1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Bizim olamayan bizim topraklar….” (Bu savaş başka savaş…)
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Bizim olamayan bizim topraklar….” (Bu savaş başka savaş…)

A+A-

Dr. Derviş ÖZER

Abohor’u dağlara doğru geçince, yol ikiye ayrılır, sol Papaz’ın Tepe’ye, sağ ise Yeniceköy ve Çatoz’a gider. Bu yolun ikiye ayrılma yerinin hemen üstünde eski gamininin yıkıntıları vardır. İngiliz yapımı yolu takip etmeyip az ileriden kıraç tarlaları geçip tepelere çıkılınca, bu tepelerin en büyüğü Büyük Belenk’e varılır ve onun hemen yanında nisan ve mayıs ayına kadar göz suyu akan İsmail Deresi vardır. (İsmail adlı birisinin bu derede boğulmasından dolayı bu ismi aldığı söylenir). İsmail Deresi’ni dağlara doğru takip edince zeytinli boğaza varılırdı. Burası saklı bir vaha gibiydi. Bu tepelerin kışın ve baharın güzelliğine doyum olmazdı. Her türlü çiçek ve ot bu tepeleri gelin gibi süslerdi. Yazın buralar kururdu ama yine de kendine göre güzeldi. Çünkü bizimdi.

Bizim köyün toprağıydı.

Burası bizim çocukluğumuzun geçtiği topraklardı. Babalarımızdan dayak yediğimizde kaçıp saklandığımız yerlerdi. Uzun yaz günlerinde gölgede oturup yediğimiz tek kuru yemişimiz olan gonnara dikeninin yuvasıydı buralar. Ve yavru köpekleri analarından çaldığımız mağaraların yeri idi. Bazen büyüklere özenip altın bulmak için mağara kazmaya gittiğimiz yerlerdi. Bazen de eşşeklere binip, ta dağlara kadar yarışırdık ama bize eşekleri yarışmak için vermezlerdi. Hele bir de eşşekleri yarıştıracağız desek ve yarıştırdığımız görülse cezalardan, ceza beğen.  İş zamanı, harman zamanı eşekleri yormak ve onları yarıştırmak amansız bir dayak sebebi idi. Biz sadece süpürgelik tulumba sökmeye giderdik. Haaa bir de gittiğimiz yerlerde bazı çobanların kuyuları olurdu ve o kuyuların yanında küçük havuzlar, işte onların içinde de yıkanırdık. Sonra o tulumbaları söker, eşşeğe bağlar ve yine yarış ederek köye dönerdik. 

Bunlar bizim, yani biz çocukların yaptıkları idi, ya büyükler ne yapıyordu? Onlar da yazın kışlık odunu dağlardan kaçak yolla bu tarlalardan getirirlerdi köye, bir de o dağlardan taş toplayıp bağlama yaparlardı tarlalara ve biz kavga ettiğimizde birbirimize atmak için bile o taşları sökmezdik. Bir tane badem kırmak için bile o taşları kullanmazdık. Çünkü o taşların değerini çok iyi biliyorduk. O taşları dedelerimizin yıllarca bir avuç toprak kazanmak için dağdan getirip tarlasının yanına dizdiğini biliyorduk. Çünkü bize öğretilmişti, biz çocuklar bilirdik ki taş yerinden oynadı mı bir daha yerinde durmazdı. Ve bu yüzden bir tane badem kırmak için bile bağlama taşını kullanmazdık.

Bir de yaz geldi mi köyün yaşlıları ve gençleri bu tarlalara gelen dereleri işler, içindeki ot ocağı yakar ve temizlerdi. Dereleri kışa, yağacak yağmura hazırlarlardı. Bir de bu derelerin başındaki savaklardaki demir saç levhalar vardı. Bu levhalar suyu yönlendirmek için kullanılırdı ve hiçbir zaman çalınmazdı. Hep bırakıldığı yerde dururdu. Bunu biz dedelerimizden böyle görmüştük ve torunlarımıza da nasıl koruyacağımızı öğretecektik.

