'BORÇLA NEREYE KADAR'
Maliye eski Bakanı Birikim Özgür hükümetin ‘İÇ BORÇLANMA’ ile maaş ödemesini YENİDÜZEN’e yorumladı: “En ucuz sirklerde bile itibar edilmeyecek bir numara!..”
• "UBP ve DP, ülkeyi yıllarca sömürerek yandaşlarına peşkeş çekmiş iki partidir. Uzun yıllar içerisindeki yanlış uygulamalarıyla halkımızın acı reçetelerle yüz yüze kalmasına sebep oldular. Ülkeye büyük zararlar verdiler. Serdar Denktaş bu anlayışın en önde gelen temsilcilerinden oldu uzun yıllar boyunca…”
• “Şimdi bu kişi ve anlayışın borçlanmayı, hem de cari giderler için yani maaşlar için borçlanmayı bir marifet gibi göstermeye çalışması en ucuz sirklerde bile itibar edilmeyecek bir numaradır…”
• “CTP’nin ciddi bir birikime sahip olduğunu ve diğer solcu partilerle kıyaslandığında ülkenin mali gerçeklikleri ile sol idealler arasında son derece sağlıklı bir denge kurabildiğini tespit etmekte yarar var. Diğer yandan ülkemizdeki sağcı partilere baktığımızda çok vahim bir tablo ile karşılaşıyoruz. Borçlanmayı marifet gibi gösterme çabaları…”
• “Bir çırpıda 60 milyon TL borçlanan bir Maliye Bakanı olarak Sayın Serdar Denktaş asla marifetli sayılamaz, sayılmamalı…”
• “Avrupa son 10-15 yıldır müthiş bir borç sarmalı içerisindedir. Yunanistan’da yaşanan büyük krizlerin sebebi borçlarıdır. Benzer şekilde Portekiz, İrlanda, İspanya gibi ülkeler de borçları nedeniyle çok ciddi krizlerle karşı karşıya kaldılar. Türkiye borçlanma nedeniyle daha 10-15 yıl önce batmamış mıydı, 70 sente muhtaç kalmamış mıydı? Sırf bu borç belası nedeniyle Türkiye yıllarca IMF’ye mahkûm olmadı mı?”
• “Yardım Heyeti’nin fonksiyonları Lefkoşa’ya değil Ankara’ya taşınıyor gibi bir izlenimim var. Ortada dönen ciddi bir oyun var gibi hissediyorum. Yardım Heyeti’nin bu şekilde zayıflatılması günün sonunda kime yarayacak? Türkiye’nin buradaki takip ve denetim kapasitesinin zayıflatılması gibi bir durum kimseye bir fayda sağlamaz.”
Meltem SONAY
Maliye eski Bakanı Birikim Özgür ‘İÇ BORÇLANMAYI’ YENİDÜZEN’e değerlendirdi… Borçlanmanın bir marifet gibi göstermeye çalışmasının en ucuz sirklerde bile itibar edilmeyecek bir numara olduğunu ifade eden Özgür, Avrupa son 10-15 yıldır müthiş bir borç sarmalı içerisinde olduğuna ve yaşanan büyük krizlerin nedenlerinin de bu borçlar olduğuna vurgu yaptı.
YENİDÜZEN: Kısa vadeli iç borçlanma ne getirir, ne götürür?
Birikim ÖZGÜR: “UBP-DP Hükümeti borçlanma yöntemiyle maaşları gününde ödedi. Maaş ödemelerini bir başarı kriteri olarak değerlendirenler kuşkusuz bu durumu marifet olarak nitelendirebilir. Madalyonun diğer yüzünde ise çok farklı bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu tespit etmem gerekir.
Günümüzde bir hükümetin başarısını değerlendirilirken ekonomik istikrar ve ekonomik büyüme gibi alanlardaki etkinliğine bakılıyor. Kamu maliyesinin harcama ve gelirleri yani bütçe dengesine ilişkin seyir ve borç stokuna ilişkin atılan adımlar ise öncelikli olarak ele alınıyor. Dolayısı ile mali sürdürülebilirlik hedefini göz ardı ederek yürütülecek siyasetlerin artık çağdışı olarak nitelendirildiği bir dönemden geçmekteyiz.
