BM'nin kasasına kilitledik barışı!
Müzakere süreci başladı başlayalı hep aynı şeyi yazdım.
Bu süreç kağıt üzerindedir!
Bu süreç masa başındadır!
Bu süreç toplumların katılımından uzaktır.
Bu süreç ufak bir kazada raydan çıkmaya bu sebepler nedeniyle müsaittir.
Nitekim öyle oldu.
Oysa “güven yaratan gelişmelerle” paralel gidecekti güya süreç!
Girmedi!
Götüremedik.
Hepimiz, tüm Kıbrıslılar, beceremedik bunu.
Bir mobil telefon sorununu çözemedik mesela.
Nam-ı diğer güneyin meclisi “yasal engeli” aşamadı, Enosis kararına jet hızıyla evet diyen o meclis mobil telefon sorununun çözülmesi için yeni yasa çıkaramadı.
Sigorta meselesini de çözemedik.
Güneyde başka, kuzeyde başka sigorta çıkarmaya devam ediyoruz.
Birileri zengin oluyor bu sorunun varlığından…
Ama sorun yerinde duruyor, sapa sağlam.
Barikatlar konusunda ne yaptık?
Aheste aheste!..
Önce bizimkiler ayak sürüdü, şimdi de güneydekiler.
Niyetimiz yok çünkü!
Derinya’da uzun süre Türk tarafının güzergah safsatası ile vakit kaybettik.
Sonra da alt yapı sorununu öne sürdük.
Bakın şimdi güneyde de Aplıç'ta milim ilerlemiyor süreç.
Açamadık şu lanet olasıca barikatları.
Kaldırıp şu dikenli telleri atamadık bir kenara.
Kurallarımız, 'devletçiliğimiz' tuttu her bir seferinde.
Güya biz bağımsız KKTC'yiz ya!
Güneydeki eğreti devlet de tüm Kıbrıs'ın 'cumhuriyeti' ya!
Bizim mevzuatımız güneyinkine takıldı, onunki bize…
Neyse ki “ENOSİS” kararı bir şok etkisi yaptı yüzümüze.
Anladık ki müzakere süreci dedikleri bu süreç toplumlardan uzak!
Kağıt üzerinde…
Kapalı kapılar arkasında!
BM'nin kasasında kilitli!
Enosis safsatasına aşırı tepki gösteriyoruz da adına "KKTC" denen bu yarım adanın bir vilayet olma adına artık evrimini tamamlama aşamasına geldiğini görmek, konuşmak istemiyoruz.
TC’den gelen baskı ve telkinlere karşı birkaç kişi dışında kimsenin ses ettiği yok.
Jetlere alkış tutuyor, her savaşı “kutluyor”, her bir metrekareye militarist unsurlar ekiyor, her tarafa şovenizm kokan semboller koymaya devam ediyoruz.
Süslü cümleler prim yapıyor şimdi.
Ancak gözler kapalı!
Sonuna kadar, sımsıkı!
Bir çözümden öte barışmak zorundayız önce.
Barışmak!
Avaz avaz barışmalıyız, Rum’u, Türk’ü, Maroniti, hatta Türkiye'den adaya göçeni ile, barışmak!
Santim santim kin ve nefret tohumları ekilen bu yarım adada barıştan daha önemlisi yok.
Farkında değiliz birçok şeyin.
Sanıyoruz ki Cenevre'de, ya da ne bileyim, bir başka Avrupa kentinde imzalar atılınca hallolacak her şey!
Olmayacak!
Tekrar yazayım, OLMAYACAK!
Barış başka bir şey!
İlmik ilmik örmek lazım barışı…
Önce kendi yüreğimize…
Sonra karışımızdaki her bir bireyin yüreğine…
Tek tek…
Öylesine hazırcıyız ki…
Her konuda…
Kendimizi avutuyoruz.
Yapay gelişmelerden medet umuyor, bir şey olacak sanıyoruz!
Erdoğan'dan, Kocias'tan bekliyoruz barışı.
ENOSİS safsatasının peşinden sürüklenen DISI’den bekliyoruz.
Adanın topraklarında çözemediğimiz "haritayı" gidip BM kasasına tıkıştırıyoruz mesela…
Bekliyoruz ki BM'deki bürokratlar halletsin, bu iş olsun.
Baksanıza ne diyor TC Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Yiğit!..
"Türkiye'nin bu müzakereleri olumlu sonuçlandırma duruşu yok" diyor.
Akıncı ısrarla aynı şeyi tekrarlıyor "bu son" diye…
Nesi son? Barışmanın sonu nerede görüldü ki?
Biz daha barışmaya başlamadık ki!
“Sona gelmek” de nereden çıktı?
Daha yürünecek çok yolumuz vardır.
'Müzakere' ile barış bu kadar zira!
“Anavatanların” kucağında, BM’nin kasasında, Erdoğan’ın keyfinde, Kocias’ın nazında…
Yürüyecek olan toplumlardır, eğer niyet varsa…
Kucaklaşacak olan iki halkın ta kendisidir.
Ve bu işin ne sonu vardır ne de başı.
Barışmanın zamanı yoktur.
Şimdidir, yarındır, hemendir.
Ve her zamandır barış!
Çok geç bile kalmıştır.