Bölünmüş Kıbrıs’ta her iki tarafta “inkar kültürü”ne bir bakış...
Kıbrıs’ın kuzeyinde ve burada sürdürülen hayat içerisinde belki de sorun “inkar” kültüründen kaynaklanıyor. Adamızın güneyinde ve orada sürdürülen hayat içerisinde belki de sorun yine “inkar” kültüründen kaynaklanmaktadır.
“İnkar”ın hayatı nasıl altüst ettiğini ve insanların inanmak istediği “mitler” yarattığını açıkça görebiliyorum. Ve adamızın iki ana toplumunda bu “inkar” kültürünün bu adada ortak ve barışçıl bir gelecek kurmamızı nasıl engellediğini de görebiliyorum çünkü bu “inkar” nedeniyle barış, karşılıklı anlayış ve bu adada işbirliğine yönelik bir altyapı kurmamızın imkan ve ihtimali yoktur.
Katliamlar ve “kayıp” şahıslar ile toplu mezarlar, tecavüzler, savaş esirlerinin öldürülmesi ve tüm bunlarda bazı Kıbrıslıtürkler’le bazı Kıbrıslırumlar’ın rolü hakkında yazmaya başladığımda, yazılarımdan son derece rahatsız olanların sorduğu aynı soruyla karşılaşıyordum... Sanki de kendi aralarında ağız birliği etmişçesine aynı soruyu sormaktaydılar: “Bunları yazarken maksadın nedir? Tüm bu yazıları niçin yazıyorsun? Maksadın nedir?”
Yalnızca savaş suçlarına karışanlar değildi rahatsız olanlar, bazan onların yakın akrabaları, bazı köylüleri veya 1950’li yıllarda yeraltında birlikte savaşmış oldukları eski silah arkadaşları da olabilirdi bu rahatsızlığı duyanlar...
Tek bir hedefleri vardı: Gerçeği yerin altında tutmak, gerçeğin asla günışığına çıkmamasını sağlamak - oysa bunu yaparak kendi evlatlarını ve torunlarını ve tüm gelecek kuşakları “rehin” aldıklarını fark edemiyorlardı – çünkü yarı-gerçeklere ve yalanlara inanan böylesi kuşaklar yetiştirmek demek, toplumlarımızın manipülasyonu devam ettirilecek anlamına geliyordu...
Tek bir şey kesindi: Bu insanlar bir şey biliyorlarsaydı dahi, bunu inkar ediyorlardı... Açıkça itiraf edemiyorlardı yaptıklarını veya bildiklerini ve “Şimdi bunları tartışmanın sırası değildir” diyerek derhal “öteki taraf”ın geçmişte ne kadar korkunç suçlar işlediklerini sıralamaya başlıyorlar ve onlarla neden “asla bir arada yaşayamayacağımızı” ispat etmeye çalışıyorlardı. Ve beni suçlamaya girişiyorlardı – “öteki tarafın adını temize çıkarmaya çalışmak”la suçluyorlardı... Eğer beni suçlayan şahıs bir Kıbrıslırum ise, beni “Türkler’in adını temize çıkarmaya çalışmakla” suçluyordu, eğer bana saldıran bir Kıbrıslıtürk ise, o zaman bu şahıs da beni “Kıbrıslırumlar’ın adını temize çıkarmaya çalışmakla” suçluyordu... Ve bu seneler boyu böylece devam ediyordu...
Aslında bugün sosyal medyaya bakacak olursanız, özünde hiçbir şeyin değişmemiş olduğunu ve gerçeği yazdığımız zaman ne tür saldırılarla karşı karşıya kaldığımızı görebilirsiniz.
“İnkar” kültürünün felsefesi ve temsil ettiği şey canlıdır, herkesi susturmaya çalışır, yarı-gerçeklere sarılırlar, kişisel çıkarlar ve kazançlar elde ettikleri yalanlara dayalı bir sisteme sarılırlar...
Geçmişte birileri bana saldırdığı zaman, onların sistemden ne gibi bir çıkarları olduğuna bakardım dikkatli biçimde: Bana saldıran bazı Kıbrıslıtürkler aslında İngiltere’den gelerek bazı Kıbrıslırumlar’a ait şahane arazileri kapmışlar, bunların üstüne villacıklar inşa etmişler ya da bunları hazır bulup içine yerleşmişler, denize nazır güzel bir hayat sürdürmekteydiler. Bana saldıran bazı Kıbrıslırumlar ise hükümetten bazı çıkarlar elde etmişler ve “derin devlet”in “resmi çizgisi”nin sarsılmaz savunucularına dönüşmüştü... Bana saldıran bazı Kıbrıslırumlar ise açıkça katillerdi: Bunlar, gerek 1963-64’te, gerekse 1974’te yalnızca Kıbrıslıtürkler’i öldürmemiş, aynı zamanda 1950’li yıllardan başlayıp 1974’lere kadar devam ederek bazı Kıbrıslırumlar’ı da öldürmüşlerdi. Apaçık katillerdi bunlar... “Yutseverliğin”, “milliyetçiliğin” arkasına saklayıp işledikleri suçları örtüyorlardı – açıkçası öldürmekten zevk alan şahıslardı bunlar. Ama sayıları azdı bu katillerin... Bana saldıranların ve beni susturmaya çalışanların ezici çoğunluğu sade insanlardı, bunlar gerçeğin ortaya çıkmasından korkuyorlardı... Statükoda kendi kimliklerine güzel bir sığınak elde etmişler ve eğer böyle şeyler tartışılırsa, birşeyleri kaybetmekten korkuyorlardı...
Bir de her iki taraftan gerçeği yazdığım için beni suçlayan az sayıda kişiler vardı ki bunlar da bu adanın iki ana toplumunun bir araya gelmesini benim yazılarımın engelleyeceğini iddia ediyor ve geçmişe dair yazdıklarıma derhal son vermemi istiyorlardı...
Bu önde gelen ilericilerden birisi bana açıkça “Partisinin kendisine bana yardım etmemesi, benden uzak durması” için uyarıda bulunduğunu, geçmişe dair yaşananları yazıp bunları ortaya çıkarmanın “tehlikeli” olduğunu ve “yeni çatışmalara yol açacağını” söylediklerini anlatmıştı... Bu önde gelen ilerici kadın “Ancak zaman içerisinde bunun doğru olmadığını gördüm... Yazdıkların toplumlarımıza yardımcı oldu ve herhangi yeni bir çatışma da çıkmadı” demişti...
Kıbrıslıtürk gençliğinin ilerici liderlerinden birisi de, ilerici bir siyasi partinin Genel Sekreteri tarafından benden uzak durması ve benimle konuşmaması konusunda uyarı almıştı çünkü yazdıklarım “sorunlara” yol açabilirmiş... Zaman içerisinde bu genç sözkonusu ilerici partide kendisine yer olmadığını anlayarak Kıbrıs’tan ayrılmıştı – çünkü yalnızca emirleri uygulaması isteniyordu, kendi düşüncelerini uygulaması için alan yoktu... Şimdilerde Londra’da yaşıyor ve eşiyle birlikte orada bir hayat kurmuş bulunuyor... Bu, yurdumuzun kaybıdır...
Bir diğer kadın ise bir gazetede bir makale yazarak yazdıklarıma artık son vermem için bana çağrıda bulunmuştu! Geçmişle ilgili yazılarımdan vaz geçmemi istiyordu! Bu kadın son derece etkili ve zengin bir Kıbrıslırum aileden geliyordu, adanın iktidardaki elitlerinin “demokrat” kanadındandı – yaptığım şeyin yanlış olmadığını zaman içerisinde gördükten sonra kendisi de oturup hatıralarını kaleme alıp bunu kitap olarak yayımlayacaktı!
Adamızın kuzeyinde bu “inkar” kültürü, tüm bunların ötesine geçiyor ama – egemen elitlerin insanların beynine yerleştirmeye çalıştığı bir felsefedir bu “inkar” kültürü... Ve son derece acı verici birşeydir çünkü adamızın tüm tarihi silinmeye, Kıbrıslı olan herşeyin inkar edilmesine dayanıyor ve tüm bunların yerine “Kuzey Kıbrıs” konsepti/kavramı yerleştirilmeye çalışılıyor.
Günümüzde bunu, Kıbrıs’ın kuzeyinde yaratılmış sistemden beslenenler arasında kökleşmekte olduğunu görebilirsiniz... Örneğin kadınlar hakkında bir kitap mı çıkarılıyor? Bu kitap “Kıbrıslıtürk kadınlar” hakkında değildir, “Kuzey Kıbrıs’ın Kadınlarının Değeri” hakkında oluyordur...
Hatta “Kıbrıslıtürk toplumu” kavramı bile bilinçli olarak tümüyle silinmeye çalışılmaktadır, yalnızca “Kuzey Kıbrıs’ta yaşayanlardan” söz edilmektedir.
Eğer Kıbrıs’ın tüm tarihini inkar edip de adanın yalnızca belli bir bölgesine odaklanıyorsanız, orada daha önce neler yaşanmış olduğunu inkar ediyorsanız, kültürel değerleri, tarihi değerleri, geçmişle ilgili herhangi bir şeyi inkar ediyorsanız ve tüm bunların yerine “geçmişle hiç alakası olmayan, tümüyle yeni bir şey” kurmaya çalışıyorsanız, bundan ne tür “şeyler” çıkabileceğini düşünebilirsiniz...
Böylesi bir yaklaşım ancak yüzelsel şeyler üretebilir, geçmişe dair herhangi bir değere, herhangi bir kültürel çalışmaya dayanmaz, kökleri yoktur ve havada kalır... Hatta Kıbrıs’ın biyoçeşitliliğini içeren, örneğin bitkileri, kelebekleri ya da kuşlarıyla ilgili bazı kitaplar dahi yalnızca “kuzey” ile ilgili imişler gibi gösteriliyor ve bunlar böyle yayımlanıyor!
İnsanların “yeni şeyler” icat etmeye çalıştıklarını ve bunların herhangi bir şeyle alakalı olmadıklarını da görüyoruz! Çünkü kültürümüzün köklerini, renklerini, değerlerini, geleneklerini, motiflerini, tarihsel mirasımızı inkar ederek bir şey yaratmaya çalışmak son derece yüzeyseldir ve dünyada sürdürülebilir biçimde var olamaz. Ve en azından benim için tüm bunları gözlemlemek, son derece acı vericidir...
Adamızın güneyiyle ilgili gözlemlerime gelince, Kıbrıslırumlar’ın egemen elitleri, Kıbrıslıtürk toplumuna ilişkin bir inkar kültürünü yerleştirmişler, tarih kitaplarını ve insanların kafalarını yarı gerçeklerle doldurmuşlardır.
En iyi Kıbrıslırum arkadaşlarımdan birisi bana – ki benim yaşlarımda, 60’lı yaşlarda bir kadındır – karma bir köyde yaşadıkları halde, hiçbir zaman Kıbrıslıtürkler hakkında düşünmediğini, onların eğitimde herhangi bir başarı elde edebileceğini akıl edemediğini anlatmıştı... Aslında onlar hakkında hiçbir şey düşünmüyordu! Aynı köyde yaşadıkları halde, Kıbrıslıtürkler onun için “görünmez”di ve kafasında “önemsiz” idiler...
“Ama köyünüzde mutlaka Kıbrıslıtürk öğretmenler vardı, değil mi?” dediğim zaman da, “Ama bunu hiç düşünmemiştim ki!” demişti... Ancak seneler sonra, kendi çabalarıyla Kıbrıslıtürk toplumunu gerçekten tanımaya başlayacak ve kafasının içerisindeki kalıp yargıları yıkacaktı böylece... Sözkonusu olan şey, Kıbrıslırumlar’la birlikte acı çeken, çalışan, evlatları için bir hayat kurmak isteyen Kıbrıslıtürkler’in insan olarak “inkar” edilmesiydi... Onlar da Kıbrıslı’ydı... Ancak Kıbrıslırumlar’ın ezici çoğunluğu, “Kıbrıslı” dediğinizde, Kıbrıslıtürkler’i “inkar” edip “görünmez” kılarak sadece “Kıbrıslırumlar”ı düşünüyor... Ve bu ezici çoğunluk Kıbrıslıtürkler’i bu adanın insanı olarak değil, “Türk” olarak görüyor, Kıbrıslılar olarak varlıklarını “inkar” ediyorlar... Oysa bu inkar onca acı ve ızdıraba yol açmıştı – sonuçları da çok açık biçimde görülebiliyor...
İlerici bir milletvekili olan bir Kıbrıslırum kadınla – babası öldürülmüştü solcu olduğu için – bir keresinde röportaj yapmaya gittiğimde, bana “Biz Kıbrıslılar, siz Türkler’le anlaşmak, barış içinde yaşamak istiyoruz” demişti – en çarpıcı anlardan birisiydi bu benim için... 1980’li yıllarda oluyordu bu ve ona bizim Kıbrıslıtürk olduğumuzu “hatırlatmak” zorunda kalmıştım! Durum tam bir trajediydi çünkü Kıbrıslırum toplumunun 200 senedir asla değişmemiş olan eğitim sisteminin etkisiyle ilk kez karşı karşıya geliyordum. En ilericiler dahi, bu eğitim sisteminden geçmişti ve Kıbrıslıtürk toplumunun varlığı “inkar” edilip, “görünmez” kılınıyordu... 2000’li yıllarda bir Kıbrıslıtürk arkadaşım, Kıbrıslıtürkler’in bu konudaki durumunu “Sevimli Hayalet Casper”e benzetecekti...
Günümüzde sözkonusu ilerici Kıbrıslırum milletvekilinin mensubu olduğu siyasi parti, bu konuda çok büyük ilerleme kaydetti – en azından artık “Kıbrıslılar, Türkler ile barış yapmak ister” diyene rastlamıyorum ilerici partilerde güneyde – fakat gene de nüfusun büyük çoğunluğu, kilisenin çok büyük bir parçası olduğu gerici eğitim sisteminin etkisi altındadır ve adada Kıbrıslırumlar’dan başka toplumların da yaşadığını, onların da Kıbrıslı olduğunu öğrenmek isteyenler, ancak kendi çabalarıyla ya da iki toplumlu etkinliklere katılarak bunları öğrenebiliyorlar... Sözkonusu “inkar” kültürü, devasa boyutlardadır ve bununla mücadele eden Kıbrıslırum arkadaşlarımla, barış atkivistleriyle, eğitimcilerle gurur duyuyorum... Yine de yürünecek çok ama çok uzun bir yol vardır... Çatışmaya sürüklenmek çok kolaydır, zor olan toplumlarımızın birbirini daha derinden anlayıp birbirleri hakkında yüzeysel haberlerin ötesinde şeyler öğrenebilecekleri bir paylaşım kültürü yaratmaktır. Bunun için de en büyük görev yazarlarımıza, çevirmenlerimize düşüyor – edebi eserler, alternatif haberler çevrildikçe, ortak etkinlikler yaygınlaştırıldıkça, karşılıklı anlayışın yolları açılabilecektir...
Bugün olduğundan çok daha iyi bir karşılıklı anlayış kurmaya birlikte çaba göstermeli ve bölünmüş Kıbrıs’ta her iki taraftaki “inkar” kültürüyle yüzleşip mücadele etmemiz gerekmektedir. “İnkar”la ne kadar yüzleşirsek, bu adada birlikte var olma şansımız da o kadar fazla olacaktır...