BM’nin Mart 1964 kararının ilk sonuçları (1)
Yazının bugün yayınlanan ilk kısmında sorunun uluslararası boyutu ele alınırken Nisan’da yayınlanacak ikinci kısmında ise özellikle Türkiye Cumhuriyeti ile o zamanki Kıbrıs Türk liderliği arasındaki yaklaşım farklılıkları ortaya konulacaktır.
İlksoy Aslım
[email protected]
Giriş
Birleşmiş Milletlerin (BM) 4 Mart 1964’te Kıbrıs için aldığı 186 no.lu kararla adada oluşturulan düzen, bugün hala büyük ölçüde devam etmektedir. Bu yazıda BM’de alınan kararın hangi şartlarda alındığı ve hemen sonraki döneme olan etkisi anlatılmaya çalışılacaktır. BM’de alınan kararın öncelikle ne Türkiye Cumhuriyetinin ne de Kıbrıs Türk liderliğinin tüm beklentilerini karşılamadığı açıktır. Türkiye o dönemin şartlarında elde edebileceğinin en fazlasını almaya çalışmıştı. Kıbrıs sorunu, Londra Konferansında çözüme kavuşmayınca Makarios tarafından BM’ye taşınmış ve uluslararası düzeye gelmişti. Yazının bugün yayınlanan ilk kısmında sorunun uluslararası boyutu ele alınırken Nisan’da yayınlanacak ikinci kısmında ise özellikle Türkiye Cumhuriyeti ile o zamanki Kıbrıs Türk liderliği arasındaki yaklaşım farklılıkları ortaya konulacaktır.
Londra Konferansından BM Güvenlik Konseyine
21 Aralık 1963’te adada başlayan toplumlararası çatışmalar nedeniyle Türkiye akan kanın durdurulması amacıyla NATO ve özellikle ABD’yi harekete geçirmek için yoğun bir çaba içindeydi. Birleşik Krallık ilk aşamada ABD’nin de yer aldığı bir NATO gücünün adaya getirilmesi için uğraşmıştı. Ancak bu girişim Soğuk Savaş nedeniyle Sovyetler Birliğinin tepkisiyle karşılaşmıştı. Ayrıca, Makarios sorunu NATO içinde değil komünist ülkeler ve Bağlantısız ülkelerin bulunduğu BM çatısı altında çözmeyi uygun bulunca konu New York’a taşındı. New York’ta BM’nin Kıbrıs sorununda sorumluluk alma niyeti açığa çıkınca karar tasarısı için pazarlıklar yapılmaya başlandı. Pazarlıklar artık sadece garantör ülkeler olan Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallık arasında yapılmıyordu. İki süper güç olan ABD ve Sovyetler Birliği de işin içine girmişlerdi. Konuyla ilgilenen tarafların sayısı hızla artarken, hemen hepsinin azınlık sorunları olan ve Kıbrıs sorununun kendi iç işlerini de etkileyebileceğini düşünen Bağlantısız ülkeler aktif hale geldiler.
Tüm bu gelişmeler ve yapılan uzun pazarlıklar BM barış gücünün kurulmasını geciktiriyordu. Yaşanan gecikme nedeniyle Türkiye’nin ABD’ye yönelik talepleri yoğunlaşıyor ve askeri müdahale tehditlerinin dozajı artıyordu. ABD Başkanı Johnson Türkiye’ye, Kıbrıs konusunda aktif olduğunu göstermek için 20 Şubat’ta, Yunanistan Başbakanı Papandreu’ya bir mektup gönderdi. Johnson mektubunda, krizin sonlandırılması için zamanın tüm müttefikler arasında yakın işbirliğinin gerektirdiğini belirtiyordu. ABD Başkanı, Washington’un herhangi bir çözümü tercih etmediğini ve taraflar üzerinde baskı yapmadığını ifade ediyordu. Aksine, ABD sadece tarafların çözüm bulabilmesi için, öncelikle adada kanun ve nizamın yeniden kurulmasını istiyordu. Johnson, tüm taraflardan devlet adamlığı sorumluluğuyla hareket ederek “aşırı uçlardaki Türk ve Helen Kıbrıslıların sebep olduğu gereksiz felâketi” önlemeleri gerektiğini dile getiriyordu. Johnson kısaca, İnönü ve Papandeu’nun Kıbrıs krizini çözmeleri için ortak bir çalışma içinde olmalarını talep ediyordu.
