1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Bölünmenin Dayanılmaz Cazibesi (6)
Bölünmenin Dayanılmaz Cazibesi (6)

Bölünmenin Dayanılmaz Cazibesi (6)

Bölünmenin Dayanılmaz Cazibesi (6)

A+A-

 


Niyazi Kızılyürek
[email protected]

2004 Referandumlarından sonra beklentilerin tam tersine, Kıbrıslı Türklerin statüsünde bir değişiklik olmadı. Hatta toplumun özne olma kapasitesinde önemli düşüş yaşandı. Fransız düşünür Alain Badiou, Varlık, Olay, Hakikat ve Özne kavramları arasında paralellikler kurarak, “insan soyut anlamda özne olarak yoktur” der. Sadece belli koşullarda özne olmaya yönelir. Örneğin çokluklar, sonsuz farklılıklar ve “nesnel durumlar” olarak var olan durumla, yani nasibine düşenle yetinen insanlar oldukları için özne değiller. Öznenin ortaya çıkması için mevcut durumdan başka bir şeyin türemiş olması gerekiyor. Var olan durumun içinde barındırdığı ihtimallerden birinin veya birkaçının bilfiil hale gelmesi gerekiyor. Alain Badiou buna “Olay” diyor. Bizi yeni bir varlık tarzına, Özne olmaya zorlayan Olaydır.

Alain Badiou, var olandan (durumdan) Olaya geçişte “Hakikat Süreci”nden söz eder. Hakikat Süreci, mevcut duruma Olayın yol açtığı yeni perspektiften bakmak, bunda ısrar etmek anlamına gelmektedir. Bu bizi Olaya sahip çıkmak anlamında “Sadakat” kavramına götürür. Bir Olaya sadık olmak demek, durumu Olaya göre düşünerek hareket etmek demektir. Kişiyi Özne yapan da budur. Alain Badiou Özneyi sadakatin taşıyıcısı olarak tanımlar. Özne, Olaya karşı sadakat besleyen aktörden başkası değildir. Yani, Özne Olay’dan önce yoktur. Özne’yi yaratan Olaydır, çünkü Olay Özneyi Badiou’nun sözleriyle “yeni bir var olma biçimi ve durum içinde davranma tarzı icat etmeye zorlar”. Bu anlamda Sadakat, durumdan türeyen Olaya bağlı kalarak onun dayattığı yeni bir var olma tarzı icat etmeyi, yani Özne olmayı gerektirir.

Kıbrıs Türk toplumu bağlamında var olan durum 1974 Düzenidir. Olay ise bu durumun içinde var olan olasılıklardan biri olan Kıbrıs Türk toplumunun düzene başkaldırısının fiili hale gelmesidir. Olay ile birlikte “yeni bir tarz” geliştirmeye zorlanan aktörler bu süreçte Özne oldular ve 2004 sürecinin aktörleri olarak sahne aldılar. Burada sorulması gereken soru şudur: Kıbrıs Türk solu “2004 süreci Olayının” “Hakikat Sürecine” sadık kalarak duruma Olay üstünden bakmayı başarabildi mi? Kıbrıs Türk toplumunun başkaldırısı sonucu ortaya çıkan Olayın hakkını veren bir politika izleyebildi mi?

Kanaatimce, bu noktada önemli sorunlar yaşandı. Olayın yarattığı Özneler bir süre sonra Olaya “sadık” kalacak gücü kendilerinde bulamadılar ve duruma Olayın yarattığı perspektif üzerinden bakmakta önemli zorluklar yaşadılar. Başka türlü söylersek, 2004 sürecinde “Olaya” olan sadakat bir biçimde zayıfladı ve mevcut durum içinde tutunma çabası içine girildi. Ortada Olay kalmayınca da olanla yetinmeye, yani yeniden 1974 Düzenine geri dönüldü. Ne var ki, o düzende yer alan aktörler “mikro milliyetçi” özneler bile olamadılar. Çünkü hayatın hiçbir alanında egemenlik icra edecek konumda değillerdi.

Bu süreç elbette “soyut” bir ortamda yaşanmadı. Üçlü bir bağlam içinde gerçekleşti: Türkiye’nin baskın olduğu, doğasında ‘vilayetleşmeyi’ barındıran 1974-Düzeni ve Kıbrıs Sorununun federal bir devlet temelinde çözüme kavuşturulması konusunda irade sergilemekte güçlük çeken Kıbrıs Rum toplumu... Kanaatimce, 2004 sürecinin özneleri böyle bir “engelleyici bağlam” içinde “Hakikat Sürecine” sadakat göstermekte zaaf gösterdiler. 2004 sürecinin aktörleri Kıbrıs Türk toplumunun çıkarlarını AKP hükümetinin duruşu ile tamamen özdeşleştirdiler ve Kıbrıs Sorununun çözüm sürecini AKP hükümetinin manevralarına endekslediler. Çözüm sürecinde Kıbrıs Türk toplumunun acil ihtiyaçlarından yola çıkarak bir an önce sonuç almaya yönelmek yerine, Türkiye’nin çıkarlarını dikkate alan bir ‘zamanlama’ politikası uyguladılar. Çözüme ulaşmak için esnek politikalar üretmek yerine “çözüm yanlısı görünmekle” yetindiler. Çözümün içeriğine gelince… Burada Türkiye Cumhuriyeti kurumlarının ve Rauf Denktaş’ın ayrılıkçı politikalarının mirasının etkileri ile karşılaştık. “Ne kadar ayrı olursa o kadar iyi olur” anlayışından hareketle, federal Kıbrıs devleti iki etnik grubun birlikte yer alacağı çoğulcu bir düzenden çok, iki etnik grubun yan yana geleceği bir düzen olarak tahayyül edildi.

Ayrıca, 2004 sonrasında Kıbrıs Türk solunun Kıbrıs Rum toplumuna bakışında önemli değişiklikler oldu ve tam bir “ötekileştirme” yapıldı. Kıbrıs Rum toplumunun meşru çıkarlarından hiç söz edilmedi ve Kıbrıslı Rumların uğradığı hak ihlallerine karşı kayıtsız kalındı. Kıbrıs Rum toplumu ile diyalog kurmaktan kaçınıldı. Barış ve yakınlaşmaya dönük politikalara yeteri kadar önem verilmedi. En önemlisi, çözüm ve barış arayışının olmazsa olmaz koşulu olan Kıbrıs Rum toplumu ile (o toplumun bütün olumsuz tepkilerine rağmen) iletişim kurmaktan kaçınıldı ve “içe büzülme” yaşandı. Hatta Kıbrıs Rum toplumunun olumsuz tavrı bazı sol çevrelerde temelli ayrılma fikrinin bir bahanesi olarak görülmeye başlandı.

Kıbrıs Türk toplumunun içe (1974-Düzenine) kapanması ile özne olma kapasitesindeki kayıp at başı gitti. Türkiye’nin ağırlığı hayatın bütün alanlarda her gün biraz daha fazla hissediliyordu. Bir kez daha belli olmuştu ki, Kıbrıs Türk toplumu 1974 Düzeni içinde kaldıkça özne olarak var olamayacaktı. Özellikle AKP hükümetinin Kıbrıslı Türklere karşı giderek artan agresif politikası, Kıbrıs Sorununun çözümünün ne kadar acil bir ihtiyaç olduğunu bir kez daha herkese hatırlattı. Mikro Kıbrıs Türk milliyetçiliğinin 1974 Düzeni içinde hayata geçirilme koşullarının olmadığını da...

 

Bu haber toplam 1509 defa okunmuştur
Gaile 355. Sayısı

Gaile 355. Sayısı