1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Bölünmenin Dayanılmaz Cazibesi (5)
Bölünmenin Dayanılmaz Cazibesi (5)

Bölünmenin Dayanılmaz Cazibesi (5)

Bölünmenin Dayanılmaz Cazibesi (5)

A+A-

 

Niyazi Kızılyürek
[email protected]

2004 Referandumları ayrılıkçı siyaset açısından bir dönüm noktası oluşturuyor. Kıbrıs Türk solunun başını çektiği adayı birleştirmeye dönük çabalar 2004 yılında Kıbrıs Rum toplumunun Annan Planını reddetmesiyle yerini büyük bir düş kırıklığına bıraktı. Referandum sürecinde Kıbrıslı Türklerin ortaya koyduğu birleşme iradesi ve ayrılıkçı siyasetin mimarı Rauf Denktaş’ın büyük bir yenilgi alması ülke bütünlüğüne dönük çabalara büyük bir ivme kazandırırken, Kıbrıslı Rumların “Hayır’ı” başta Kıbrıs Türk solu olmak üzere, birleşmeyi savunun Kıbrıslı Türkler arasında “irade kaybına” yol açtı. İçeride ve dışarıda ülkenin birleşmesine dair umutlar azalırken, Kıbrıs Türk solunda ayrılıkçı zihniyet ve yapılara eklemlenme çabaları dikkat çekmeye başladı. Program düzeyinde “Federal Kıbrıs” şiarı solun gündeminden düşmese de, taşıyıcı öznelerin performanslarında önemli değişiklikler oldu. O tarihe kadar federal çözümü “olmazsa olmaz” gören sol kesimde “evimizi temizleme” ve “kendi kendimize yetme” gibi KKTC sınırlarıyla sınırlı arayışlar gündeme getirildi.

Solun ileri gelen kadroları arasında federal devletin “mümkün olmadığı” telaffuz ediliyor, sayısı küçümsenmeyecek kadar siyasetçi Kuzey Kıbrıs’ta “sürdürülebilir kalkınma” imkânlarının olduğunu ileri sürüyordu. Kuşkusuz, bunda 2004 sonrasında yaşanan inşaat patlaması ve gelir düzeyindeki ani artış da etkili olmuştu. İnanç formasyonuna da yansıyan bu değişiklikler aslında mikro Kıbrıs Türk milliyetçiliği ile neo-liberal anlayışların bir sentezine dayanıyordu.

Bu süreçte ayrılıkçılık yeni bir boyut ve içerik kazanmaya başladı. Ayrı etnik cemaat olarak var olma fikri o tarihe kadar Türk milliyetçiliği temelinde savunulurken, artık Kıbrıs Türk milliyetçiliği ön plana çıkıyordu ve bu mikro milliyetçilik hem sağ hem sol cenahta etkili oluyordu. Söylem düzeyinde Kıbrıslı Rumlarla Türkiye’ye “eşit mesafede” durmaya özen gösteren mikro milliyetçi aktörler, ayrılıkçı yapılardan beslenen çevrelerle federal çözüme dair inancını kaybeden toplumsal kesimlere dayanıyordu.

Aslında sol ve sağ içinde bu türden fikirler referandum öncesinde baş göstermişti. Örneğin Demokrat Parti “Türk milliyetçisi değil Kıbrıs Türk milliyetçisi olduğunu söylüyor ve ayrı egemenlik icra etmeyi” savunuyordu. Kıbrıs Türk solu içinde de bir kesim federal çözüm umutlarını yitirmiş, siyaseten KKTC’ye entegre olup hükümet etmenin yollarını arıyordu. 2000’li yılların başında Kıbrıs Türk toplumu kaderini değiştirmek için ortaya büyük bir çaba koyarak 1974-Düzenine karşı başkaldırınca, sol güçler sürece yeniden öncülük yapmaya soyunmuştu. Ne var ki, 2004’ten sonra yeniden mevcut durumla yetinme gündeme geldi ve farklı söylemlerle de olsa 1974 Düzenine geri dönüldü.

1974 Düzeninin ne anlama geldiği çok açıktır. Tek kelime ile ifade etmek gerekirse,  ‘vilayetleşmedir’. Gelgelelim bu artık eskisi kadar rahatsız edici bir durum değildi. Kıbrıs Türk toplumunun ayrı bir toplum olarak var olup yaşatılmasını “önemsiz” bulan, bu fikri “değersiz” bulduğu için sahiplenmeyen ve ‘vilayetleşmede’ hiç bir sakınca görmeyen eski ve yeni milliyetçilerin yanı sıra, Kıbrıslı Türklerin varlığını önemseyen ama bunu mikro-milliyetçi bir anlayışla Türkiye ile Kıbrıslı Rumlara karşı mesafeli davranmak şeklinde ifade eden kesimlerin varlığı dikkatlerden kaçmıyordu.

Ne var ki, zaman ilerledikçe AKP hükümetinin dayatmaları karşısında mikro Kıbrıs Türk milliyetçiliğinin imkânlarının son derece sınırlı olduğu ortaya çıkmaya başladı. 2004’ten sonra başlayan kısmi “suni zenginleşme” kısa bir süre sonra yerini gerçek tabloya bıraktı.

Kıbrıs Türk toplumu hayatın bütün alanlarında Türkiye’ye her zamankinden daha bağımlıydı ve AKP hükümeti bunu her fırsatta Kıbrıslı Türklere hatırlatıyordu. Kıbrıs Türk solu bu bağımlılığı perdelemeye çalışıyordu. Giderek daha büyü oranda AKP hükümetlerine biat eden Kıbrıs Türk solu, taşıyıcı özne olmaktan uzaklaşıyordu. Ve en önemlisi “hafızasını” kaybediyordu. Ayrılıkçı aktörlerin bütün çabalarına rağmen Kuzey Kıbrıs’ta “sürdürülebilir” bir yapı kurulamadığı içindir ki daha doğuş aşamasında 1974 Düzenine karşı olan Kıbrıs Türk soluna siyaset yapma imkânları doğmuştu. Kıbrıs Türk toplumu 1974 düzeninin yaşanası ve yaşatılası bir düzen olmadığını kendi benliğinde yaşayarak görüp o düzene ve o düzenin yaratıcılarına karşı başkaldırmıştı. Bu olgu, sola politika yapma imkânları sunmuştu. 2004 sürecinde solu iktidara taşıyan temel faktör de bu olmuştu. Ne var ki, Kıbrıs Türk solu bütün bunları unutmuşa benziyordu. Artık asıl mesele AKP hükümetleri ile iyi geçinmekti. AKP ise Türkiye’de güçlendikçe, Kıbrıs Türk toplumuna karşı daha pervasız davranıyordu. Toplumun ekonomik ve siyasi bağımlılığını kültür alanına da taşımaya çalışıyor ve Kıbrıslı Türkler üzerinde kültürel hegemonya kurmaya çalışıyordu. Kıbrıslı Türkler açısından tablo vahimdi. Ne federal Kıbrıs devleti üstünden adanın bütününde egemenlik icra etmeyi talep eden, ne de adanın kuzeyinde egemenlik icra etme imkânına sahip olan Kıbrıslı Türkler, dört koldan anavatana bağımlı izole bir etnik grup görüntüsü çiziyordu. Ve siyasi elitler bu statü(süzlük) içinde siyaseti konum edinme yarışına indirgediler. Mikro Kıbrıs Türk milliyetçiliği ise kifayetsiz, iktidarsız bir sızlanma ideolojisine dönüştü...

 

Bu haber toplam 1544 defa okunmuştur
Gaile 353. Sayısı

Gaile 353. Sayısı