1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. BM: “Gazze’de 625 bin çocuk okula gidemedi...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

BM: “Gazze’de 625 bin çocuk okula gidemedi...”

A+A-

Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) Genel Komiseri Philippe Lazzarini, Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) tarafından yönetilen Küresel Acil Durumlar ve Uzun Süreli Krizlerde Eğitim Fonu olan "Education Cannot Wait" adlı kuruluşa konuştu.

İsrail saldırılarının, her iki kişiden birinin çocuk olduğu Gazze Şeridi'ndeki çocukları ciddi şekilde etkilediğini vurgulayan Lazzarini, saldırılar sonucu binlerce çocuğun öldürüldüğünü, binlercesinin de uzuvlarını kaybederek engelli kaldığını kaydetti.

 

“BM okullarının yüzde 70’i bombalandı”

Lazzarini, "Gazze'de 300 bini UNRWA öğrencisi olmak üzere 625 bin çocuk, İsrail saldırıları nedeniyle bir eğitim yılı boyunca okula gidemedi" dedi.

UNRWA okullarının neredeyse yüzde 70'inin bombalandığı bilgisini veren Lazzarini, bu durumun da uluslararası insancıl hukukun açıkça göz ardı edildiğinin kanıtı olduğunu vurguladı.

İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda en az 16 bin 314’ü çocuk olmak üzere 39 bin 965 Filistinli öldü, 92 bin 294 kişi yaralandı.

(BİANET.ORG – 15.8.2024)


İsrail askeri: “Filistinli sivilleri canlı kalkan olarak kullandık...”

İsrail’de yayın yapan Haaretz gazetesine konuşan bir İsrail askeri, İsrail ordusunun Gazze Şeridi'nde tuzak ihtimaline karşı tünelleri ve binaları ararken Filistinli sivilleri canlı kalkan olarak kullandığını söyledi.

Haberde, İsrail ordusunun Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi'nin ve ordudaki üst düzey subayların bilgisi dahilinde, tünelleri ve binaları ararken Gazze Şeridi'ndeki sivilleri "sistematik şekilde" canlı kalkan olarak kullandığı ifade edildi.

İsrail ordusundaki bazı askerlerin ifadelerine göre, İsrail askerleri Gazze Şeridi'nde herhangi bir gerekçe olmaksızın alıkoyduğu Filistinli gençleri ev ve tünelleri ararken canlı kalkan olarak kullandı.

İfadelere göre, genellikle 20'li yaşlardaki Filistinli genç erkekler İsrail askeri üniforması giydirilip elleri arkadan bağlanarak bina ve tünellere gönderildi.

 

“Bizim hayatımızın daha önemli olduğunu söylediler”

Alıkonulan Filistinlilerin İsrail ordu birlikleri tarafından operasyonlarda canlı kalkan olarak kullanıldıkları ve birliklerden önce binaları ve tünelleri aradıkları belirtilen haberde, adı açıklanmayan İsrailli askerlerin şu sözlerine yer verildi:

"(Orduda) Bize hayatlarımızın (Filistinlilerin) onların hayatından daha önemli olduğunu, askerlerimizin ölmesindense onların (Filistinlilerin) bir patlayıcıyla havaya uçurulmasının daha iyi olduğunu söylediler."

İsrailli gaziler tarafından kurulan ve ordunun yaptığı ihlalleri kayda geçiren Breaking the Silence grubunun yöneticisi Nadav Weiman, "Uygulama Gazze'de savaşan üniteler arasında o kadar yaygın ki protokol bile sayılabilir" dedi.

Haaretz, Genelkurmay Başkanlığı'nın durumdan haberdar olduğunu yazdı.

 

Hamas: Haaretz'in haberi savaş suçunu doğruluyor

Hamas'ın Siyasi Büro üyesi İzzet Er-Rişk konuya ilişkin yazılı açıklama yaptı, "İsrail gazetesi Haaretz'in, Nazi işgal ordusunun Gazze'deki tünellerde ve binalarda arama yapmak için Filistinli sivilleri canlı kalkan olarak kullanmasına ilişkin araştırmasında ortaya çıkanlar, bu ordunun tüm dünya tarafından kınanması gereken savaş suçları işlediğini bir kez daha doğruluyor" dedi.

