Bölünmüşlüğü Aşan Eller
Bölünmüşlüğü Aşan Eller
Derya Beyatlı
[email protected]
Ortak gailemiz, ortak vatanın yeniden birleşmesidir. Yeşil hattın kuzeyine düşen kısımda yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri, ortak vatana dair umutlarımızı yeniden diriltti hepimizin. Çözümsüzlüğü ve korkuyu simgeleyen bir dönemi kapatıp, değişim devrini açtık 26 Nisan gecesi, minik bir devrim yaptık. Zaferimizi kutlamaya giderken İnönü Meydanı’na, yalnız değildik. Kıbrıslı Rum dostlar da sevincimize ortak olmaya geldiler, ne de iyi ettiler.
Cumhurbaşkanı Akıncı "Artık birbirimizin acılarını sarma zamanıdır. Geçmiş kuşaklar bu acıları paylaştı, gelecek kuşaklar bu adanın nimetlerini paylaşsın" derken, özlemle kucaklaştık biz.
Bu kez dedik, bu kez olacak, başaracağız!
1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’nda yeniden buluştuk dostlarla, kutlamaya kaldığımız yerden devam ettik. Meydana karışık girdi gruplar. Rumca pankart açtı Türkler, ‘Kıbrıs’ta Barış Engellenemez’ diye Türkçe haykırdı Rumlar. Kim Kıbrıslı Rum, kim Kıbrıslı Türk bilemedik, bilmek de istemedik zaten. Allara, mollara bürünmüş, aynı türküleri söyleyen, aynı toprakların çocuklarıydık biz ve çok güzeldik. Bunalmıştık anavatanlardan, bayrak, toprak edebiyatından, kavgadan, milliyetçilikten ve ezilmekten. Belki ilk kez tam anlamıyla kavrıyorduk kavganın ortak olduğunu.
‘Ben Akıncı’ya Anastasiades’e güvendiğimden daha fazla güveniyorum’ dedi, sınırın güneyine savaştan sonra savrulmuş bir yürek. Ait olduğu topluma bakmadan bir kişiye, bir fikre, dimdik bir duruşa oy verebileceğini anlatıyordu bana. ‘Çok yakında Akıncı’yı Birleşik Kıbrıs’ın Cumhurbaşkanı olarak görmek istiyorum’ diyordu.
Çözümün Barış anlamına gelmediğini, birbirimize güven duymayı öğrenmemiz gerektiğini, ancak o şekilde birlikte yaşayabileceğimizi o yıllar önce anlamıştı zaten.
Bölünmüşlüğü Aşan Eller (Hands Across the Divide) isimli Kadın Örgütü’nü birlikte kurmuştuk. Bir avuç kadındık, toplumlarımız arasında köprüler kurmaya, birbirimizi tanımaya, anlamaya heveslenmiştik. Sınırın kapalı olduğu dönemlerde hafta sonları Pile’de buluşup hikâyelerimizi paylaşıyorduk. Sivil polisler yediğimiz balığın milliyetini sorgularken biz birlikte Limasol’da, Girne’de yemek yeme düşü kuruyorduk ve birbirimizi ziyaret etmek. 90’lı yılların sonunda tanışmıştık, bir konferansta.
Bölünmüş bir ülkenin bölünmüş kimliklerini taşıyorduk ve çok yaralıydık. Ortak bir örgüt kurup, ortak üyeler olmak için İngiltere’ye uçmamız gerekti. Derneğimizi Londra’da kaydettirdik ve üyesi olduk Kıbrıslılar olarak. Hiç önem vermedik kimin söylediğine, ortaya atılan fikre karşı çıktık sadece veya destek olduk. Ettiğimiz kavgaların haddi hesabı yoktu ama sonuçta birbirimizi dinlemeyi ve anlamayı öğrendik. Siyasetin, etnik kimliğin, konuşulan dilin ötesinde bir dil geliştirdik biz, Barış’ın dilini kurduk bir avuç cesur kadın.
Kuzeydeki değişim rüzgarına, güneyden umut ışığı eşlik ediyor bugünlerde. Kuzeyden uzanan eli, güney tutacak izlenimi veriyor. 2004 yılında yaşadığımız hezimetten sonra temkinli bir umut var çoğumuzda. Yeniden hayal kırıklığına uğramamak için beklentilerimizi düşük tutmaya çalışıyoruz. Bir yandan da heyecanlanıyoruz, yerimizde duramıyoruz. Müzakerelerin başlamasını beklerken biz neler yapabiliriz diye tartışmalara başladık çoktan.
Bireylerde olduğu gibi toplumların da davranışlarını umutları ve korkuları belirler. İki toplumlu yapılan çalışmalar, sınır kapılarının açılmasından sonra yakalanan umut dolu atmosferin, referandum sonrasında hızla korkuya dönüştüğüne ve geçen yılların iki toplumun birbirine güven duyması yönünde yardımcı olmadığına işaret etmektedir.
Diğer taraftan, az da olsa ortak başarı hikâyeleri yaşanmış, İngiliz Okulu, Amerikan Akademisi, Fransız Koleji gibi Kıbrıslı Türklerin sayısal olarak azınlık oldukları kurumlarda, Kıbrıslı Türkler çoğunluğun desteğini almayı başarmıştır. Bu ciddi umut vaat eden bir gelişmedir.
2003 yılında yaratılan yakınlaşma rüzgarının yeniden doğmak için gün saydığını ve tarafların bunun artık birleşmek için son şans olduğunun farkına vardığını düşünüyorum. 2004 yılında yaptığımız en büyük hata birbirimizle konuşmadan, ayrı ayrı kendi toplumlarımızda kendi kavgamızı vermeye çalışmak olmuştu. Kavganın ortak olduğunu ve birlikte çözümün önündeki tüm engellere karşı verilmesi gerektiğini anladığımız ve uygulamaya koyduğumuz oranda bu ülkeyi yeniden birleştirme şansımız yükselecektir.
Ortak yaşam örneklerinin çoğaltılması ve paylaşılması, ortak projeler yaratılıp birlikte emek verilmesi, karşılıklı al-ver süreçlerinin devreye sokulması, yakında başlayacak müzakereler ile birlikte yürütülmesi gereken güven artırıcı unsurlardır. Bu yönde atılan adımların sivil toplum tarafından desteklenmesinin ötesinde sahiplenilmesi son derece önemlidir.
Unutulmaması gereken ise varılacak çözümün bir son değil, bir başlangıç olacağı ve daha verilecek çok büyük mücadeleler olduğudur.
Tabii ki yine hep birlikte, yan yana, omuz omuza.
6 Mayıs 2015
Lefkoşa