Johnson’un benzer bir mektubunu alan İnönü de, 25 Şubat’ta yazdığı cevabında dostça mesajlar veriyor ve “yapılan tüm provokasyonlara rağmen [Türkiye’nin] duygusal ve aceleci davranıp herhangi bir eyleme izin vermeyeceğine” Başkan’ın emin olmasını istiyordu. Ancak Türk yetkililerin tavrı, BM’nin Kıbrıs karar taslağını görmelerinden sonra hemen değişti. Örneğin ABD’nin Ankara Büyükelçi Hare, 1 Mart tarihli mesajında, hazırlanan karar tasarısını Türk hükümetinin bugünkü haliyle kabul etmesinin parlamento ve kamuoyunun tepkisi nedeniyle mümkün olmadığını belirtiyordu. Türk hükümeti bu nedenle ABD’nin Ankara’nın pozisyonunu destekleyen bir açıklama yapmasını talep ediyordu. Dışişleri Bakanı Erkin’e göre taslaktaki mevcut ikinci paragraf, Makarios’un Kıbrıs hükümeti adına hareket ettiğini kabul etmekte ve Kıbrıslı Rum polis gücünün kurulması gibi bazı eylemleri de meşru hale getirmekteydi. Bu nedenle ikinci paragrafta bunları önleyecek bazı değişiklikler yapılmalıydı.
Diğer yandan Yunanistan Başbakanı Papandreu, ABD’nin Atina Büyükelçisi Labouisse’a gerçek kışkırtıcıların komünistler olduğunun farkında olduğunu, ancak uluslararası basın ile Washington’un sözcülerinin bazı ifadelerinin Yunanistan’da ABD karşıtlığını körüklemekte olduğu söylüyordu. Başbakana göre, ABD bu yanlışları engellemek için mutlaka bir şeyler yapmalıydı. Papandreu’ya göre ABD, Kıbrıs Türk liderlerinden Rauf Denktaş’a BM’de konuşması için fırsat verip ona alan açıyordu.
Görüldüğü gibi Ankara ve Atina Kıbrıs’ta kendine yakın olan toplumu destekliyor ve Kıbrıs Cumhuriyetinin iki toplumlu yapısının korunması için politikalar geliştirmeye çalışmıyorlardı.
BM Güvenlik Konseyindeki Pazarlıklar ve 186 No.lu Karar
BM Güvenlik Konseyi içinde ilk karar taslağı Birleşik Krallık ve ABD’li yetkililer tarafından hazırlandı. Bu taslakta, Kıbrıs’a acil olarak bir barış gücü gönderilmesi ve çatışmalardan özellikle etkilenen Kıbrıslı Türklerin güvenliğinin sağlanması hedefleniyordu. Ayrıca karar taslağı, özellikle Kıbrıs Türk liderliğinin üzerinde önem verdiği ve Kıbrıs hükümetinin iki toplumdan oluştuğunun vurgulandığı, Kıbrıs Anayasasının temel hükmünden bahsediyordu. Karar tasarısında Kıbrıs hükümetinin Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk toplumlarının katılımıyla kurulmuş olduğu da özellikle belirtiliyordu. Taslakta Kıbrıs Cumhuriyetinin iki toplumlu yapısının korunmaya çalışıldığı görülüyordu. Türkiye’nin Kıbrıslı Rumların adada yaptıkları davranışlar nedeniyle kınanması talebi ise Birleşik Krallık-ABD karar tasarısında yer bulmuyordu.
Birleşik Krallık ve ABD temsilcilerinin üzerinde çalıştıkları karar taslağı BM’de yeterli desteği bulamadı. Bu nedenle, Londra ve Washington o dönemde Güvenlik Konseyi geçici üyeleri olan Bolivya, Brezilya, Fildişi Sahili, Fas ve Norveç tarafından hazırlanan karar taslağı çerçevesinde pazarlıklara başladılar.
Kapalı kapılar arkasında yapılan müzakereler, bir BM barış gücünün oluşturulması için tüm tarafların yanı sıra Makarios’un da asgari beklentilerini karşılayan bir taslak üretildi. Washington’un karar alma sürecinde ABD’deki Yunan lobisinin çok aktif faaliyetinin etkisi de görülüyordu. Buna rağmen BM Güvenlik Konseyinin 4 Mart 1964’te kabul ettiği karar ABD ve Birleşik Krallık’ın çıkarlarını doğrudan etkilemiyordu. BM barış gücü, bir NATO gücü olmamasına rağmen Sovyet Blokundan değil ama çoğunlukla NATO ülkelerinin askerlerinden oluşuyordu. Bu ABD’ye göre “en iyi ikinci seçenekti”. Karar, SSCB’nin görüşlerinin de alındığı bir uzlaşma belgesi olmasına rağmen, ABD’nin hemen hemen bütün beklentilerini karşılıyordu. Ayrıca bu kararla Türkiye’nin müdahalesi engelleniyor, Kıbrıs’ta istikrar sağlanıyor ve Yunanistan ile Türkiye arasında bir savaş olmuyordu.
ABD yetkilileri, yukarıda aktarılan noktaları değerlendirdikten sonra, BM barış gücünün oluşturulup siyasi bir çözüm bulunması için arabuluculuk çağrısını yapan Güvenlik Konseyinin 4 Mart tarihli kararını destekledi. Moran’ın çalışması, ABD’nin Kıbrıs politikasındaki değişiklikleri ve nedenlerini anlatıyordu. Moran’a göre, ABD Londra Konferansında sorunu NATO şemsiyesi altında çözmeye çalışmış ancak Makarios’un muhalefetiyle karşılaşmıştı. Makarios, BM’ye başvurunca ABD yeni bir tasarı sunarak hükümetin yalnızca Rumlardan oluştuğunu iddia ederek, Makarios’un meşruiyetini sorgulatmış ve Kıbrıslı Rumların girişimini engellemeye çalışmıştı. Ancak ABD’nin bu girişimi, Makarios’un manevraları karşısında yeterince etkili olamamıştı. Kıbrıslı Rumlar, ciddi bir çaba sonucunda Güvenlik Konseyinin daimi ve geçici üyeleri arasında tezlerine siyasi destek bulmuşlardı. Moran, Kıbrıslı Rumların en büyük desteği BM Genel Sekreteri U Thant’tan aldığını düşünüyordu. U Thant, Kıbrıslı Rumların argümanlarından çok etkilenmiş ve “Kıbrıs’taki Durum Üzerine Yeni Bir Görüş Belgesi”ni kaleme almıştı.
ABD, BM barış gücünün hızla hazırlanması için aktif destek verdi. ABD barış gücünün oluşturulması için gerekli olan 6 milyon doların 2 milyonluk kısmının kendisi tarafından karşılanmasını önerdi. ABD ayrıca, askerlerin taşınması için uçaklarını BM hizmetine sundu ve her düzeyde diplomatik bağlantılarını kullanarak, diğer ülkeleri asker ve finansal katkı yapmaları için teşvik etti.
Sonuç
BM Güvenlik Konseyinin 4 Mart 1964’da aldığı 186 no.lu karar taraflar arasında bir uzlaşı sonucunda gerçekleşti. Birleşmiş Milletler, NATO gibi sadece ABD’nin müttefiklerinin bulunduğu bir organizasyon değil, karşıt ve tarafsızların da bulunduğu bir dünya örgütüydü. O zaman Kıbrıs Cumhuriyetinin de üyesi olduğu Bağlantısızlar Hareketi ve Sovyetler Birliğinin başını çektiği komünist ülkeler Makarios’a önemli destek sağladılar. Yukarıda bahsedildiği gibi, Bağlantısız ülkeler kendi iç sorunları nedeniyle Makarios’un görüşlerine yakın duruyorlardı. Makarios Kıbrıs’taki çatışmaları “merkezi hükümete başkaldıran asilerin yarattığı sorun” olarak gündeme getirince bu görüşün destek bulması şaşırtıcı değildi. Sovyet Bloku da, Kıbrıs Cumhuriyetinin NATO tarafından yıkılmak istendiği kuşkusuna kapılınca Makarios’a tam destek verdi. Sonuçta ABD, Sovyetler Birliği, Bağlantısız ülkeler ve garantörler arasındaki pazarlıklar 186 no.lu kararı üretti.
Türkiye ise bu süreçte alabileceğinin en fazlasını almayı hedefledi. Ankara’ya göre 186 no.lu karar, uluslararası anlaşmalar konusundaki Türkiye’nin “görüşü mahfuz” tutuluyordu. Bu karar ayrıca, BM Barış Gücünün Kıbrıs’a gönderilmesini sağlıyordu. Yine BM Genel Sekreteri Kıbrıs sorununa “nihai bir çözüm şekli bulunmasına yardımcı olacak bir arabulucu tayin” ediyordu. Bu nedenle, “Kıbrıs’taki olay ve gelişmelerle ilgili olarak Türkiye’nin başlıca önem verdiği ve bir an önce istihsaline çalıştığı yukarıdaki maruz hususlar dikkate alındığı zaman bu karar tasarısının [kendisi] için tatminkâr bulunduğu” Ankara tarafından ifade ediliyordu.
Türkiye’nin olumlu bulduğu BM Güvenlik Konseyi Kararı Kıbrıs Türk liderliği tarafından endişe verici olarak karşılandı. Yazının ikinci kısmında, diğer konular yanında Türkiye Cumhuriyeti ile o zamanki Kıbrıs Türk liderliği arasındaki yaklaşım farklılıkları ortaya konmaya çalışılacaktır.