1. YAZARLAR

  2. Asım Akansoy

  3. Bölünmüşlüğü meşrulaştırmak !
Asım Akansoy

Asım Akansoy

SİYASET MEYDANI

Bölünmüşlüğü meşrulaştırmak !

A+A-


Uluslararası Kriz Grubu  , bölgesel sorunlar üzerinde 1995 yılından beri çalışma yapan, dünyanın pek çok bölgesinde gözlemcisi bulunan küresel çapta bir sivil organizasyondur. Yıllık yirmi milyon dolarlık  bütçesi ve bunun yüzde ellisinin hükümetlerin katkılarıyla oluşması dikkate değer. Birleşmiş Milletler örgütünün eski yöneticilerinden oluşan üst düzey kadrosu ve ABD’nin dış politikasına paralel yorum ve analizleri gözden kaçırılmaması gerekenler arasında...

Kıbrıs konusu ilgi alanlarından bir tanesi. Bugüne dek yayınladıkları Kıbrıs Raporları, en genelde Ankara’nın Dış Politikasını vurgulayan bir içeriğe sahip. Kıbrıs’ta çözüm merkezli yaklaşımları federasyon ve konfederasyon arasında gidip gelen kısmen gerçekleri kısmen Ankara’nın beklentilerini ifade eden bir içerik taşıyageldi. Dolayısıyla, hem yeni açılımlar konusunda (örneğin, Kıbrıs’ta tarafların karşılıklı olarak Türkiye ve Yunanistan’ı ziyaret etmesi konusunu ilk gündeme getiren Grup olmuştu) hem de gelişmelerle ilgili yaptığı değerlendirmelerle konu ile ilgilenen resmi ve sivil otoritelerce ciddiye alındıklarını belirtmekte yarar var.  Grubun, 14 Mart tarihli son raporunun başlığı “Bölünmüş Kıbrıs: Kusursuz Olmayan Bir Gerçekle Yüzleşmek”. Kriz Grubu, yeni raporu ile bizlere bölünmüş Kıbrıs için başlayan yeni  müzakerelerde “en akıllıca”  yolun adayı bölmek olduğunu anlatıyor.

Burada rapordan belli kısımları sizlerle paylaşıyorum...

• Görüşmelerde ve perde arkasındaki yeni diplomaside Kıbrıslı taraflar ve uluslararası toplum, Kıbrıslı Türklere tam bağımsızlık ve AB üyeliği verilmesi yoluyla farklı bir birliğe giden yolu denemeliler. Özellikle Kıbrıs Türk devletinin oldukça güçsüz olması bekleneceğinden, alışılmışın dışında düşünmek, tarafları aslında bir federasyonu kabul edebilecekleri konusunda ikna edebilir. Fakat yeni ve gerçekçi bir yaklaşım, Türkiye’nin çözüme dönük yeni siyasi iradesinden, Kıbrıslı Rumların ekonomik sorunlardan onurlu bir şekilde çıkma gereksiniminden ve Kıbrıslı Türklerin hem AB içinde olma hem de işlerini kendileri yönetme isteklerinden faydalanmanın en ideal yolu da olabilir.

• Kıbrıslı Türklerin kendi kaderini tayin etmesini meşrulaştırmak, ...

• Uluslararası alanda tanınan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yönetimini 1964’te eline geçiren Kıbrıslı Rum çoğunluk, resmi bir bölünmeye alenen karşı çıkıyor. Bu tavır, BM Güvenlik Konseyi kararları ve özellikle Türkiye’nin 1974’teki işgali ve sonrasında iki toplumun fiziken ayrılması nedeniyle başta AB olmak üzere Kıbrıs’ın müttefik ağı tarafından destekleniyor.

• Şubat 2014’ten bu yana görüşmelere katılan yetkililer, şimdiye kadar tahayyül edilen en hafif federasyonu hedeflediklerini dile getiriyorlar. Kıbrıslı Rumların ve Türklerin baş müzakerecileri, Ankara ve Atina’yı ziyaret ettiler ve yeni bir iletişim kanalını açmış oldular. Ne var ki kötü alametlerin sayısı fazla.

• Türkiye ve Yunanistan, yani bir uzlaşmaya varılmasında en güçlü konumda olan dış güçler, görüşmeleri prensipte destekliyorlar; ancak liderleri, daha başarılı olmalarını sağlayabilecek kamu diplomasisinde son derece az çaba gösterdiler.

• Mevcut durum, uzun ömürlü ve barışçıl görünüyor ve sürekli olarak daha iyiye gidiyor. 1996’dan bu yana adayı ayıran Yeşil Hat’ta ölüm yaşanmadı. Günlük yaşamdaki temel sorun, adanın bölünmüşlüğü değil, defakto bölünmenin müzakere edilmemiş olması. Özel toplantılarda her iki taraftaki işadamları ve tüm taraflardaki diplomatlar, görüşmeler için yeni bir çerçeveyle gitgide daha fazla ilgileniyor görünüyorlar.

• Bu rapor, tarafların AB bünyesinde Kıbrıslı Türkler için karşılıklı olarak uzlaşılmış bağımsızlık seçeneğini gayriresmi biçimde dikkate almaları gerektiğini savunuyor. Böylesi bir seçeneğin mümkün olması AB üyeliği prosedürlerine, bu durumda da devletleri halihazırda AB’ye üye olan ve bu nedenle yeni bir üyenin kabulünde veto hakkına sahip olan Kıbrıslı Rumların bunu gönüllü olarak kabul etmesine bağlı olacaktır. Bu gönüllü kabulü sağlamak için Türkiye’nin ve Kıbrıslı Türklerin pek çok öneri sunması gerekecektir:

 Gazimağusa’nın yakınlarında bulunan ve uzun süredir işgal altında olan hayalet sahil kasabasını iade etmek;
 Türkiye’nin işgal ordusunun tamamını veya tümüne yakını çekmek;
 1960’da adanın bağımsızlığına eşlik eden uluslararası garantilerden vazgeçmek; iki tarafın da karşı tarafta hala sahip olduğu mülklere dair genel bir uzlaşmanın kapsamında teminatlı tazminat önermek;
 gelecekteki Kıbrıs Türk devletinde Kıbrıslı Rumların çözüm sonrasında mülk satın almalarını engelleyecek şekilde AB müktesebatında istisna taleplerinden vazgeçmek
  ve doğalgaz rezervlerine sahip olduğu kanıtlanan adanın güneyindeki karasuları üzerinde Kıbrıslı Rumların hakimiyete sahip olduğunu kabul etmek.

• Mevcut Kıbrıs Cumhuriyeti ile yeni bir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin AB bünyesinde yan yana olması, Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin esasen arzu ettikleri unsurların büyük bölümünü sağlayabilir. Bir çözüme ulaşılmazsa müzakere edilmemiş bölünmeden kaynaklanan sürtüşmeler devam edecektir. Türkiye’nin AB ile ilişkilerindeki tıkanıklık sürecek ve AB’ye üye olan Kıbrıs Cumhuriyeti ile NATO’ya üye olan Türkiye arasında yaşanan diplomatik düello nedeniyle AB ile NATO’nun resmi düzeyde işbirliği yapmasının önündeki engeller devam edecektir. Kıbrıslı Türkler, haksız bir tecritte yaşamayı sürdüreceklerdir. Kıbrıslı Rumlar ise daha derin bir ekonomik sıkıntıya, mülkiyet haklarından daha uzun süre mahrum kalmaya, doğalgaz kaynaklarından faydalanmak konusunda maliyetli engellere, Türkiye üzerinde azalan ikna gücüne ve en kötüsü süresiz bir belirsizliğe mahkum olacaklardır.”

Yukarda öne çıkardığım içerikten de anlaşılacağı üzere, uluslararası camianın ada üzerinde planladığı yeni senaryo, adanın bölünmesi. Bunun adını, “belirsizliğin ortadan kalkması” olarak tanımlıyorlar. Belirsizliğin ortadan kaldırılması, adanın bölünmesi demek. Adanın bölünmesi ile, uluslararası camianın daha az sorumluluk üstleneceği, Kıbrıslı Rumların ve Türkiye’nin ise kazançlı çıkacağı bir model geliştirilmeye çalışıldığı anlaşılıyor.

Çözümü, statükonun meşrulaştırmasına indirgeyen bu yaklaşımın, Cumhurbaşkanı ve çevresi yanında, adanın federal bir çatı altında birleşmesinden kendi ulusal çıkarları bağlamında endişe duyan Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın görüşlerine paralel olduğunu düşünmek abartı sayılmasa gerek. Farklı zamanlarda Türk diplomatlarının de özel görüşmelerde ifade ettiği, “masadan kalkılmayacak”, “ne olacaksa masada olacak”, “atılacak adımlarda Kıbrıslı Rumların iknası sağlanacak” yönündeki değerlendirmeleri de hatırladığımızda sanırım, stratejik planlamanın “ya çözüm ya taksim”  olduğu yönünde daha önce de ifade edilen resmi bir duruşun ve girişimin olduğunu not edebiliriz. Öyle ki çok uzun bir süreden beridir federal çözüme dönük bir çaba sarfetmeyen, bu yönde açık girişimde bulunmayan sadece genel destek verme eğiliminde olan Ankara’nın bu duruşunun da bahsettiğim raporda da yer alıp, yorumlanması ilginç bir işarettir. Üstelik, müzakerelerden sorumlu kişi olan Cumhurbaşkanı’nın böyle bir ortamda federasyon için etkin bir çaba içerisine girmesini beklemek imkansızdır.

ABD Dışişleri Bakanlığı eski Müsteşar Yardımcısı, emekli Büyükelçi ve Turkas Petrol yönetim kurulu üyesi Matthew Bryza ile yapılan bir söyleşide  de aynı yaklaşımın izlerini bulmak mümkün. Bakınız Bryza ne demiş:
“...Kıbrıs’ta kapsamlı bir çözüme kısa vadede ulaşılabileceğini düşünmüyorum. Gelişmelerin sırayla yaşanacağını düşünüyorum. Daha önce anlattığım gibi, Kıbrıs konusunda belli bir ilerleme sağlandığında enerji konusunda birkaç adım atılabilecek. Enerji konusundaki adımlar insanları çözüm konusunda daha fazla motive ettiği için, çözüm konusunda belli birtakım adımlar daha atılacak. Bunlar enerji konusunun ilerletilmesini sağlayacak. Yani, enerji ve çözüm konusu birbirlerini etkileyerek ve motive ederek ilerleyecekler.
Türkiye Ankara Protokolü’nü hayata geçirebilir. Buna bağlı olarak Maraş’ta belli adımlar atılır ve Mağusa Limanı açılır. Belki Kıbrıslı Türklerin ürünlerine AB’nin tanıyabileceği bir menşe belgesi verilir. Böylece Ankara Protokolü sadece limanların açılmasından çok öte bir anlam kazanır. Kıbrıslı Türklerin dünyaya biraz olsun açılabilmesine imkan verir. Bu anlattığım çok büyük bir dönüşüm demektir. Evet, kapsamlı çözüm değil belki, ama çok büyük bir dönüşüm. Tabii, bu dönüşüm havayı çok olumlu bir şekilde etkiler ve Kıbrıs’ın, boru hattının kıta sahanlığından geçmesine izin vermesi için bir formül geliştirilmesinin önü açılır. Evet, bu enerji iş birliği için Kıbrıs’ta ilerleme kaydedilmesi gerekiyor; ancak ille de hemen kapsamlı çözüm olması gerekmiyor. Hatta enerji işbirliği için kapsamlı çözümün ön şart olduğunu düşünmenin tehlikeli olduğuna inanıyorum. Enerjiden elde edilecek gelirin paylaşımının çözümün bir parçası haline getirilmesini tehlikeli buluyorum. Bu, zaten karmaşık olacak bir çözüm süreci ve çözüm planının daha da karmaşık hale gelmesine neden olur. Bence, enerjiden elde edilecek potansiyel gelirin, taraflara bir motivasyon ve teşvik teşkil edecek şeklinde çözüm sürecinin dışında tutulması lazım. Bu konu politize edilmemeli.”

Gariptir, yukardaki her iki yaklaşım da, 11 Şubat’ta imzalanan ve  taraflarca memnuniyetle karşılandığı ifade edilen Ortak Metinin tamamen dışında. Bu açıklamanın ve raporun, sıradan, keyfi ve mesnetsiz olduğunu düşünmek bana aşırı safça geliyor.  Tek gündem bu olmayabilir, ancak gelişmelerin seyrine bağlı olarak (daha doğrusu gelişmeleri yöneterek)  çözüm yapılamıyorbölelim noktası Raporda ortaya konanmaktadır.Bu yaklaşım ise Kıbrıs Türk sağ partilerinin ve Cumhurbaşkanı’nın çeşitli açıklamaları ile örtüşüyor.

Masada federal çözüme ulaşılamazsa, Kıbrıslı Rumların ekonomik sorunlarını ve Kıbrıslı Türklerin ayrılıkçılığı ile bilinen seçilmiş Cumhurbaşkanının halk tarafından tercih edildiğini gerekçe göstermek süreci başından öldürmeye çalışmak demektir.

Bu tür senaryoları bilerek gelişmeleri (Kudret Özersay’ın bir aydan beridir, görüşme notlarını Meclisle paylaşmayarak hareket etmesini; Meclisin devre dışı bırakılmasını; Dışişleri Bakanı’nın dışlanmaya çalışılmasını v.d) değerlendirmek çok önemlidir. Masada kalarak bölmeye yönelmek  Kıbrıslı Türklerin mutlak zararına olan maceraperest bir tavırdır.

Hem sürecin takipçisi olacağız hem de buna asla izin vermeyeceğiz.

 

-----------------------

Uluslararası Kriz Grubu Raporu ile ilgili haberi okumak için TIKLAYINIZ

Bu yazı toplam 4119 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar