşkanı var”

CTP Milletvekili Özdil Nami, Cumhurbaşkanı Tatar’ın “eski politikaları” hortlatmasının Anastasiades’e çok büyük bir rahatlama getirdiğini söyledi

A+A-

Ödül AŞIK ÜLKER

CTP Milletvekili Özdil Nami, liderler görüşmesi sonrasında BM’den yapılan açıklamanın müzakerelerle ilgili bugüne kadar yapılan en anlamsız ve cılız açıklama olduğunu belirterek, “Liderlerin açıklamaları birbirine taban tabana zıt, bu şartlarda liderlerden biri kamuoyuna açıkladıkları pozisyonlarını değiştirmezlerse beşli konferansın toplanması da imkansız” dedi.

2. Cumhurbaşkanı Talat ile 4. Cumhurbaşkanı Akıncı’nın müzakerecisi olarak da görev yapan Nami, Cumhurbaşkanı Tatar’ın “eski politikaları” hortlatmasının Anastasiades’e çok büyük bir rahatlama getirdiğini kaydederek, Anastasiades’in “Türk tarafı çözüm istemeyen taraftır” suçlama oyununa rahat bir şekilde döneceği bir ortamın Türkiye’nin de desteğiyle yaratılmış olduğunu ifade etti.

“Bizi 2004 öncesine döndüren bir Cumhurbaşkanı var” diyen Nami, şunları söyledi:

“Eğer federal çözüm için masa tekrar kurulacaksa, (Türkiye) bu masanın sonuç getireceğinden emin olmak isteyecektir. Bu teminatı da kendilerine ancak BM verebilir. Bence Türkiye bu noktada maksimalist bir pozisyonun arkasında duracaktır. Bu ancak BM gerçekten takvimli ve sonuç odaklı, statükoyu federal çözüm veya iki devletli çözüm çerçevesinde mutlaka bitirecek yeni bir süreç kurgusunu ikna edici şekilde Türkiye’nin önüne koyarsa değişebilir. Belki o zaman Türkiye Sayın Tatar’a ‘tamamdır  son bir deneme için masaya oturabiliriz’ diye yeşil ışık yakabilir.”

 

Soru: Ekonomi ve Enerji Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı yanında 2. Cumhurbaşkanı Talat ile 4. Cumhurbaşkanı Akıncı’nın müzakerecisi olarak görev yaptınız. Bu görevlerden elde ettiğiniz tecrübeler ışığında sizce son liderler buluşmasından ne çıktı? Görüşme sonrasında BM’den yapılan açıklama ne anlama geliyor?

Nami: Liderler görüşmesi sonrasında BM’den çıkan açıklama içi boş bir açıklama. Bu açıklamada sadece BM Genel Sekreteri’nin beşli konferansın yapılıp yapılamayacağına dair yapacağı temaslara liderlerin olumlu bakacağı söylendi. Yani konferansa gitme kararı çıkmadı. Onun yerine BM Genel Sekreteri bir konferansı çağırmaya müsait ortam var mı, taraflar buna hazır mı, müşterek zemin var mı diye öğrenmek için taraflarla temas ederse, liderler kendi görüşlerini BM Genel Sekreteri’ne aktarabileceklerini ifade ettiler. Liderler görüşmesinden sadece bu çıktı.

 

“En anlamsız ve cılız açıklama”

Soru: Daha önceki açıklamalarla kıyaslandığında, hiçbir görüş birliğine atıfta bulunulmadı, herhangi bir takvim yok, beşli toplantı için bir kararlılık yok...

Nami: Aynen öyle. Bu BM’nin müzakerelerle ilgili bugüne kadar yaptığı en anlamsız ve cılız açıklama oldu. Bırakın beşli konferansa gitme konusunu, müzakerelerin hangi zeminde devam edebileceğine dair de hiçbir ifade açıklamada yer almadı. Bundan önceki bütün liderler görüşmeleri sonrasındaki açıklamalarda tarafların ilgili BM Güvenlik Konseyi kararlarına uygun şekilde yani iki kesimli, iki toplumlu federasyon temelinde müzakerelere bir an önce başlayıp devam etme arzusunda oldukları ifade edilirdi. Bu sefer öyle olmadı. Yapılan açıklamanın içi tamamen boştu. Olay, liderlerin saraylarına döndüklerinde yaptıkları açıklamalardan sonra daha da netleşti.

 

“Liderlerin açıklamaları birbirine taban tabana zıt”

Liderlerin açıklamalarına baktığımızda BM’den neden bu kadar içi boş bir açıklama yapıldığı anlaşıldı. Çünkü Rum lider müzakerelerle ilgili BM Güvenlik Konseyi kararlarına, BM parametrelerine atıfta bulundu, Kıbrıs’ın federal bir çatıda birleştirilmesinden bahsetti ve beşli konferansa federal çözüme nasıl gidilebileceğini görmek için katılacağını söyledi. Oysa diğer taraftan Kıbrıslı Türk lider BM parametrelerinin bizi bir yere götürmeyeceğini, federal çözüm için çalışmanın anlamsız olduğunu ve beşli konferansa iki devletli çözüm modelini masaya götürmek için gideceğini söyledi. Liderlerin açıklamaları birbirine taban tabana zıt, bu şartlarda liderlerden biri kamuoyuna açıkladıkları pozisyonlarını değiştirmezlerse beşli konferansın toplanması da imkansız.

 

“Bizi 2004 öncesine döndüren bir Cumhurbaşkanı var”

Soru: Liderlerin tavrının değişmesi mümkün müdür? Cumhurbaşkanı Tatar’ın dile getirdiği iki devletli çözüm aslında yeni duyduğumuz kavramlar değil. 1. Cumhurbaşkanı Denktaş’ın da, 3. Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun da iki devletten bahsettiğini ancak sonrasında ikisinin de federasyon görüştüğünü biliyoruz...

Nami: Bence Anastasiades’in tavrının değişmesi bu şartlarda kesinlikle mümkün değil. Muhtemelen Sayın Tatar söylediklerinden geri adım atmak zorunda kalacak ve tekrar ilgili BM Güvenlik Konseyi kararları temelinde bir araya gelme, buluşma söz konusu olabilecek. Türk tarafı maalesef ağzından çıkanı yerine getiremeyen, gayrı ciddi bir tavır içinde olan bir taraf pozisyonuna düşecek. Geçmişte de bunları yaşadık ve faturalar ödedik. Şu anda bizi 2004 öncesine döndüren bir Cumhurbaşkanı var.

 

“Türkiye federasyon olabileceğine dair tüm inancını yitirdi”

Soru: Türkiye’nin Kıbrıs konusunda şu anda tutumu net mi?

Nami: Bence Türkiye federasyon olabileceğine dair tüm inancını yitirmiş durumda. Rum lidere yönelik herhangi bir güvenleri de kalmadı. Bu şartlar altında eğer federal çözüm için masa tekrar kurulacaksa, bu masanın sonuç getireceğinden emin olmak isteyeceklerdir. Bu teminatı da kendilerine ancak BM verebilir. Bence Türkiye bu noktada maksimalist bir pozisyonun arkasında duracaktır. Bu ancak BM gerçekten takvimli ve sonuç odaklı, statükoyu federal çözüm veya iki devletli çözüm çerçevesinde mutlaka bitirecek yeni bir süreç kurgusunu ikna edici şekilde Türkiye’nin önüne koyarsa değişebilir. Belki o zaman Türkiye Sayın Tatar’a “tamamdır  son bir deneme için masaya oturabiliriz” diye yeşil ışık yakabilir.

 

“Eski politikaların hortlaması Anastasiades’e çok büyük bir rahatlama getirdi”

Soru: Rum tarafı federasyon konusunda gerçekten samimi midir? Federasyon iki tarafın da ilk tercihi değil... Tatar’ın seçilmesinin Anastasiades’i rahatlattığı yorumlarına katılır mısınız?

Nami: Rum tarafının esas tercihi statükonun devamıdır. Bunu net bir şekilde hem Annan Planı döneminde, hem de Crans Montana’da yaşananlarda gördük. Daha önce Sayın Talat’ın da başına aynı şey gelmişti, orada da Hristofyas nihai aşamada ileri adım atmayı reddetmişti. Bunlardan hareketle Sayın Tatar’ın şu anda BM parametrelerini, ilgili Güvenlik  Konseyi kararlarını reddeden ve geçmişte denenip de başarısız olunmuş “iki devletten başka bir şey konuşmayız” tavırlarına geri dönmesi, bu eski politikaları hortlatması eminim Sayın Anastasiades’e çok büyük bir rahatlama getirmiştir. Sayın Anastasiades’in en rahatsız olduğu dönem Crans Montana’ya giden süreç ve orada yaşananlardı, zaten o yüzden nasıl kaçacağını bilemedi. Şimdi ise “Türk tarafı çözüm istemeyen taraftır” suçlama oyununa gayet rahat bir şekilde döneceği bir ortam Kıbrıslı Türk liderin kendi elleriyle, Türkiye’nin de desteğiyle yaratılmış oldu. Bu çok büyük bir yanlış. Umarım bu yanlıştan dönülür.

 

“Rum tarafı hangi şartlarda bizimle federasyonu kabul edebilir?”

Şunu net olarak biliyoruz, iki tarafın da ilk tercihi federal çözüm değil. Anketler Kıbrıs Türk halkının büyük çoğunluğunun iki devletli çözümü tercih ettiğini hep gösterdi ama Kıbrıs Türk seçmeni federal çözüm yönünde bir irade koymaktan geri durmadı çünkü dünyayla bütünleşmeyi sağlayacak başka alternatif olmadığını hep bildi. Sorulması gereken doğru soru Rum tarafının hangi şartlarda bizimle federasyonu kabul edebileceği sorusudur. Rum tarafının önündeki seçenekler arasında statükonun devamı olduğu sürece, siyasi iradelerini hep statükonun devamından taraf kullanacaklardır. Tüm yaşananlardan sonra geldiğimiz noktada Türk tarafı Rum Liderin müzakere masasında müzakere eder gibi görünüp nihai aşamada masadan kalkacağını veya referanduma gidilebilirse Rum tarafının yine Hayır oyu kullanacağını varsayacaktır çünkü bunun Rum tarafına bir faturası yok, statüko onlara çok cazip geliyor. Onları statükodan vazgeçmeye yetecek bir unsur henüz daha oluşturulamadı. O yüzden az önce söylediğim gibi, BM “müzakereler kaldığı yerden, BM parametrelerine uygun şekilde tekrar başlar mı” diye yokladığında, muhtemelen Türkiye isteksiz davranacak, eğer ısrarcı olunursa da kendilerine “geçmişte yaşadıklarımız tekrarlanırsa, Kıbrıslı Türklerin statüsü ne olacak? Bize bu sorunun cevabını verir misiniz” diye soracaktır. Buna tatminkar bir cevap alınmadığı sürece de ne müzakereler tekrar başlar, ne de konferans tekrar toplanabilir.

 

“Maraş’ta Kıbrıs Türk halkına katma değer sağlayacak bir gelişmenin olabileceğine inanmıyorum”

Soru: Bu arada Maraş’ta bazı adımlar atıldı. Maraş’ta yapılmaya çalışılan ve verilmeye çalışılan mesaj nedir?

Nami: Bu projeyi yürütenlerin birkaç hedefi olabilir. Rum tarafına belki bir gözdağı vermek istiyorlar, “50 yıl daha sizi bekleyecek değiliz, çözümle birlikte almayı hayal ettiğiniz konular bile elinizden gidecek” şeklinde bir baskı oluşturmaya çalışıyor olabilirler.  Diğer taraftan, çok yanlış bir analizle, oradan ekonomik bir rant elde edilebileceği ve bazı çevrelerin bu rantı paylaşabileceği inancına sahip olmuş olabilirler, ki ben böyle bir şeyin olma ihtimalini hiç görmüyorum. Kıbrıs Türk halkına katma değer sağlayacak bir gelişmenin orada olabileceğine inanmıyorum. Aklı başında herhangi bir yatırımcının Maraş’ta milyarlarca dolarlık altyapı yatırımı yapıp, sonra bunun dönmesini bekleyecek ve daha sonra kara geçecek bir sürecin içine, tanınmamış KKTC’de gireceğine hiç ihtimal vermiyorum. KKTC’de eğer bir otel yapmak istiyorlarsa, büyük ön yatırımlara hiç gerek olmadan, hukuki sorunlara girmeden yatırım yapabilecekleri birçok bölge var ama kimse gelip o bölgelere yatırım yapmıyor. Bunu düşündüğümüzde biri ileride neden Maraş’a gidip yatırım yapsın, oranın KKTC’nin diğer bir bölgesinden ne farkı olacak? Maraş’ın cazibesi ne olurdu? BM Güvenlik Konseyi ile eşgüdüm içerisinde, hem BM’nin hem de AİHM’in onaylayacağı bir şekilde Maraş’ı açabilseydik ve bunu güven artırıcı önlemler paketinin bir parçası haline getirip doğrudan uçuşları da hayata geçirebilseydik, belki o zaman anlamlı bir proje olabilirdi. Ama mevcut şartlarda, izolasyonların bu kadar kati bir şekilde devam ettiği bir ortamda, milyarlarca dolarlık altyapı yatırımı yapmayı göze alarak kimse oraya yatırım yapmaz diye düşünüyorum.

 

“Maraş’ta yapılan aslında ciddi bir proje değil”

Soru: Bu adımların Türkiye için uluslararası camiada bir bedeli olur mu?

Nami: Bence orada yapılan aslında ciddi bir proje değil. Esas hedef, muhtemelen, geriye dönüp baktığımızda daha net ortaya çıkıyor, Maraş’ta yapılanlar Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Türkiye’nin gönlünde yatan arslana oy devşirmek operasyonunun bir parçasıydı. O amaç elde edildi, dolayısıyla Türkiye’nin bundan sonra Maraş’la ilgili çok ciddi girişimler içinde olacağını düşünmüyorum. Bu konuyu Türkiye ile KKTC arasındaki kablo projesine benzetiyorum. Seçim döneminde bunun ancak sağ bir hükümet döneminde gerçekleşebileceği söylenmişti, halka yoğun şekilde bu pompalanmıştı. Sayın Erdoğan buraya gelip açıklamalar yapmıştı. Şu anda kabloyla elektrik projesini anan tek bir sağ siyasi yok. Cumhurbaşkanı Tatar Türkiye’ye yaptığı ziyarette kablo projesini hatırlatmadı bile. Halkın önüne bazı suni projeler seçim maksatlı olarak servis ediliyor. İnananlar da inanıyor ve “Demek ki Türkiye bunları gerçekleştirmek için filan kişinin seçilmesini istiyor” mesajını alıp oy veriyor. Bu şekilde demokrasimize de doğrudan müdahale yapılmış oluyor. Şu anda bütün şikayetimiz de bununla ilgili, halkımızın da bunlara karşı daha uyanık, daha bilinçli ve daha seçici olması lazım. Kablo projesi nasıl hayali bir proje olarak kaldıysa, Maraş projesi de büyük ihtimalle o şekilde soğutulacak.


“Erken seçim tek çare”

CTP Milletvekili Özdil Nami, bir siyasi partinin en yüksek karar verme organının iradesinin dıştan gelen bir talimatla yok sayılmasına demokrasiye inanan kimsenin sessiz kalamayacağını söyledi.

Nami, “Rum tarafı ile müzakelerin çöktüğü bir ortamda Türkiye ile bundan sonraki ilişkilerimizin böyle bir anlayış ile kurgulanmasını isteyenler ve bunun için çalışanlar olduğunu biliyoruz. Onlar gerek Cumhurbaşkanlığı, gerekse UBP Kurultayı’na yapılan müdahaleleri hazmetmekte sorun görmeyebilirler. Ama ben görüyorum çünkü bir Kıbrıslı Türk olarak siyasi irademizin başkalarının kendi değer ve değerlendirmelerine göre şekillendirilmesini kabul etmiyorum” diye konuştu.

Yaşananlardan sonra UBP nin başına gelecek kişinin meşruluğunun da tartışmalı olacağını belirten Nami, “Bu durumda ben bir erken seçimi tek çare olarak görüyorum. Açılan yaraların iyileşme sürecine ancak tekrar halka gidip tüm bu olanlara onların cevabını alarak başlayabileceğimizi değerlendiriyorum” dedi.

 

“Kendi kendilerine saygı duymuyorlar ki başkalarından saygı görsünler”

Soru: Türkiye’den bazı yetkililerin adaya gelip, Maraş’ta bazı düzenlemeler yapmasını, bizim yetkililerimizin sessizliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Nami: Bir tiyatro oynanıyor, bunları tiyatronun son sahneleri olarak görüyorum. Orada bir hava oluştu, muhtemelen o ziyaretlerini çok daha önceden planlamışlardı. Geldiler, bir hava değişimi oldu. Sivillerin giremediği bir yere turistik bir gezi yaptılar ve döndüler. Böyle bile olsa, bu davranışlar aslında Kıbrıs Türk halkına yönelik ciddi bir tepeden bakmayı içeriyor. Güya bizi tanıdığını söyleyen makamların aslında buradaki makamları tanımadığını ve o makamlara saygı duymadıklarını da gördük. Saygı duyma, tanıma ifadeleri sadece ağızlarında. Pratiğe geldiğinde iki devlet arasında böyle şeyler gerçekleşmiyor. Bunlar ayıptır ve saygısızlıktır ama ben Türkiye’deki makamlardan ziyade burada kendi halkının oylarıyla seçilen kişileri kınıyorum, kendi hareket ve tavırlarıyla bunlara alet oluyorlar ve davet çıkarıyorlar. Onlar kendi kendilerine saygı duymuyorlar ki başkalarından saygı görsünler. Neticede her toplumun içinde çeşitli karakterde ve tıynette insan var, toplumun önüne aday olarak çıkıyorlar. Bundan sonra toplumun bu konuda çok daha iyi değerlendirmeler yapması lazım.

 

“Akıllı idarecilerimiz olsa, krizlere yol açmadan 5 seneyi büyük bir başarıyla bitirebiliriz”

Soru: Bütün bunlar olurken Doğu Akdeniz’deki gerginlik de devam ediyor, NAVTEXler ilan ediliyor. BM Genel Sekreteri’nin beklediği elverişli iklimin önümüzdeki 5 yılda oluşması ne kadar mümkün? Önümüzdeki 5 yıl Kıbrıs sorununun çözümü adına nasıl geçecek, ne beklenmeli?

Nami: Akıllı idarecilerimiz olsa, krizlere yol açmadan bu 5 seneyi büyük bir başarıyla ve bugün olduğumuzdan çok daha iyi bir noktada bitirebiliriz. Ama şu anda KKTC, özellikle Cumhurbaşkanlığı makamı maalesef akıldan uzak, olmayacak proje ve hayaller peşinden insanları sürüklemeye çalışan, demokratik teammülleri tamamen göz ardı eden bir yapıya büründü. Yoksa önümüzde çözülemeyecek bir kriz, aşılamayacak engeller yok.

 

“Orada oturan kişinin görevi Kıbrıs Türk halkının çıkarlarına hizmet etmekdir, egosu temelinde yürümek değil”

Türk tarafının ne yapması gerektiği çok net bir şekilde ortada. Cumhurbaşkanı’nın yapması gereken yegane şey Türkiye Cumhurbaşkanı’yla oturup, “gelin elbirliğiyle Doğu Akdeniz’deki bu gerginliğin ortadan kaldırılması ve karşılıklı işbirliğinin yaratılması için dünyaya bir proje sunalım. Dünya da ancak BM Güvenlik Konseyi kararları temelinde sunulacak bir projeyi destekleyebilir. O yüzden bunları inkar etmeyen, mevcut yakınlaşmaları da kabul eden ancak sürecin sonunda Rumlar ‘hayır’ derse Kıbrıslı Türklerin statüsünün ne olacağını talep eden yeni bir yaklaşım sergileyelim. Dünyada kimse buna ‘hayır’ diyemez, tam tersine herkes Doğu Akdeniz’de bir barış havasının, refah ortamının oluşmasını istiyor. Buna destek buluruz” demelidir. Bunun Türkiye ile KKTC arasında ortak dış politikaya dönüşmesi lazım. Eğer bu olursa, o zaman bütün baskılar Rum tarafına yönelir, üzerimizdeki izolasyonların kaldırılmasına yönelik elimiz çok güçlenir ve o temelde çok daha iyi günlere doğru yol alırız.

Ama Sayın Tatar bunları asla yapmayacağını, artık federasyon görüşmelerinin anlamsız olduğunu söyledi, BM parametrelerini inkar etti ve seçimi kazandı. Hatta daha da ileriye gitti ve federal çözüm için masaya oturmayacağının taahhüdünü YDP Başkanı Arıklı’ya verdi ve ikinci turda destek aldı. Şimdi bütün bu tükürdüklerini yalayacak mı? Bunu önümüzdeki dönemde göreceğiz. Bence halkın çıkarı için bunu yapması lazım, orada oturan kişinin görevi Kıbrıs Türk halkının çıkarlarına hizmet etmekdir, egosu temelinde yürümek değil.

 

“Siyasi irademizin başkalarının değerlendirmelerine göre şekillendirilmesini kabul etmiyorum”

Soru: UBP Kurultayı’nın ikinci turu öncesinde yaşananlar ve ikinci turun yapılmamasıyla ilgili ne söylemek istersiniz?

Nami: Biliyorsunuz “sükunet ikrardan gelir” diye bir özdeyiş vardır, yani sessiz kalmak onay vermek anlamı taşır. Buradan hareketle buradaki bir siyasi partinin en yüksek karar verme organının iradesinin dıştan gelen bir talimatla yok sayılması demokrasiye inanan kimsenin sessiz kalıp seyredebileceği bir konu değildir. Yapılana gereken tepki verilmezse, bundan sonra halkın önüne aday çıkarmadan önce isimlerin başka makamların onayına sunulduğu ve halka “bunlar arasından seçin” dendiği bir rejime geçilmiş olur. Bu Hong Kong modelidir. Orda da ancak Çin’in onay verdiği isimler iktidara gelebilmekte ve Hong Kong Çin’in başkentinin uygun gördüğü şekilde idare edilmektedir. Rum tarafı ile müzakelerin çöktüğü bir ortamda Türkiye ile bundan sonraki ilişkilerimizin böyle bir anlayış ile kurgulanmasını isteyenler ve bunun için çalışanlar olduğunu biliyoruz. Onlar gerek Cumhurbaşkanlığı, gerekse UBP Kurultayı’na yapılan müdahaleleri hazmetmekte sorun görmeyebilirler. Ama ben görüyorum çünkü bir Kıbrıslı Türk olarak siyasi irademizin başkalarının kendi değer ve değerlendirmelerine göre şekillendirilmesini kabul etmiyorum. Elbette burada konuyu öncelikli olarak değerlendirmesi gerekenler UBP yetkilileri ve seçmenidir. Nasıl bir noktaya varacaklarına, diledikleri isimlere oy verme özgürlüklerinin ellerinden alınmasına ne tepki vereceklerine onlar karar verecekler.

Elbette konunun bir başka boyutu da halen ülkede hükümet bulunmamasıdır. Yaşananlardan sonra UBP nin başına gelecek ismin meşruluğu da tartışmalı olacaktır. Bu durumda ben bir erken seçimi tek çare olarak görüyorum. Açılan yaraların iyileşme sürecine ancak tekrar halka gidip tüm bu olanlara onların cevabını alarak başlayabileceğimizi değerlendiriyorum.

 

Fotoğraf: Arşiv

Bu haber toplam 3424 defa okunmuştur