Ve düşman yolları kesti

40 sene evvel o yaz, düşman yolları kesemeden köyü terk ettik. Tarların içinden zeytinli boğazı geçerek, mağaraların içinde saklanarak, ilk önce Kalavaç’a sonra Çatoz’a gittik. Bir avuç buğday için döktüğümüz terleri unutarak, yanan buğday tarlalarının arasından yalın ayak kaçtık. Toprak o kadar kızgındı ki çıplak ayaklarımız yere değmiyordu.  Arkamıza bakmadan kaçtık, oyun oynadığımız, pikniğe gittiğimiz, havuzlarda yıkandığımız, eşeklerle yarış yapıp, süpürgelik tulumba dikeni söktüğümüz yerleri bırakıp, hiç tanımadığımız topraklara gittik.

Günlerden sonra döndük. Toprak yine kızgındı ama bizimdi, tarlalar yanmış olsa da bir avuç buğdayı toplayacak, koyunları otlatacak topraklarımıza dönmüştük ve düşman yoktu (!).  Rahatça dolaşabilirdik.

Ve artık düşman yok.

Savaş bitmesine rağmen, bir gün köyün içinden koca koca tanklar geçti. Dağlara doğru gittiler ve bizim köyün topraklarına koca koca işaretler çizdiler, gece ve gündüz, günlerce bizim eşeklerle yarışıp tulumba söktüğümüz tepeleri toplarla dövdüler.  Her top atılışında evlerdeki merteklerden tozlar döküldü, camlar kırıldı, güvercinler yuvalarını terk etti.  Biz, ne oluyor diyemeden köyün kahvesine ilanlar asıldı. Tarlalar artık bizim değildi, tarlalarda tatbikat yapılacağı için köylülerin, köyün üstüne çıkmaları yasaklanmıştı.

Tarlalar ekilemiyordu. Korka korka ekilen tarlalar da oldu. Ve yaz gelince sararmış başakların içinden yeşil askerler çıktılar. O sapsarı başaklara acımadan basıp geçtiler. Ekilmiş bostan tarlalarını, söküp tanklara gizleme (kamuflaj) yaptılar. Ve bir taş sökmeye çekindiğimiz bağlamaları söküp mevzi yaptılar. Dereleri dozerlerle düzeltip tanklara taarruz için yol yaptılar.  Savak saçlarını kesip nişangâh olarak kullandılar, tarlaları yaktılar. Ve yıllarca emek verilip ıslah edilen o güzelim buğday tarlaları asker postalı altında ezildi.

Zeytinli boğazın zeytinleri söküldü, kırıldı ve tanklara gizleme (kamuflaj) oldu. Mağaralar dozerlerle dolduruldu ve 1500 yıllık Değirmenlik Salamis suyolu dümdüz edildi. Ve gidiş yollarına nizamiye yapılıp, girişler engellendi. Konulan bekçiler köylünün mandıralara gitmesini engelledi. Koyunlar ve inekler günlerce aç kaldı, susuz kaldı ve sağılmamış memeleri sütten çatladı. Ve biz köyün üst tarafına çıkamadık, gece ve gündüz koyunların acı acı melemesini, ineklerin bağırmasını işiterek bekledik gitmelerini. Gittiler ve yine geldiler.

Sonra da hiç gitmediler. Savaştayız dediler. Sizi kurtardık dediler.

Ve artık düşman yolları kesemiyor

Ve biz de kırkıncı yılında kurtulmuşluğu kutladık, tarlalarımız yanarken, zeytinlerimiz sökülürken, bağlamalarımız yıkılırken, mağaralarımız doldurulurken ve derelerimiz bozulurken bir avuç buğdaya hasret kalışımızı kutladık düşman yolları kesemezken.

(DR. DERVİŞ ÖZER)

Bu yazı toplam 2250 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar