1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Bosna’da savaşta yaşanan tecavüzler sonucu dünyaya gelen çocukların ve annelerinin portreleri sergileniyor...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Bosna’da savaşta yaşanan tecavüzler sonucu dünyaya gelen çocukların ve annelerinin portreleri sergileniyor...”

A+A-

Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da, 1992-95 savaşı sonucunda Bosna’da dünyaya gelen çocuklar ve annelerine ilişkin resim sergisi açıldı. “Zincirlerini Kırmak” diye çevirebileceğimiz “Breaking Free” başlıklı sergi, Boşnak savaşı sonucunda dünyaya gelmiş çocuklar ve annelerinin portrelerini içeriyor ve sergi geçtiğimiz Çarşamba günü Belgrad’da Endzio Hub Galerisi’nde açıldı.

Sergi Ayna Yusiç ve Mirna Ömerçavuşeviç tarafından hazırlandı – bu iki aktivist halen “Savaşın Unutulmuş Çocukları” adlı sivil toplum örgütünde çalışıyor. Örgüt, Bosna savaşı sonucunda dünyaya gelmiş çocukların hakları için kampanyalar yürütüyor.

Sergiyi hazırlayanlardan Ömerçavuşeviç, Balkan Araştırmacı Gazeteciler Ağı’na yaptığı açıklamada, serginin amacının “Eski Yugoslavya’da savaşın doğrudan sonucu olarak dünyaya gelmiş olan çocukların varlığı hakkında kamuoyunda farkındalık yaratmak” olduğunu anlattı.

“Bu çocuklar, savaş esnasında yaşanmış olan tecavüzler sonucu dünyaya geldiler, bu çocuklar BM barış gücü görevlilerinin ve Bosna-Hersek’te savaş esnasında ve savaş sonrasında insani görevlerde çalışmış olan misyonlarda bulunanların çocuklarıdır aynı zamanda” diye konuşan Ömerçavuşoviç, böylesi çocukların Bosna-Hersek’te yasal birer statüye kavuşmaları için uğraş verdiklerini anlattı. Eğer tecavüz sonucu dünyaya gelmiş bu çocuklara Bosna-Hersek’te yasal bir statü kazandırılabilirse ve onların “yardıma muhtaç” kategorisine konmaları sağlanırsa, o zaman bu çocuklar ve anneleri, sosyal yardımlardan yararlanabilecekler... Ömerçavuşoviç bu çocukların ve annelerinin halen “Yasal olarak hiçbir şekilde tanınmadıklarını ve tümüyle görünmez kılınmış vaziyette olduklarını” kaydetti.

Çocukların ve annelerinin fotoğraflarını Fransız-Suriyeli fotoğraf sanatçısı Şakir Almonem, Tuzla, Saraybosna ve Srebrenika’da 2019’da çekmişti...

Sergi 22 Ekim’e kadar her gün öğlen saat 12.00 ile akşam 20.00 arasında açık olacak.

(BİRN’den derleyen: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).

sayfa-13-003.jpg


GEÇMİŞLE YÜZLEŞME KONUSUNDA DÜNYADA NELER YAPILIYOR?

Savaş suçları işleyenlerin cezalandırılmamasına ilişkin bir belgesel: “Nehir hudut değildir...”

Murat Türker

Kurban Bayramı'nın ilk gününe denk geldiğinin farkında olmadığım o sabah, erken saatlerde uyanıp Saint Louis'de fotoğraf çekmeye koyulmuştum.

Batı Afrika ülkelerinden Senegal ile Moritanya arasında sınır vazifesi gören Senegal Nehri okyanusa kavuşmadan hemen önce huzur verici bir göl görüntüsü arz ediyordu. Çok da yüksek olmayan köprünün üzerinden geniş açılı objektifimle aşağıya bakarken engin su kütlesi, berrak olmamasına rağmen hardal rengini anımsatan sarı dokusuyla fotoğraf karesinin tek kahramanı olacağını hissettiriyordu. Nehrin iki yakasında bir şeylerle meşgul, belli belirsiz birkaç insan silüetinin minimalist yaklaşımıma halel getirme ihtimali düşüktü...

