1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. ‘ Böyle bir şey yok ama olabilir de’
‘ Böyle bir şey yok ama olabilir de’

‘ Böyle bir şey yok ama olabilir de’

‘ Böyle bir şey yok ama olabilir de’

A+A-


İlke Gürdal
İ[email protected]

Ekşi sözlük kullananlar ya da en azından sitede arama yapmış olanlar bilir: sözlükte aranılan kelime veya kelimeler mevcut değilse, karşınıza ‘Böyle bir şey yok ama olabilir de’ mesajı çıkmaktadır. Buradaki vurgu öyle bir tanımın, kesinleşmiş bir ifadenin mevcut olmadığı ama yaratılabileceği yönündedir. Bir şeyin mevcut olmadığı ama yaratabileceği ifadesi bu yazının oluşmasına da ilham veren cümle oldu. Yazıdaki amacım kesin bir bilgiye ulaşılamayacağını savunan ‘kuşkuculuk’ felsefesine atıf yapmaktan ziyade, düşünce şeklimizin olan ve olmayan, doğru ve yanlış arasında yaşadığı ikilemlerden bahsetmek şeklindedir. Çünkü KKTC’deki devletin mevcut durumu ve halk olarak yaşadığımız gelgitler ve buna bağlı olarak oluşan tepkiler beni yukarıda bahsi geçen bağlamda düşünmeye ve sorgulamaya yönlendirdi.

Peki devlet dediğimizde ne demek isteriz ? Devlet, Aristo’ya göre doğal bir oluşum olan, Platon’a göre birlikte yaşama zorunluluğundan doğan, Rousseau’ya göre ise insanların hukukun üstünlüğü  garantisi altında bağımsızlıklarını bir otoriteye teslim etmesi (Toplum Sözleşmesi) sonucu ortaya çıkan bir yapıdır. Sosyal refahı, halk sağlığını ve güvenliğini sağlayan devlet meşruiyetini buradan sağlar ve kural koyup düzenleme yetkisine sahiptir. Tek bir tanım geçerli olmasa da genelde devletten temel beklentiler bu yönde olup, toplumsal talepler de bu kavramlar üzerinden şekillenmektedir.

KKTC’nin devlet yapısını uzun uzun anlatmama sanırım ki gerek yok. Kısmen tanınmamışlığın getirdiği ve uluslararası siyasetten uzak kalmanın etkisiyle başına buyrukluk, kısmen ise kendi kararlarını alamamanın yarattığı yetki karmaşası, bulunduğumuz toprakların kendine has bir düzen yaratmasında etkili olmuştur.  Sosyal devlet kavramının neredeyse olmayışı, yerel yönetimlerde yaşanan büyük sıkıntılar, ekonomik istikrarsızlık ve dışa bağımlılık en çok şikayet ettiğimiz meseledir, aynı sebepler başka coğrafyalara özenerek bakmamıza sebep olmaktadır.


KKTC’nin gelişmiş ülkelerde oluşturulmuş devlet-vatandaş ilişkisini yansıtamadığı konusunda sanırım ki çoğumuz hemfikiriz. Devlet politikalarının kısa dönem üzerinden kurgulanması, yıllardır süregelmiş bir tapu belirsizliği, devlet ciddiyetinden uzak ahbap-çavuş ilişkileri en başta sayabileceğimiz ve artık bu devlette patolojik bir hal almış tavırlardır. Uluslararası temsiliyetteki noksanlık, diğer devletlerle kapsamlı ticaret ilişkilerinin bulunmaması da mevcut siyaseti şekillendirdiği gibi devlete olan inanç ve itibarın sorgulanması neden olmuştur.

Bununla beraber adada yıllardır süren çözümsüzlük, Kuzey Kıbrıs’ta 1974’te temelleri atılmış ve 1983’ten bugüne KKTC adında sürdürülen rejimden beklentilerin zamanla daha da yükselmesine yol açmaktadır. Bir kısmımız bunu çözüme kadar olan bir süreç içinde yorumlarken, bir kısmımız bu devletin günün birinde uluslararası alanda tanınacağını umut etmekte. Bir yanımız mevcut düzen içinde idealin ve imkanların ne olduğunu tartışmaya devam ederken, bir yanımız da aslında KKTC’ nin dönüştürebilir ya da dönüştürülemez olduğu sorusunu hala kendi kendine sormakta.

