BİZİM 80’lerrr (7)-Kasetlerin devri
İşte bu “küçük kutu”, bizim dünyamızın en büyük kutusu oluvermişti. Tabii ki “küçük kutuyu” takıp çalıştıracağınız bir de cihazınız olmalıydı. Yani “kasetçalar” denilen, eski deyimle “aygıt”
Müzik kasetleri ki kısaca “kaset” diyoruz biz bunlara, müzikseverler için teknolojik ve portatiflik anlamında müthiş bir dönemdi.
Serüveni 1960’lardan başlasa da bizler için özellikle ‘80’ler ve ‘90’ların ilk yarısına kadar hayatımızın bir parçası olmuştu. Hâlâ arşivimde 2.000’e yakın orjinal veya tarafımca doldurulan kasetlerim var. Bu konuya ve kasetlerle ilgili “ilişkimize” birazdan daha detaylı döneceğim. Ama şu “kaset” devriminin tarihine bir bakalım. Havadan gelmedi ya (hahaha).
Kaset, Kompakt Kaset veya Teyp bir manyetik ses kayıt ortamıdır. İlk kompakt kaset Philips çalışanı olan Lou Ottens tarafından geliştirilmiştir. Boyutları ortalama olmasına karşın daha iyi ses kalitesi ve anında kayıt gibi özellikleri nedeniyle zaman zaman kompakt kaset olarak anılırlar. Zaman içinde kompakt kasetler, ilk bilgisayarlar için veri saklamak amacıyla da kullanılmışlardır. 1960'lardan 2000'lerin başına kadar kullanılmış, önce gramafonlarla sonra CD'lerle rekabet etmiştir. Fransızcadan gelen cassette kelimesi küçük kutu anlamına gelmektedir.
İşte bu “küçük kutu”, bizim dünyamızın en büyük kutusu oluvermişti. Tabii ki “küçük kutuyu” takıp çalıştıracağınız bir de cihazınız olmalıydı. Yani “kasetçalar” denilen, eski deyimle “aygıt” (hahaha).
Bu noktada, Philips şirketinin bu teknolojiyi ücretsiz olarak diğer şirketlere de lisanslaması sonucu kaset standart bir format oluyor. Philips kaset ve kayıt cihazını 1964 yılında da Amerika Birleşik Devletlerine götürüyor. İlk ev tipi teypler, kaydediciler piyasaya burada sürülüyor. 1970’li yıllarda otomobiller için kaset çalarlar, teypler üretiliyor. Kaset ve teyplerin yükselişi sürüyor. Kaset ve teyplerin en büyük yükselişi taşınabilir kaset çalarların, teyplerin sayesinde oluyor. Bunlar arasında da Sony’nin 1979 yılında çıkardığı WalkMan’i efsane haline geliyor.
Kasetlerin yok oluşu ise CD teknolojisi ile gerçekleşiyor. 2000’li yıllar itibarıyla da kasetler CD’lerin yükselişine dayanamıyor ve yavaş yavaş piyasadan siliniyorlar.
Kesinlikle “walkman” döneminde, kaset dönemiyle paralel bir şekilde yükselişe geçtiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
O yıllarda kaliteli-kalitesiz kaset üretimleri de yapılmaktaydı. Elbette bu “kalite” olayı birlikte kaset fiyatını da etkilemekteydi. Sony, TDK, Maxell, BASF, en kaliteli kasetler olarak hayatımıza girdi. Türkiye’de de üretilen NORA ve Raks en çok tutunan kasetler olmuştu Türkiye’de. Tabii kasetlerin süreleri de önemliydi.
Örneğin 45 dakikadan başlayıp, 60, 90, 120’lik kasetler vardı. Açıkçası 90 ve 120’lik çok şarkıyı sığdırabileceğiniz kapasitede olsa da ben pek tercih etmiyordum. Çünkü süreyi uzatmak demek, band sarımının çoğalması demekti ki bu da bizim gibi sıcak memleketlerde kasetteki bandın şişmesine sıkışmasına neden olurdu.
Bazen 60’lıkta da olurdu ve çözümü de kaseti, masanın üzerine birkaç defa sertçe vurmak ve biraz da sağa sola kırmadan bükmek (hahaha). Kasete kısa bir not daha verelim, bu standart kasetlerin bir ve iki üstü sınıfı da vardı. Biri Chrome, diğeri ise Metal kasetler. Bunlar çok daha iyi kayıt tutuyorlardı. E parası da ona göreydi.
Tabii ki en büyük kabuslarımızdan biri de “kasetin sarması”.
Evet “kaset sardı” derdik, dolandı filan değil. İşte bu noktada da her kasetçaları yani “teybi” olanın bu operasyonu bilmek zorunluluğu ortaya çıkar.
Kasetin bandı altta bir kristal okuyucu üzerinden kayarken üst tarafında da bandın rahatça kristal üzerinden düzgün bir şekilde kayması görevini üstlenen bir çivimsi birşey vardı. Tabii o çivimsi şeyin üzerinde, banda zarar vermeyen bir tamburu döndürüyordu. İşte oprasyonun gerçekleşeceği merkez de burasıydı.
Kasetçaların kapağını açtığınızda bu sarmaş dolaş işini görüyorsunuz. Önce kalemin ya da sivri bir aletin ucuyla bandı bu sarılmış yerden kurtarıyorsunuz. Böylece dışa salkmış bir parça band ve kaset elinizde. Tabii en büyük duanız, bandın bu sarılma neticesinde ezilmiş olmamasıdır. Sonra operasyonun ikinci adımına geçiyoruz ki bu önemli. Tanrı kalemi yaratırken neden altıköşeli bir formata soktuğu işte bu noktada anlaşılır. Çünkü kasetin dışına sarkan bandı tekrar sarmak için işte bu kalem tam da kasette bulunan iki sargı çarkına “cuk” diye oturuyor. Bilmiyorum Philips kaset üretimine geçerken bunu düşündü mü düşünmedi mi ama işin gerçeği bu kalemler tam da bu iş içindi. Sonra bandın boşluğunu almak için kalem vasıtasıyla sarıyorsunuz ve kasetiniz hazır.
Bu arada, band koptu diyelim. O zaman da başka bir operasyon çıkar ortaya.
Bandın kopan iki ucunu biraz daha açarak masaya yatırırsınız. Ezik ve kopmuş yerleri keser sonra da bu iki parçay yapıştırırsınız. Ben yapıştırma işinde Oje kullanırdım (hahaha). Tabbi bu kesilen yerlerde şarkının atlaması da kaçınılmaz olurdu.
Bandların kasetçalarlara verdiği bazı zararlar da olur. O da kasetçaların “kafasının” yani ses kristalinin kirlenmesi. Bu çeşitli nedenlerden olabilir. Bir başkasından aldığınız kaset o kişinin kasetçalarındaki pisliği, kaset bandı aracılığıyla sizin kasetçalarınızın kafasına taşınabilir. Böylece ses boğuk çıkmaya başlar. Operasyon için bir kulak temizleyici çöpü ve alkol bu işi halleder. Alkole batırılan kulak çöpüyle yavaş yavaş krsital temizlenir. Böylece temiz ses almaya devam edersiniz.
Kasetçalar demişken, çift kasetli teyiblerin de yayıldığı bir dönemdi. Amaç neydi? Kasetten kasete kopyalama. Böylece arkadaşınızda olup da sizde olmayan bir kaseti kopyalama şansınız vardı.
Bir kasetten nereye geldik.
Sonra şu CD’ler çıktı mertlik bozuldu desem yeridir (hahaha)