Bizim basit, yalın ve bir o kadar da garip gerçekliğimiz
Bizim basit, yalın ve bir o kadar da garip gerçekliğimiz
Mustafa Öngün
[email protected]
Gelin bizim çok iyi bildiğimiz ama belli bir kesimin ısrarla anlamakta zorluk çektiği gerçekleri bir kez daha söyleyelim. Gittikçe genişleyen toplumsal kesimler artık ev sahibi olamıyor, iş bulamıyor, bulanlarsa ekonomik darboğazdan kurtulamıyor. Gün geçtikçe sendikasız, güvencesiz ve belirsizlik içerisinde çalışanların sayısı artıyor. Artan bir hızla bankaların hâkimiyeti altına giriyoruz. Okuyoruz, iş arıyoruz, çalışıyoruz... Sonra elde ettiklerimizi bankalara veriyor, geriye kalanla da hiçbir şey yapamıyoruz. Kısacası, statüko birçoğumuzu bankaların modern köleleri haline getirmiş durumda.
Bununla da bitmiyor. Kadınlar, LGBT bireyler gibi uzun yıllar kategorik ayrımcılığa maruz kalmış kesimler için neredeyse hiçbir olumlu adım atılmıyor. Ve böylece gittikçe çoğunluğumuz için hükümetler değişse bile, gelecek belirsiz ve karanlık kalmaya devam ediyor. İktidar bu gerçeklik karşısında “tek” bir toplumsal çıkar üzerinden program hazırlarken, o “tekliğin” ardındaki gerçekliği gizlemekten geri kalmıyor. Ortada iki farklı toplumsal çıkar olduğunu bir türlü görmüyor/göremiyor: Bir yanda statüko ve ondan fayda sağlayan (veya zarar görmeyen) zümrelerin, diğer yanda ise şu veya bu sebeple bankaların kölesi haline gelmiş, birçok hak ve özgürlüklerinden mahrum kalmış kesimlerin çıkarları olduğunu görmüyor. İktidar bu çıkarların birbiriyle örtüşmediğini görmüyor ve ikisi arasında bir seçim yapmak durumunda kalıyor. Mağdur kesimin gerçeklerini görmediği içinse statüko ister istemez tekrardan seçilmiş oluyor.
İktidarın bu toplumsal gerçekliği görememesinin en önemli nedeni ise UBP ve CTP kadrolarında statükodan gerçek anlamda zarar gören kesimlerin yer almamasıdır. Hükümeti oluşturan partilerin içerisinde aktif ve etkin şekilde rol alanların ciddi bir çoğunluğu, bırakın asgari ücretinin oldukça üstünde kazanmasını, statükodan ne ekonomik, ne de özgürlükler anlamında mağduriyet yaşamamaktadır. Bugün asgari ücret veya başka sebeplerle statükodan mağdur olanlar, iktidar partilerinin yönetsel kadrolarında yer almıyor ve bunun sonucunda mağduriyetler, sahte veya teoride kalmış güzel sözlerin ötesine geçmiyor. Farklı bir değişle, mağduriyetler sahte söylemler olarak karsımıza çekiyor. Sayıları gittikçe artan gerçek mağdurlar ise hızla siyasi temsiliyetini yitiriyor ve bununla birlikte siyaset kurumuna olan güvenini de kaybediyor. Katılanlar olur veya olmaz; bizim basit ve yalın gerçekliğimiz budur. (Statükodan mağdur olanlar, bu basit ve yalın gerçekliği çok iyi bildikleri için bu yazılanlar, onların nezdinde bir tekrardan başka bir şey de değildir zaten.)
Bizim bu yalın ve basit gerçekliğimizin garip tarafı tam da burada başlamaktadır. Gerçeklik, biz mağdur olanların zaten bildiği bir şeydir. Bu yüzden de yukarda söylediklerimin aslında pek de bir anlamı yoktur. Anlamlı olabilecek olan, ama olmadığı için bir gariplik haline bürünen şey, statüko karşısında örgütlenemiyor oluşumuzdur. Sendikaların özelde sektörde ve toplum nezdinde etkisini ve meşruiyetini kaybetmesi, potansiyeli olan diğer örgütlerinse kendi aralarında çatışmaları, cemaatçilik yapmaları ve her şeyden önemlisi geniş kesimlere hitap edememeleri gibi birçok sebepten dolayı gerçek mağdurlar bugün örgütlü temsiliyete sahip değildir. Mağduriyetler ve mağdur olanlar genişlerken, bunları temsil edecek, iktidar üzerinde ciddi baskı oluşturabilecek örgütlenmelere gidilemiyor oluşu, garipliğin ta kendisidir.
Bizim basit, yalın ve garip gerçekliğimizi ortadan kaldıracak adımlar bence gün gibi ortadadır. Öncelikle yapılması gereken “merkez sol” dışında, mağdurları temsil ettiğini iddia eden örgütlerin bir çatı altında toplanması ve kişisel sorunları bir kenara bırakmasıdır. Bunu yapmak içinse birer cemaat gibi örgütlenmekten vaz geçilmelidir. Cemaat gibi örgütlenmekten kastım tüm konularda hemfikir olmayı beklemek ve daha da önemlisi bireysel özelliklerde aynılık aramak gibi unsurlardır. Bu türden örgütlenmelerin olduğu alanlarda X kişi Y kişisini sevmez ve bu sebeple de onunla birlikte hareket etmez. X örgütün bilmem kaç yıl önce yaşadığı bir problem belli alanlarda esneklik göstermesini engeller çünkü bu problem örgütün içindeki kişileri duygusal olarak çok etkilemiştir ve bu duygu aynı deneyimi yaşamayan bireylere de aktarılmıştır. Bu gibi sorunlar cemaat tipi örgütlenmelerin yaygın olduğunu göstermektedir. Böyle bir örgütlenme biçimi ise belli siyasi prensipler doğrultusunda ittifak kurmayı engellemektedir.
Dolayısıyla cemaat tipi örgütlenme artık bir kenara bırakılmalı ve bir çatı altında örgütlenmenin formülleri düşünülmelidir. Sonrasında ise mağdurları bu çatıya katacak bir biçimde onların çıkarlarını gözetecek somut siyasi bir program geliştirilmelidir. Somut, mağdurların çıkarını temsil edecek ve statükoya karşı duracak bir program oluşturmadan garipliğin üstesinden gelmek de mümkün olmayacaktır. Böyle bir program için çabalamak, eleştirmekten çok daha çetrefilli ve zor bir iştir ama garipliğin üstesinden gelmek için elzemdir. Üstelik hiç de öyle kitaplardan öğrenebileceğimiz entelektüel veya akademik bir çaba da değildir. (Bu nedenle de benim gibi akademik kişilerin yapabileceği bir şey de değildir zaten.) İnsanlarla birebir iletişim kurarak, onları dinleyerek ve gerçek mağduriyetlere köklü çözümler arayarak vuku bulabilecek bir girişimdir.
Bizim yalın, basit ve bir o kadar da garip olan gerçekliğimizi değiştirmek istiyorsak CTP veya UBP ile uğraşmak dışında yapacak çok işimiz vardır. Kaldı ki, ölüleri eleştirmenin, onlarla uğraşmanın pek de bir manası yoktur. Ölüyle ölmemek lazımdır… Manalı olan, bir çatı altında birleşmek, mağdurları anlamak, onların kim olduğunu bilmek ve onlarla birlikte ortaya siyasi bir program çıkarmaktır. Bu programın şu anki hükümet programı kadar sayfalarca olmasına da gerek yoktur. Bir iktidarın 5 yılda yapabileceği şeyler sınırlıdır. Program, her şeyden önce kitaplardan değil mağdurların kendisinden gelmelidir. Onları koruyacak, onların günlük hayatında ilerleme sağlayabilecek ve özellikle de konut, borç, istihdam ve sosyal adalet konularında somut yaptırımlar içermelidir.
Mağdurlar hazırdır. Cemaatçilik yapmayan, egoları bir yana bırakabilen bir örgütlenme tahmin ettiğimizden çok daha etkili olacaktır. Önemli olan bunu başarmaktır. Yoksa ölünün arkasından konuşmak yanlış olmasa da kolaydır…