Toplumsal olaylara ve hükümet icraatlarına verilen tepkiler de aslında bu kafa karışıklığını yansıtıyor. İçinde bulunduğumuz yapının sağlıklı bir zeminde oturmadığının farkında olmamıza rağmen, icraatları ve kendimizce yanlış olarak algıladığımız her adımı hararetli bir şekilde tartışma çabası içindeyiz. Bunun tabi ki başlıca sebebi hükümetin atacağı yanlış bir adımın bizim de hayatımızı etkileyeceği yönündeki inançdır. Sessiz kalmanın da hiçbir sorunu çözmediği ortada. Fakat bana göre burdaki sorunsal her defasında (özellikle sosyal medyada), bu tarz bir karar ilk defa alınmış gibi verdiğimiz tepkilerdir. KKTC’ deki mevcut siyasetin bu tarz sonuçları daha önce de olduğu gibi şimdi de doğuracağını tahmin etmemize rağmen yaşadığımız şaşkınlık hissi öfke ile harmanlanmakta ama maalesef tepkimiz tam da o noktada son bulmaktadır.

Şimdi mantık çerçevesinde düşünmeye çalışalım. Kendi ekonomik planlamamızı yapamazken, demokratik bir anayasaya sahip olmazken ve çözüm için adımlar atmayı ‘bütünlüklü’ olarak rafa kaldırmışken çok mu şaşırmak mı lazım ? ‘O kadar da olmaz’ dediğimiz çoğu sey aslında günü gelip de gerçekleşmiyor mu ?  Göç yasası bir tesadüf sonucu mu ortaya çıktı ? Türkiyeden gelecek olan suyun yönetilmesi konusundaki kafa karışıklığı teknik bir detaydan mı kaynaklanıyor ? Kurumların birer birer özelleştirme yolunda olması kaderimiz mi yoksa ?

Ya da hükümet edenlerin daha ilk aylarda yarattıkları hayal kırıklıkları mı çok şaşırtıcı ? Sorunların aslında kökten kaynaklandığını tespit etmemiz için kaç kere tekrar etmeleri lazım peki ? Bununla beraber bu devleti sonsuza dek yaşatacaklarını iddia edenlerin bu devlete ait her kurumu gözden çıkarma çabası içinde olması bir ikilem yaratmıyor mu ?

Devletin ‘yüceltilmesi’ ve tanıtılması üzerine kurulmuş geleneksel siyasetin artık kabak tadı verdiği konusunda ortak bir tespit yaparken buna alternatif politikaları şekillendirememiz toplumsal reaksiyonumuzun soyutluğunu açıklayacak nitelikdedir. Rahmetli Kutlu Adalı’nın dediği gibi ‘Ah-Vah’ tepkisinin bizi bir yere götürmediği aşikardır. Üstünde durulması gereken başka bir konu ise mevcut yapıya muhalif duran bazı siyasi örgüt ve partilerin de aslında bu düzensizlik içinde fazla üretken olmamanın getirdiği bir rahatlık ile hareket ettiği ve sistemde yapılan ufak iyileştirmelerin oradaki mevcut düzeni daha da sağlamlaştırdığı tespitini yapamaması veya yapmaktan kaçınmasıdır. Bu açıdan bakıldığında, federal çözüm ile kurulacak yeni bir devlet yapısının vatandaşlar olarak ihtiyaçlarımıza cevap olmasının yolu da bizim bu içselleştirdiğimiz zihniyeti terk etmemizden geçmektedir.

Bunları dile getirirken amacım ne hedef göstermek ne de kuru kuruya bir eleştiri yapmak. Amacım bu tavırların birbiriyle alakalı olduğuna dikkat çekmek ve toplumsal olarak bir duruşu var ettiğimiz gibi yok da edebileceğimizin altını çizmektir. Bunu yapmak da mevcutun sorununu iyi algılamaktan geçmekte. Şimdilik toplumsal olarak böyle bir tavrımız yok, ama olabilir de.

Bu haber toplam 2449 defa okunmuştur
Gaile 334. Sayısı

Gaile 334. Sayısı