Son 3 yılda biz de CTP’liler olarak bir kez daha tecrübe ettik ki ideallerimiz doğrultusunda halkımıza hizmet etme imkânına ancak da mali olanaklar ölçüsünde sahip olabiliyoruz. Bu nedenle ülkeyi yönetmeye talip partiler açısından ister hayati diyelim isterse olmazsa olmaz diyelim, kamunun mali yapısını iyileştirmek en öncelikli konu olarak değerlendirilmelidir. Bu öncelikli konu göz ardı edildiği takdirde partisel hedeflere ulaşmak mümkün olmayacağı gibi partinin ideallerinden uzaklaşmak gibi bir durumla da karşı karşıya kalınıyor. Ben inanıyorum ki halkımız bu konuda ciddi bir duyarlılığa sahiptir ve partiler arasında tercihte bulunurken kimin popülizm yaptığını kimin ayaklarının yere basarak gerçekçi hedeflerle ülkeye hizmet etmeye çalıştığını dikkatle izliyor.
“Diğer yandan ülkemizdeki sağcı partilere baktığımızda çok vahim bir tablo ile karşılaşıyoruz. Borçlanmayı marifet gibi gösterme çabaları…”
Mali sürdürülebilirliğe ilişkin bu siyasi tespitin özellikle solcu partilerde zaman zaman ideallerden sapma veya farklı bir ideoloji ile siyasete yön verme şeklinde algılanması ise maalesef bu partilerin halk nazarındaki güvenilirliğini zayıflatıyor. İşin gerçeği budur. Bu noktada CTP’nin ciddi bir birikime sahip olduğunu ve diğer solcu partilerle kıyaslandığında ülkenin mali gerçeklikleri ile sol idealler arasında son derece sağlıklı bir denge kurabildiğini tespit etmekte yarar var.
Diğer yandan ülkemizdeki sağcı partilere baktığımızda çok vahim bir tablo ile karşılaşıyoruz.
Borçlanmayı marifet gibi gösterme çabaları…
Tam da bu noktada son günlerde UBP-DP hükümetinin göreve gelir gelmez yapmış olduğu borçlanma ile ilgili olarak bunun kamuoyunda bir marifetmiş gibi algılanmasına dönük çabalara dikkatinizi çekmek istiyorum.
Biliyorsunuz, meclis dışında olan yeni kurulmuş bir partinin sözcüsü temcit pilavı gibi bizim görevdeyken halkı maaşlarla tehdit ettiğimizi söyleyip duruyor televizyon programlarında. Benzer paralel düşünce ve ifade biçiminin bazı sözde solcular tarafından da sosyal medya ortamında ortaya konduğunu üzülerek gözlemliyoruz. Konuya siyasi bir perspektifle biraz daha açıklık getirmemizde büyük yarar vardır kanısındayım.
“UBP ve DP yıllarca ülkeyi sömürdü…”
UBP ve DP, ülkeyi yıllarca sömürerek yandaşlarına peşkeş çekmiş iki partidir. Uzun yıllar içerisindeki yanlış uygulamalarıyla halkımızın acı reçetelerle yüz yüze kalmasına sebep oldular. Ülkeye büyük zararlar verdiler. Serdar Denktaş bu anlayışın en önde gelen temsilcilerinden oldu uzun yıllar boyunca. Şimdi bu kişi ve anlayışın borçlanmayı, hem de cari giderler için yani maaşlar için borçlanmayı bir marifet gibi göstermeye çalışması en ucuz sirklerde bile itibar edilmeyecek bir numaradır. Bunu alkışlayan kimi basın mensupları da bu çirkin numaraya çanak tutmaktadır. Biz bunu yeni kurulmuş bir hükümete demokratik zeminde verilmiş bir kredi gibi yorumlamaya çalışsak da aslında basın üstünden CTP ile özdeşleşen ilkesel bazı siyasi doğruların halk tarafından benimsenmesini engellemeye dönük çirkin bir oyun olarak da algılıyoruz. Bu doğruların başında Türkiye ile imzalanacak protokollerin ekinde yer alan programların yerelde sahiplenilmesine dönük ortaya konan çabanın ve programların içeriğine dair gerçekçi yaklaşımların önemi geliyor. Biz bu konuda Türkiye ile ilişkilerdeki güven sorununu da aşmayı önemseyerek hassas davrandık diye halkın benimsediği bu siyasi çizgiyi yıpratma maksatlı döndürülen bir dolapla karşı karşıya olduğumuz aşikârdır. Bu da maalesef basınımızla hükümetler arasındaki ilişkilerin çarpıklığını gözler önüne sermektedir.”
• YENİDÜZEN: Bu borçlanmanın ne gibi tehlikeleri var?
• Birikim ÖZGÜR: “Borçlanmanın ne demek olduğunu yalın bir dille anlatmamız kanımca büyük önem taşıyor. Bakınız, Avrupa son 10-15 yıldır müthiş bir borç sarmalı içerisindedir. Yunanistan’da yaşanan büyük krizlerin sebebi borçlarıdır.
Benzer şekilde Portekiz, İrlanda, İspanya gibi ülkeler de borçları nedeniyle çok ciddi krizlerle karşı karşıya kaldılar. Daha eskilere gidecek olursak örneğin Osmanlı İmparatorluğu’nu batıran Duyun-u Umumiye Kıbrıs’ın İngilizlere kiralanmasına sebep olmamış mıydı? Türkiye borçlanma nedeniyle daha 10-15 yıl önce batmamış mıydı, 70 sente muhtaç kalmamış mıydı? Sırf bu borç belası nedeniyle Türkiye yıllarca IMF’ye mahkûm olmadı mı?
Şimdi bir marifetmiş gibi borçlanma yöntemi karşımıza çıkarılıyor.
“Kıbrıs Türk halkı olarak borçlanmanın ne olduğunu unuttuk…”
2013’ün ikinci yarısında Maliye’yi devralan Sayın Zeren Mungan bize borçlanmanın ne olduğunu unutturdu. Sanırım Sayın Ersin Tatar döneminde de KKTC hiç borçlanmadı. 2009’dan beridir borçlanmayan bir mali yapı oluşmasında ikisinin de emekleri vardır. Ben de Maliye Bakanlığı görevini kabul ederken “oyun değişikliği olacaksa bu görevi kabul ederim” dedim, uzun yıllardan sonra “borç ödeyen Maliye Bakanı” olmayı hedefledim. Bunun için koşulların müsait olduğunu, reformları gerçekleştirmemiz halinde borç ödeyebilecek bir pozisyona erişebileceğimizi hesapladım. Günün sonunda borç ödemeyi başaramadan görevden ayrıldım ancak ne mutlu ki borçlanma gibi vahim bir yönteme de hiç başvurmadım.
Eski kötü tecrübelerimizi hatırladık…
“Bir çırpıda 60 milyon TL borçlanan bir Maliye Bakanı olarak Sayın Serdar Denktaş asla marifetli sayılamaz, sayılmamalı…”
Bu koşullarda eski kötü tecrübelerimizi hatırlatırcasına şapkadan tavşan çıkarmış edasıyla bir çırpıda 60 milyon TL borçlanan bir Maliye Bakanı olarak Sayın Serdar Denktaş asla marifetli sayılamaz, sayılmamalı.
Görevde olduğum sürede kamu borçlarımızın nasıl oluştuğunu detaylı şekilde inceleme fırsatım oldu. Örneğin 2007’de yine Türkiye ile ilişkilerde yaşanan sıkıntı nedeniyle İhtiyat Sandığı’ndan 50 milyon TL borçlanmışız. “Hemen geri ödenecek” denilen borç hala ödenemedi ve faizleriyle bugün 500 milyon TL’ye ulaştı. Belki o günün Maliye Bakanı da söz konusu icraatını marifetmiş gibi göstermişti, bilemiyorum. Şimdi bu borç ödenemez bir hal aldı. Hal bu iken hiçbir güç bana suya yazı yazarmış gibi yeni bir borçlanma yaptıramazdı. Bu benim tarihsel sorumluluğumdu. Çocuklarımızın sırtındaki borç yükünü azaltmak üzere üstlendiğim bir görevde sebebi ne olursa olsun çocuklarımıza daha fazla borç mirası bırakamazdım. Bunun yerine Türkiye ile protokolün gecikmesi sebebiyle Mart maaşlarıyla ilgili yaşanan sıkıntı karşısında her sosyalistin bana göre yapması gerekeni yaptık. Omuz omuza mücadelenin gereği olarak 4 bin TL’ye kadar olan maaşları tam ödedik. Maaşların kalan kısmını da 3 gün sonra ödedik. Bugün geriye dönüp baktığımda bunu yaptığım için hiçbir vatandaşımızın bana bir sitem ettiğini hatırlamıyorum. Hatta borçlanmak yerine böyle bir yöntem seçtiğimiz için ciddi takdir topladığımızı da iddia edebilirim.”
• YENİDÜZEN: İsteseniz borçlanabilir miydiniz?
• Birikim ÖZGÜR: “Şunu da açıklığa kavuşturmakta yarar var ki eğer borçlanmayı biz de marifet görsek ve bu yönteme başvursaydık başarılı olup olmayacağımız da tartışmalıydı. Maaşları ödeyemeyecek bir pozisyonda iken kısa vadeli iç borçlanma sonucunda oluşacak ilave mükellefiyetlerin nasıl karşılanabileceği tam bir muammaydı çünkü protokolle ilgili süreç belirsizdi. Asıl mesele kamu maliyesi başta olmak üzere dış kaynak temini ile desteklenen pek çok sektörün rahatlatılması ve son 3 yılda oluşan güçlü mali yapıya zarar vermeden bu dönemin aşılmasıydı. Böylesi bir iç borçlanma girişiminde bulunulsaydı dahi konunun muhatabı olacak Merkez Bankası yönetiminin söz konusu kısa vadeli borçlanma sonucunda oluşacak borcun geriye dönüşüyle ilgili ciddi tereddüt yaşaması ihtimali bir hayli yüksekti. Bir başka deyişle, benim Maliye Bakanı olarak böyle bir talebin ardından karşı karşıya kalacağım somut yanıt gerektirecek birtakım soruları cevaplandıramamam da söz konusu olabilirdi.
“60 milyon borç gününde ödenecek mi? Takipçisi olacağız…”
Gelinen aşamada değişen konjonktüre bağlı olarak marifet gibi lanse edilmeye çalışılan borçlanma yöntemiyle maaşlar gününde ödendi. Kâğıt üstünde görünen faiz yükü 1 milyon TL’dir. Bütçe disiplininin devam ettirilip ettirilmeyeceği, kamu iç borcuyla ilgili nasıl bir politika yürütüleceği, yeni nesillere daha güçlü bir mali yapı bırakılıp bırakılmayacağı gibi konularda bir şey söylemek için henüz erken olmakla birlikte bugün bizi esas ilgilendiren bu 60 milyon TL’lik borcun ödenip ödenmeyeceğidir. Biz muhalefet olarak bunun derhal geri ödenmesini takip edeceğiz.
Bu borçlanmanın temel argümanı Türkiye ile imzalanacak protokolün ardından elde edilecek dış kaynaktır. Savunma alanında 60 milyon TL’ye yakın bir harcama gerçekleştirildi ki bu protokolün imzalanmasıyla birlikte Türkiye tarafından karşılanacak bir meblağdır. 80 milyon TL’ye yakın bir kaynak da bütçe açığı için sunulacak. Yerel gelirlerimizden ayrı olarak toplamda 140 milyon TL’lik bir kaynak temin edilmiş olacak. Bu kaynağın söz konusu borcun derhal ödenmesinde kullanılması gerekmektedir. Biz bunun takipçisi olacağız.
“Türkiye de takip etmeli…”
Şunu da net olarak ifade etmek isterim ki bu kaynak günün sonunda Türkiye’nin kendi yurttaşlarından topladığı vergilerden oluşan bir kaynaktır. Kim ne derse desin, Türkiye de bu kaynağın doğru kullanılıp kullanılmadığını kendi vatandaşlarına karşı sorumlulukları bakımından denetlemek zorundadır. Bu açıdan tek takipçi biz olmamalıyız, Türkiye de olmalı. Aksi takdirde hükümetin yıkılma sürecinde oluşan şüpheler kesinleşecektir. Peki, bu takibi Türkiye adına kim yapacak? Bu teknik kapasite Yardım Heyeti’nde var bildiğim kadarıyla.”
“Yardım Heyeti’nin fonksiyonları Lefkoşa’ya değil Ankara’ya taşınıyor gibi bir izlenimim var…”
• YENİDÜZEN: Yardım Heyeti ile ilgili gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
• Birikim ÖZGÜR:“Son zamanlarda Yardım Heyeti tartışılıyor. Biz de Kıbrıslı Türkler olarak kurumsal kapasitemizi artırıp Yardım Heyeti’nin denetim dışındaki fonksiyonlarını devralmayı hep savunduk. Ancak bugün isim değişikliği gibi lanse edilen mesele bana göre ciddi soru işaretleri içeriyor. Yardım Heyeti’nin fonksiyonları Lefkoşa’ya değil Ankara’ya taşınıyor gibi bir izlenimim var. Ortada dönen ciddi bir oyun var gibi hissediyorum. Yardım Heyeti’nin bu şekilde zayıflatılması günün sonunda kime yarayacak? Türkiye’nin buradaki takip ve denetim kapasitesinin zayıflatılması gibi bir durum kimseye bir fayda sağlamaz. Yetkilerin Lefkoşa’ya değil Ankara’ya devri yoluyla Yardım Heyeti’nin pasifize edilmesi içinde bulunduğumuz koşullarda sadece statükocuların ve hırsızların işine yarayacak. Türkiye yetkilileri kaş yapayım derken göz çıkarmaktan imtina etmeli ve kendi kaynaklarının takibini doğru şekilde yapmalıdır. Aksi takdirde ülkemizde çözüme hazırlanmak için kendi ayakları üzerinde duracak bir yapı oluşturma hedefimiz ikinci planda kalacak ve eski alışkanlıklarla maalesef dışarıdan elde edilen kaynaklarımız çarçur edilecektir. Kıbrıslı Türkler olarak Yardım Heyeti ile ilgili gelişmeleri bir de bu gözle değerlendirmeli ve olup biteni gerçekçi bir bakış açısıyla takip etmeliyiz.