Uluslararası kuruluşlara ve insan hakları örgütlerine "İsrail'in işlediği suçları açığa çıkarıp kınama ve yargı önünde hesap vermesini sağlama" çağrısı yapan Rişk, habere konu olan yeni suçların İsrail'in Uluslararası Adalet Divanında (UAD) yargılandığı soykırım davasındaki dosyaya dahil edilmesini talep etti.

 

ABD: Derhal soruşturulmalı

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Vedant Patel, günlük basın brifinginde, İsrail ordusunun Filistinli sivilleri canlı kalkan olarak kullanmasına yönelik haberleri değerlendirdi.

Patel, "Bunlar çok rahatsız edici haberler. İsrail'e derhal ve şeffaf şekilde bu iddiaları soruşturması ve muhtemel failleri sorumlu tutması çağrısında bulunuyoruz. İsrail, uluslararası insani hukuka uygun şekilde davranmakla sorumludur" dedi.

(BİANET.ORG – 15.8.2024)


***  GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR KİTAPLAR...

“Çember Apartmanı’nda 75 yaşındaki İstanbullu Rum Periklis Drakos’un başından geçenler...”

ABDULLAH EZİK/K24

Defne Suman, yeni romanı Çember Apartmanı’nda yetmiş beş yaşındaki İstanbullu bir Rum olan Periklis Drakos’un başından geçenleri okurla buluşturdu: Koronavirüs günlerinde, doğup büyüdüğü Çember Apartmanı’ndaki dairesinde anılarını kaleme almaya başlayan Perikles, hikâye boyunca bugünden geçmişe doğru bir yolculuk yaparken ailesinin sancılı anılarını da gün yüzüne çıkarır. Kıbrıs Harekâtı, 6-7 Eylül Olayları, darbeler… Arka planı Türkiye tarihi ile örülen roman, Türk-Yunan ilişkilerinin geçmişten bugüne nasıl bir seyir halinde geliştiğine de edebi boyutta ışık tutuyor. Periklis’in anıları hem aşk ile tutkunun hem de acıyla kaybolan Beyoğlu’nun hikâyesini farklı cephelerden gün yüzüne çıkarıyor. Defne Suman ile yeni romanı Çember Apartmanı, İstanbul’un 70 yıllık dönüşüm hikâyesi ve bugüne kadar pek işlenmemiş sancılı süreçleri üzerine konuştuk…

 

***  Romanlarınızın arka planında güçlü tarihsel dokular olduğunu söylemek mümkün. Emanet Zaman, Yaz Sıcağı ve Yağmur’dan Sonra’da olduğu gibi Çember Apartmanı’nda da bu durumun izlerini görebiliriz. Romanlarınızın tarih ve geçmişle kurduğu ilişki/diyalog üzerine ne söylersiniz?

Kurguda mekân ve atmosferi önemsiyorum. Bir edebiyat yapıtının başlıca nimeti bizi başka zamanlara götürmesidir. Mesajından, ana fikrinden, felsefi tartışmasından çok daha önemlidir bence atmosfer. Peki ama atmosfer neden yapılır? Mekândan. Alandan. Kentten. Kasabadan. Mekânı zamandan bağımsız düşünmek de imkânsızdır...

Romanın nerede ve hangi zamanda geçeceğine karar verdikten sonra ilk işim o dönemi anlatan romanları yeniden okumak oluyor. Yıllar içinde romanların geçmişi birebir yansıtmadığını da öğrendim. Olsun. Sosyal bilimci değiliz ki… Edebiyatın mayasından edebiyat türetiyoruz. Çember Apartmanı’nı yazmaya başladığım aylarda Demir Özlü’nün tüm eserlerini okudum. Hemen ardından Türk Edebiyatında Beyoğlu adlı bir seçkiyi bitirdim. Pamuk’un Masumiyet Müzesi, Erbil’in Tuhaf bir Kadın’ı, Rea Stathopulo’nun Pedal Çeviren Kadınlar’ı, Ahmet Ümit’in Beyoğlu’nun En Güzel Abisi … Bir roman diğerini çağırdı. Yazdığım süre boyunca Beyoğlu, Tarlabaşı’nda geçen ne kadar roman, öykü varsa okudum. Bir yandan da Raffi Portakal, Enis Batur, Salah Birsel gibi hayatını 1950’lerden beri Beyoğlu’nda geçirmiş büyüklerin kurgu dışı eserlerine baktım. İstanbullu Rumların mekân ve tarihle ilişkisini ele alan eserleri de edindim. İstos Yayınları’ndan çıkan pek çok kitabı okudum. Bu işin okuma kısmı… Ben okullu sosyolog olduğum için sahaya çıkmadan araştırmamı tamamlayamıyorum. İstanbullu Rumlarla mülakatlar yaptım. Atina’da ve Büyükada’da yaşayan Rumlara mikrofon tuttum....

 

***  Türk-Yunan ilişkileri ve bu iki ülkenin/toplumun ortak acıları, sizin üzerinde durduğunuz, ortak geçmişten hareketle sıkça işlediğiniz bir konu. Yaz Sıcağı ve Çember Apartmanı bu noktada hem birbirleri ile kurduğu diyalog hem de bu ikili ilişkilere dair sunduğu perspektiflerle ön plana çıkan eserler. Sizin bu iki ülke ve onların ortak kaderine olan ilginizin merkezinde ne var?

Bu soruyla sık sık karşılaşıyorum ve doğrusunu isterseniz tam bir yanıtım yok. Belki İstanbullu olmak… belki Büyükada’da büyümek. Kentin dokusundaki gediği bir hayaleti hisseder gibi hissetmek belki. Ve onun peşine düşmek. Küçük yaşımdan beri İstanbul’un Rumları, yaşayışları, mekânları beni çeker. Çocukluktan kalma bu ilginin peşini büyüyünce de bırakmadım. Amerika’da yaşadığım yıllarda karşıma Yunan bir erkek çıktı. Onun da peşini bırakmadım. Beraber Yunanistan’a döndük, Atina’ya yerleştik. En eskiden beri içimde taşıdığım kıvılcım Atina’da büyüdü, yaratıcı güç olarak beni romanlar yazmaya yöneltti. İki ülkenin birbiri hakkındaki önyargılarını ve ortalıkta gezinen (kimi tarihe, kimi şimdiye dair) bilgi kirliliğini düzeltme isteğimi de o ateş harladı, hikâyelerim için bana yakıt oldu.

 

***  Çember Apartmanı salt bir karakterin değil, Periklis Drakos ve ailesi üzerinden birkaç kuşağın hikâyesini birbirine bağlayan roman. Peki öncelikle Periklis Drakos karakterini yaratırken vurgulamak istediğiniz, onun kişiliğini oluşturan temel noktalar neler oldu? Bay Periklis’i bunca özel kılan nedir?

İstanbul’u yitirişimiz üzerine bir roman yazmak istediğimi biliyordum. Böyle bir çekirdek için mekân Tarlabaşı olmalıydı.... Nüfusu iyice azalmış İstanbullu Rumlardan, yaşlı bir erkek fikri de buradan çıktı. Onu özel kılan nedir? Sıradan bir İstanbullu olması belki de. Onun sıradanlığını bizim unutmuş olmamız. Benim de dahil olduğum bir kesim İstanbullu Rumları kutsal bir emanet ya da nesli tükenmekte olan kıymetli bir tür gibi görmeye yatkın. Bu eğilime işaret etmek ve kendimce karşı çıkmak için bir birey olmasına özen gösterdim Periklis’in. Yaşlı tonton Rum amca/teyze klişesini kırmak önemliydi...

 

***  Bay Periklis karakteri kadar onun ailesi ve ailesi üzerinden İstanbul ve Türkiye’ye dair sunduğunuz perspektif/panorama da oldukça önemli. Bu ailenin geçmişiyle şehir ve ülkenin kaderi nasıl birleşti? Geçmişten bugüne, Drakos ailesi bize ne anlatır?

Drakos ailesi bize mübadeleden bugüne kadar uzanan bir hikâye anlatır. İstanbul Rumlarını tek bir kimliğe indirgemekten elimden geldiğince kaçındım, ancak Drakos hikâyesi bireysel farklılıklar gösterse de İstanbullu Rumların hazin hikâyesidir diyebilirim. Çember Apartmanı’nda mübadeleye doğrudan değinmiyorum ama Periklis’in dedesi Bay Nikiforos’un Çember Apartmanı’ndaki (o zamanki adıyla Kiklos Palas’taki) daireyi 1923 yılında aldığını biliyoruz. Her ne kadar İstanbullu Rumlar nüfus mübadelesinden muaf tutulacak dense de, nüfus mübadelesi İstanbullu Rumları müthiş tedirgin etmiştir. Temeli kayaya oturtulmuş Çember Apartmanı’ndan bir daireyi kızına hediye alan Nikiforos dedenin amacı bu tedirgin ortamda sağlam bir yere kazık çakmaktır. Demek ki yerinden yurdundan edilme kaygısı daha o zamandan başlamış. Daha sonra 1942 Varlık Vergisi, Vatandaş Türkçe Konuş kampanyası, 6/7 Eylül Olayları, 1964 yılındaki toplu sınır dışı edilmeler, 1974 Kıbrıs Harekâtı ile gelen şiddet ve dramatik bir biçimde azalan Rum nüfusundan geride kalanların yalnızlığı Periklis’in ve Drakos ailesinin özetidir. İstanbul’da birkaç kuşaktır yaşayan tüm ailelerin yalnızlığıdır bir anlamda. Periklis’in anne ve babasının Atina yakasındaki hikâyesi bu yalnızlık hattına eklenebilir. Onlar da anakara Yunanistanı’na bir türlü entegre olamazlar. İstanbul’dan giden Rumların hep beraber yaşadıkları mahallerde mesken tutup, sadece birbirleriyle görüşürler. İstanbul’dan getirdikleri eşyalarla döşedikleri evlerinin içinde hasreti soluyarak yaşar ve öyle ölürler.

 

***  Çember Apartmanı, İstanbul ve Türkiye’nin geçirdiği tarihsel süreci işlerken güncel sorunların da işin içerisine katıldığı bir eser. Bay Periklis, ailesinin başından geçenleri dile getirirken halihazırda nelerle boğuştuğunu da açıkça ifade eder...

Bay Periklis elimizden kayıp giden, parsellenip satılan İstanbul’un yitiriliş hikâyesinin eskiden, çok eskiden başladığını bize hatırlatmak için oradadır. Rant, kentsel dönüşüm, devletle ilişkiler, mafyayla yapılan anlaşmalar Varlık Vergisi’nden, 6/7 Eylül Olayları’ndan, 1964 sınır dışı edilmelerinden, 1974 sonrası zorunlu göçlerden, kısacası nüfusu yok noktasına getirilmiş İstanbullu Rumların hikâyesinden bağımsız düşünülmemelidir. Mülk ve servetin hukuksuz yollarla ele geçirilip rant amaçlı projelerde kullanılması süreci Varlık Vergisi’ne kadar gider. Periklis’in hikâyesini Leyla’ya yazdırma telaşının arkasında aşktan daha başka bir sebep daha vardır. Kendi türünü devam ettirme kaygısı. Kendi türü derken İstanbul’u aşkla seven, yağmasına isyan eden, kültürel kaynakları ile kent dokusunun korunması için mücadele veren bir türden söz ediyorum. Periklis, Leyla’ya ilk bakışta âşık olur ama Leyla o esnada nereye bakmaktadır? Emlakçı Ferit’in ona gezdirdiği giriş katı dairesinin tavanındaki kartonpiyer işçiliğine… Leyla’nın İstanbul’un saklı güzelliğini takdir eden bir dost tür olduğunu Periklis o anda anlar. Hikâyesini Leyla’ya geçirerek ona bir nevi “aile tarihçesi”ni anlatır ve verdiği çerçeve sayesinde Leyla’nın şehrin korunması için gereken mücadeleyi onun adına ve ondan sonra da sürdüreceğine inanır.

sayfa-16-resm.png

(K24 – Abdullah EZİK – 12.1.2023)

Bu yazı toplam 438 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar