'Bizi Kurtarıcılardan Kurtarın'... ( çünkü bazı kadınların kafası karışık değildir)
Doğuş Derya : Uzunca bir süredir dile getirildiği halde bir türlü çözümlenemeyen büyük bir insanlık suçuna “hayır” demek için 16 Ocak günü bir eylem düzenledik
Doğuş Derya (FEMA Aktivisti)
Uzunca bir süredir dile getirildiği halde bir türlü çözümlenemeyen büyük bir insanlık suçuna “hayır” demek için 16 Ocak günü bir eylem düzenledik. Birçok sendika, siyasi parti ve örgütün destek verdiği bu eylemin amacı Kıbrıs’ın kuzeyinde devlet eliyle yürütülen seks köleliğine karşı ses çıkarmak, gece kulüplerinde “konsomatris” adı altında çalıştırılırken çeşitli şiddet ve sömürü biçimlerine maruz kalan kadınların insan haklarının ihlal edildiğine dikkat çekmekti. Bu eylem, gece kulüplerinin kapatılıp kapatılmaması konusunda ortaklaşmış bir cevap etrafında örgütlenmekten ziyade, bu mekânlarda gerçekleşen tecavüz, dayak ve ölümlerin altında yatan nedenleri görünür kılmak amacıyla düzenlenmişti. Eyleme katılan örgütler gece kulüplerinin kapatılıp kapatılmaması konusunda farklı görüşlere sahip olsalar da, bu mekânlarda kadınların köleleştirildiği konusunda hemfikirdi ve eylemin sözünü de bu ortak fikir üzerinden bina etmişti. Lakin üzerinde yaşadığımız diyar Kıbrıs’ın kuzeyi olduğu için ve bu diyarda çoğu zaman kendi örgütünün reklamını yapmak veya eylemi domine etmek, eylemin siyasi derdinden daha önemli zannedildiği için bazı örgütler yine sapla samanın birbirine karıştırılması için uğraştı ve eylem sanki gece kulüplerinin kapatılması talebiyle düzenlenmiş havası yaratmaya çalıştı. Kendi örgütünün sözünü bir ittifak politikası sonucunda bir araya gelmiş başka örgütlerin eylemliliğinin üzerine yapıştırmayı üslup edinmenin altında yatan genel sosyolojik nedenleri tartışmayı bir başka yazıya bırakacağım. Bu yazının temel dertleri, genelde aktivist politika yapma iddiası olan örgütlerin, özelde ise feminist aktivizmin siyasi sözünü kurarken nasıl bir strateji izlemesi gerektiği ile ilgili fikir egzersizi yapmak, taban ve tavan örgütlenmeleri arasındaki farkı koymak, gece kulüplerinde çalışan kadınların seks işçisi olarak kabul edilmesini ve işçilerin sahip olduğu haklara kavuşmasını savunan feministleri “kafası karışık kadınlar” şeklinde lanse eden “kafası çok net” arkadaşlara cevap vermektir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, örgütlenme biçimleri ve siyaset yapma stratejilerini aktivist politikanın önemli tartışma başlıklarından biri yapan şey, kabul ettiğiniz örgütlenme biçiminin ortaya koyduğunuz söz ve eylemliliğin içeriğini belirleyen asli faktörlerin başında gelmesidir. Bu tartışma maalesef Kıbrıs’ta yeterince yapılmadığı gibi, görüntü üzerinden kurulan ve siyaseten altı boş bırakılan örgütsel ve kolektif kimlikler, ortaya koyulan söz ve eylemliliğin bir imaj politikasına hapsedilmesine de neden olabilmektedir. Bu imaj politikasının üstesinden gelebilmek için öznenin pratikte kurulduğunu, kimliğimizi tanımlayan şeyin “ben şuyum” demekle değil, ne yaptığımız ile kurulduğunu hatırlamak önemlidir. Örneğin “Ben çevreciyim” diyor ancak yerlere çöp atıyor, dağları oyuyor veya ağaçları katlediyorsanız siz çevreci değilsinizdir. Ya da Che tişörtü giyip “ben sosyalistim” diyor ama hiçbir emek sömürüsü ve adaletsizliğe dair sesinizi çıkarmıyorsanız, Che tişörtü giymek sizi sosyalist yapmaz. Yine boynunuza mor bir fular takıp, elinize de mor bir bayrak alarak sokağa çıkabilirsiniz lakin kadına yönelik şiddetin son bulması, temsilde ve ekonomide eşitliğin sağlanması, lgbt hakları vb. konularda iş yapmıyorsanız, sokağa çıkıp slogan atmak sizi “demokrat”, “feminist” ya da “eşitlikçi” bir insan yapmaz. Bireysel ve kolektif kimliklerin sınandığı yer, o kimliğin iddia yürüttüğü alanda yaptığı somut işler ve sahip olduğu örgütlenme tarzlarıdır. Bu yüzdendir genelde aktivist politika, özelde ise feminist aktivizm için öncelikli olan unsurlardan biri, sözü yapılan iş ve alanın içinden üretmek iken, bir diğeri de eylem ve pratiği taban örgütlenmesinden doğru ortaya koymaktır. Lakin yine üzerinde yaşadığımız diyar Kıbrıs’ın kuzeyi olduğu için ve bu diyarda çoğu zaman imaj politikasına hapsedilmiş sözler, ne yapıldığının önüne geçtiği için aktivizmin de içi boşalmakta; tavan örgütlenmeleri kendilerini taban örgütü gibi sunabilmektedir. Peki, taban ve tavan örgütlenmelerinin temel farkları nelerdir?
Taban örgütlenmeleri, sözünü alanda yaşayanlar ile birlikte örmeye çalışırken, o alanı birebir deneyimleyen, pratik süreçlerin yaşayan öznelerinin seslerine karışır; o sesleri kendine tercüme etmeye kalkmaz. Pratik, taban örgütlenmeleri için alan hakkında üretilen söylem ve paradigmaların doğruluk ve geçerliliğinin ölçüldüğü temel kriterdir, çünkü taban örgütlenmesinde esas olan, söz konusu alanda yaşayan insanların talepleri ve ihtiyaçları ekseninde bir hak ve özgürlükler politikası formüle etmektir. Bu yüzdendir ki taban örgütlenmeleri, hakkında konuştuğu alanın yaşayan öznelerini nesneleştirip kendi paradigmasının temsil sistemlerine hapseden bir siyaset biçimi yerine, temsili alanın esas öznesine iade eden bir eylemlilik biçimi benimser. Taban örgütlenmeleri için siyasi söylem ve eylemliliğin esas zemini bir sosyal grup hakkında ve/veya onun adına konuşmadan önce, onun ne söylediğini duymaktır.
Buna mukabil tavan örgütlenmesi, yönetici kadroların söylemi birileri adına belirlediği ve işgal etmeye talip olduğu siyasi alanın ihtiyaçlarını görmezden gelerek, o alanın öznelerini kendi siyasi söyleminin nesnesi kılan örgütlenme biçimidir. Taban örgütlenmesinin aksine, tavan örgütlenmeleri için birincil olan hakkında ve adına konuştuğu alan gibi, bu alanda yaşayanları da kendi siyasi söylemlerine tercüme etmektir. Bu tercüme şüphesiz ki indirgemeci olduğu kadar elitist de olabilmektedir, çünkü pratikte yaşanan süreçleri, hak ihlallerini, sömürü ve eşitsizliğin koşullarını-sonuçlarını doğrudan yaşayanların ne dediğini atlayarak, bunları önceden kurulmuş bir paradigmanın içine sıkıştırmaya çalışır. Bu örgütlenme biçimi için eylemliliğin sınırı, ancak yönetici kadroların siyasi amaçlarına hasredilmiş bir paradigmanın önceden kurulmuş sınırlarına kadar uzatılabilir. Çünkü bu örgütlenme modelinde esas olan alanın öznesi, onun deneyimi, talepleri ve pratiği değil, örgüt temsilcilerinin bu özneleri örgütün temsil politikaları ve çıkarları doğrultusunda araçsallaştırmalarıdır. Bu araçsallaştırma, örgüt hiyerarşisinin tepesinde duran kadroların kurduğu söylemsel alanının sınırlarını zorlayacak her türlü ezber bozucu söz ve eylemi dışladığı oranda kendini yeniden üretir. Tavan örgütü bu yeniden üretim için gerekli olan dışlama stratejilerini keskinleştirdikçe de sekterleşir. Söylemini alana bakarak değil, alanı kendi söylemine bakarak kurmaya çalışan bu araçsallaştırma, sekterleştiği oranda kendi kanaatini bir hakikat gibi sunmaya başlar ve daha da kötüsü, kendi kanaatinin yanılsamasına mahkûm olarak başka hakikat(ler)e dair sağırlaşır, körleşir. Sekterleşme potansiyeli yüksek bu araçsal tutum, söylemsel düzeyde istediği kadar radikal beyanatlar kılığına girsin, sinizmin duvarlarının ötesine geçemez. Çünkü radikal politikanın birileri adına dışarıdan kendi kanaatini bağırmak değil, pratiğin ve alanın özneleri ile birlikte, onların yaşamsal süreçleri ile ve onların içinden doğru bir eylemlilik kurmak anlamına geldiğini göremez.
Feminist aktivizm, taban örgütlenmesini yeğlerken, tavan örgütlenmeleri araçsallaştırıcı- sinik söylemler repertuarlarına her gün yeni nesneler eklerler. Bu örgütlenme biçiminde slogan atmak ve beyanat vermek iş yapmaktan, birileri adına meydan şovculuğuna soyunmak ise birlileri ile birlikte mücadele etmekten daha önemlidir. Sekterliğin ontolojisi gereği, onların alandan ve pratikten gelen sorulara dair verdiği cevaplar “herkes için, her yerde ve her koşulda geçerli olduğu varsayılan hazır reçetelerden” devşirme yüzeysel ve acele cevaplar olmaktan kurtulamaz. Ve sinikliğin ontolojisi gereği de onların alandan ve pratikten gelecek cevaplara dair yapıştıracakları bir yaftaları her zaman vardır. Çünkü mesele imaj politikası ve bu politikanın sürdürülebilirliğini sağlamaktır.
Örneğin, bu tip örgütlenmeler “Gece Kulüpleri Kapatılsın” gibi kafası hiç karışık olmayan net cümleler kurarken, dünyada hayatını seks işçiliği yaparak kazananların “benim insan haklarımı güvenceye alacak şey ekmeğimi kazandığım mekânı kapatmak değil, yasal, sosyal, ekonomik ve sağlık haklarımı sağlamaktır” dediklerini duymaz. Seks işçilerinin Güney Asya’dan Latin Amerika’ya, Afirka’dan Avrupa’ya uzanan örgütlenmelerinin dile getirdiği seyahat, ifade, çalışma, evlenme ve annelik özgürlüğü, işsizlik sigortası, barınma gibi konuların tavan örgütlenmeleri için önemi yoktur. Çünkü tavan örgütlenmesinin “herkes için, her yerde ve her koşulda geçerli olduğunu varsaydığı hazır reçeteleri” sömürünün adını koymayı, sömürüye çözüm üretmeye yeğleyen reçetelerdir. Seks işçilerinin “yaşayacağımız ve çalışacağımız yeri seçme özgürlüğümüz olmasını istiyoruz”, “verdiğimiz seks hizmetinin başkalarının değil, kendi sağladığımız koşullarda olmasını istiyoruz”, “örgütlenme hakkı istiyoruz” diye haykırmasının altında yatan koşulları ve bu taleplerin işaret ettiği sömürü biçimlerini ortadan kaldıracak önlemleri almak için uğraşmasına gerek yoktur tavan örgütünün. O paradigmasının izin verdiği sınırlar içerisinde o hiç gelmeyen “yarının dünyası” hakkında romantizm yapıp, “imkânsızı istiyorum” hülyalarına dalarken, seks işçilerinin yaşadığı yığınla eziyeti acilen kaldırmanın imkânları üzerine düşünmez. Sürekli kadın cinselliği ile özdeşleştirilen “namus ve ahlak” kavramlarının günümüzün neoliberal-muhafazakâr-ahlakçı ortamında seks işçilerini ötekileştirmenin en önemli enstrümanı olduğuna dikkat çekmenizin, seks işçilerinin “damgalanma ve ayrımcılığa karşı” ortaya koyduğu talepleri dile getirerek söyleyeceğimiz sözü “alanın esas öznelerine rağmen değil, onlarla birlikte söyleyelim” demenizin tavan örgütü için önemi yoktur. Onun kafası hiç karışık olmadığı için aklı da sorular sormaya değil, hemen verilecek cevaplara talimlidir, belki de bu yüzden “ahlak-namus” deyince aklına sadece Tayyip gelir.
Velhasıl-ı kelam, kafası karışık olanlar için seks köleliği ve seks işçiliği ayrı şeyler iken ve seks köleliğinin ortadan kaldırılmasını savunmak, seks işçilerinin ekmeğini kazandığı gece kulüplerini kapatmak ile aynı anlama gelmez iken, kafası net olanlar için cevap basittir. Kafası net olanlar seks işçileri adına da konuşacak, onları yaşadıkları her türlü sömürüden bugün değil ama yarın, belki yarından da yakın “yarının dünyasında” kurtarıp özgürleştireceklerdir. Kurtarılmayı değil, insanca yaşamayı isteyen seks işçilerinin ise bu tutuma karşı yıllardır verdiği bir cevap vardır: “Bizi kurtarıcılardan kurtarın”. Çünkü ne kadar görmek istemeseniz de bazı kadınların kafası karışık değildir.