Köprüyü aşarak balıkçıların yaşadığı, kum tepeciklerinden müteşekkil son adaya varınca kendimi o anda gayet sakin olan Atlas Okyanusu'nun kıyısında buldum. Birbirinden renkli devasa balıkçı kayıkları Türkiye coğrafyasında çoktan yok olmuş Osmanlı kancabaşlarıyla resmen akraba gibiydiler. Bitmez tükenmez kumsalda karaya vurmuş irili ufaklı gemiler tamamıyla paslı olmalarına rağmen bazı evsizler için huzurlu bir yuva vazifesi görmeye devam ediyorlardı.

Güneşin yükselmeye başlamasıyla dönüş yolunda balıkçıların barakalardan müteşekkil mahallesine, daracık kum sokaklara dalınca peş peşe kurban kesimlerine rastlayıp vaziyeti ancak idrak ettim ve mevzubahis kanlı dinamiklere mümkün mertebe şahit olmadan hızla otelime geri döndüm.

İstanbul'a varıp fotoğraf karelerimi büyüterek bastırmaya koyulunca nehir kıyısındaki insanların kurban kesimi sonrasında Senegal Nehri'nin sularından yararlandığını anladım. Pürüzsüz görüntülü suya dikkatlice bakıldığında nispeten koyu renkli lekeler halinde yüzenler, kurbanlıkların istenmeyen iç organlarıydı. Hiç âdetim olmamasına rağmen fotoşop maharetiyle arzuladığım idealist sadeliğe ulaşmayı tercih edecektim...

sayfa-12-icin-resim-3.jpg

Diyalog şart

Meğerse çok da uzak olmayan bir mazide aynı nehirde yüksek sayıda insan cesedinin yüzmesine sebep olmuş Moritanya-Senegal Hudut Savaşının yaraları o zamana kadar sarılmamıştı; hatta acıları günümüze kadar hissedilecekti.

2022 Locarno Film Festivali'nde dünya prömiyerini gerçekleştirmiş ve yakında IDFA'da da seyirciyle buluşacak "Nehir Hudut Değildir" (Maayo Wonaa Keerol/The River Is Not A Border) adlı belgesel katliamlardan sorumlu olanların adalete hesap vermemesi yüzünden benzer acıların tekrar yaşanabileceğini hatırlatıyor. Bir zamanlar coğrafyadaki tüm insanları bereketiyle besleyen, sonsuz kaynaklar sunarak zenginleştiren, her iki yakasındaki halkları birleştiren birçok nehir gibi Senegal Nehri de günümüzde ne yazık ki esasen bir sınır vazifesi görüyor.

Filmde iki İslam ülkesi arasında, bilhassa 80'lerin sonundan itibaren yaşananların Müslümanlığa katiyen sığmadığı hadiselere şahit olmuş insanların ağzından duyarken, geçmişle yüzleşmenin ve hesaplaşmanın önemine dikkatimiz çekiliyor. Dehşet verici hadiseler silsilesi, Moritanya'da çoğunluğu oluşturanların kendilerini "beyaz" sıfatıyla betimlemesi sonucunda coğrafyadan "siyah" ırkın temsilcileri olarak gördükleri Senegal kökenlileri kovma girişimi olup devlet tarafından en ufak ayrıntısına kadar tasarlanmış bir komplo muydu?

Alassane Diago'nun hem yönettiği hem senaryosunu yazdığı hem de montajına katkıda bulunduğu 2022 Fransa-Senegal-Almanya ortak yapımı 105 dakikalık filmde Avrupalıların sömürgecilik mazisinin izleri de tabii ki irdeleniyor ve bölgedeki suların durulması için açık bir diyaloğun şart olduğu hatırlatılıyor.

Barbarlıklar

Meselenin özünde ve devletlerce ön plana çıkarılmak istenen versiyonda, çiftçilerle hayvancılık yapanlar arasındaki husumetten doğan çatışmalar var. Filmin kahramanları suçu iki devlete, marjinal bazı gruplara veya dış güçlere atmanın meseleyi basite indirgeme anlamına geldiğini ifade ediyorlar.

Filme çekilmek üzere organize edilen toplantıya katılan 40 kişi yaşadıklarını, bazen zorlansalar da tane tane anlatıyorlar. Aralarında eski polis memurundan havaalanı yetkilisine, deniz komandosundan o zamanların küçük bir kız çocuğuna geniş şahit skalasını oluşturanlar, anlattıkça hadiseleri tekrar tekrar yaşıyor, travmalarını atlatmakta ne kadar zorlandıklarını belli ediyorlar.

Ramazan ayı sırasında masum insanların değnekler, sopalar, baltalarla öldürülmesinin, bedenlerinin parçalara ayrılmasının nasıl bir İslam anlayışına sığdığı sorgulanırken, devletin güvenlik kuvvetlerinin işbirliğinde adeta bir soykırım girişiminden bahsediliyor. Vahşi hayvanları yakalamak üzere bir avdaymışçasına insanların yakalanıp kesildiği, cesetlerinin kamyonlara yüklenerek toplu mezarlara atıldığı anlatılıyor. Her şeyiyle önceden organize edildiği belli olaylar dizisinin polis kontrolündeki bir rejimde kontrolsüzce meydana gelmiş olmasının mümkün olmadığı anımsatılıyor.

Akabindeki mübadelenin insanların doğdukları topraklardan uzaklaşmasına ve karşı kıyıda kalmış aile fertleriyle ayrı bir hayat sürdürmesine yol açtığını idrak ediyoruz; göç ettirildiği diyarı daha önce hiç görmemiş olanlar bile var. Memleketlerinde yabancı muamelesi görüp ırkçılığa ve ayrımcılığa maruz kalmışların, her şeyden önce ana dilini konuşması yasaklananların vaziyeti de malum; köy adlarının değiştirilmesi de bildik uygulamalardan.

Belgeselde barbarlığın yamyamlığa vardığı, bir babanın kendi kız evladına tecavüze zorlandığı aktarılırken coğrafyada gerginliğin halen sürdüğü, katillerin, işkencecilerin cezalandırılmamış olmasından dolayı benzer dinamiklerin tekrar yaşanmasından endişe edildiği anlatılıyor.

Durağan bir ritme sahip olan filmde yönetmen kahramanlarına azami ölçüde hürmet ediyor, mümkün olduğunca ciddi, sade ve sakin bir atmosfer yaratarak meseleyle empati kurmamıza kesinlikle imkân tanıyor. Misafirlerin bağdaş kurarak minderlerin üzerine oturduğu, geniş bir çadırın içindeymişiz hissini veren toplantı sürerken, açık havadaki tentenin altından sık sık Senegal Nehri'nin dinlendirici manzarasına kayıyoruz, nefes almak ve anlatılanları düşünmek için vaktimiz oluyor.

Fakat insan bir süre sonra sanki meselenin Moritanya versiyonu aktarılmadığı için filmin tarafsızlığı hususunda şüpheye kapılabiliyor. Toplantıya katılan bir kadın, anne ve babasının ırksal açıdan çatışan iki tarafın temsilcileri olmasından dolayı nasıl muzdarip olduğunu aktarıyor ve en kısa zamanda benzer bir toplantının sınırın karşı kıyısında düzenlenmesine dair teklifi alkışlarla karşılanıyor.

Ne de olsa herkesin ortak arzusu mazide yaşananlar hakkında gerçeklerin dile getirilmesi, özür dilenmesi, toplu mezarların bulunup açılması, yakınlarının birer mezara sahip olması...

Ayrıca, Moritanya'da çoğu suçlunun 1993 yılındaki genel afla serbest kaldığı katiyen hafızalardan silinmiş değil; üstelik af kapsamının gözden geçirilmesine dair siyasi çabaların daha önce fayda etmediği de biliniyor.

Yine de, barbarlığın korkusuzca dışa vurulduğu dinamiklerde, yakılarak veya canlı canlı gömülerek öldürülenler için adaletin yerini bulması, suçluların cezalandırılması ve iki ülke arasında soğuk olan ilişkilerin düzelip yoğunlaşması hazır bulunanların ortak temennisi.

Günümüzde hudut vazifesi gören Senegal Nehri'nin ortak ve yapıcı kullanımıyla barışın sembolü haline gelmesini ve iki tarafı tekrar birleştirmesini kim istemez ki!

(BİANET.ORG – Murat TÜRKER – 8.10.2022)

Bu yazı toplam 1017 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar