BORUNUN UCU
Konjonktürel değişimler dünyaya, bölgeye yepyeni bir yön verecek gibi görünüyor.
Uluslararası ilişkilerde tek geçerli akçenin ‘çıkarlar’ olduğunu bir kez daha bütün çıplaklığıyla seyrediyoruz.
Son birkaç yıldır Batı ile ilişkileri dibe vuran Türkiye, bir anda yeniden ‘kurtarıcı’ rolü oynayacak gibi duruyor.
Batılı ülkeler, özellikle de AB’ye yön verenler, başta Suriye’den kaçanlar olmak üzere akın akın Avrupa’ya gelen mültecilerle baş edebilmek için Ankara’ya yeni bir ‘barış dalı’ uzattı.
Demokrasi, insan hakları ve diğer bütün Batılı değerler anlamında sınıfı geçer not alamaz durumdayken, TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan aniden bambaşka bir gözle görülür oldu.
AB üyelerinin kabusu haline gelen mülteciler sayesinde Erdoğan uzun bir aradan sonra AB üyesi ülkelerden hüsn-ü kabul gördü.
Dahası ve en önemlisi AB Türkiye’ye kesenin ağzını sonuna kadar açacağı mesajını resmen iletti. Milyonlarca Suriyeli’ye ev sahipliği yapan ve bu konuda Batılı ülkelerden fersah fersah ileride duran Türkiye, şimdi daha fazla mülteciyi Anadolu’da frenlemek, Batı’ya geçişlerini engellemek adına –tabiri caizse- AB tarafından Euro’ya boğuluyor!
Medyaya yansıdığı kadarıyla Ankara’ya ciddi paralar önerildi ve bu konuda önemli bir pazarlık yürütülüyor.
Ancak Batı’dan esen hava, mülteci sorununu ötelemek için Brüksel’in ‘herşeyi yapmaya hazır’ olduğu yönünde…
**
İşin ‘maddi’ tarafı bir tarafa, Türkiye Batı Avrupa için bir kez daha ‘kritik bir müttefik’ olabilme şansını yakaladı.
2002 sonlarında AKP’nin tek başına iktidara gelmesiyle beraber başlayan, derin devletin geriletilmesiyle paralel ciddi bir yükselişe geçen Türkiye-AB ilişkileri ‘aday ülke’ statüsünden sonra da bir süre de pozitif yönde gelişmiş, ancak AKP ve Erdoğan ülkede ipleri iyice ele geçirdikten sonra süreç 180 derece dönüvermişti.
Ne reformlar, ne demokratik açılımlar, ne dış ilişkiler iyiye gidiyordu ve Türkiye içinde giderek artan baskılar, antidemokratik uygulamalar, basın-düşünce-örgütlenme-ifade özgürlüğüne getirilen gerici yasaklar, mahkemelerde süründürülen aydın insanlar derken, Batılı kamuoyları ve karar merkezleri bakımından Türkiye ‘karanlık’ bir görünüm almıştı.
Dış politikada da çok büyük hatalar, hatta gaflar yapan Ankara’nın ‘Batılılaşma’ hedefinden ‘Doğululaşma’ eksenine yöneldiği netti ve zaten Osmanlı’nın mirasına soyunan Erdoğan da bunu gizlemiyordu.
**
Şimdi film başa mı sarılacak, koptuğu yerden yeniden mi oynatılacak belli değil, ama TC-AB ilişkilerinden bir ‘restorasyon’ döneminin başlayabileceğinden söz edilmeye başlandı bile… Üstelik bunu Ankara’dan önce Avrupalılar dillendiriyor.
Kendine has bir dünya hayal eden ve sömürülen ülkelerden kaynaklanacak sorunları ‘sanki hiç kendilerine zarar vermeyecekmiş gibi’ algılayan Batılı toplumlar ve özellikle de hali-vakti yerinde, zengin ülkeler, yumurta kapıya dayanıp mülteciler de sınıra yığılınca şimdi Ankara’ya ‘SOS’ çağrısı yapıyor!
Rusya’nın gelip Türkiye’nin hemen yanıbaşında, Suriye’de ‘batmayan uçak gemisi’ne sahip olması ve Akdeniz’e (yani sıcak sulara) ulaşma imkanı bulması da Batı’nın Ankara ile yakınlaşmasını tetikleyen unsurlardan biri olabilir.
Veya başka, bilinmeyen, bizim aklımızın kesmediği hesaplar…
**
Hesaplar ve gerekçeler ne olursa osun, bölgede kartlar yeniden dağıtıldı. Bu hafta başından itibaren Erdoğan’ın Ankarası, geçen haftaya göre çok daha güçlü bir pozisyonda…
Şimdi hangi ülkenin hangi kartı nasıl oynayacağı önem kazanıyor. Gerek Suriye’de düştüğü açmaz, gerekse Kürt sorununda geldiği belirsiz noktadan kurtulmak için Ankara bu fırsatı iyi değerlendirebilirse AB ile donuk durumdaki ilişkileri de yeniden canlanabilir.
Belki 1 Kasım seçimleri sonrasında manzara daha net görülebilecek, ama bu yeni konjonktürden Kıbrıs’ın payına da bir şeyler düşecektir mutlaka…
Özellikle de Akdeniz’deki gaz meselesi yakın zamanda tekrar gündeme gelir ve bu yönce hızlı gelişmeler yaşanırsa kimse şaşırmasın.
Üstelik şu bizim ‘su meselesi’ de bir anda farklı, çok boyutlu bir hale gelebilir.
Anlaşılan odur ki, Türkiye’den Kıbrıs’a döşenen boruların amacı sadece su getirmekle sınırlı değil…