BÖYLE YÖNETİLMEYİ HAK ETMEDİK…
Koltukta oturan hastam da yakındı… Gencecik bir adam: “Böyle yönetilmeyi biz hak etmedik.” Gözlerinde yoğun bir mutsuzluk, umutsuzluk...
Evet, hak etmemiştik böyle yönetilmeyi... Babalarımız gecelerini mevzilerde, annelerimiz korkunun egemen olduğu evlerde, çocukların dudağındaki minik bir gülücüğe hasret... Yıllarca, ölümü, kini nefreti ve korkuyu bir yaşam biçimi bildik. Ve sonra sandık ki bir devletimiz olacak. Öylesine inandık ve inandırıldık ki buna… Ata yadigârı yüzyıllık topraklarımızı, dedelerimizin ninelerimizin mezarlarını, kültürümüzü, alışkanlıklarımızı ve her şeyimizi hiç arkamıza bakmadan terk ettik. Kâh dağlardan tabana kuvvet, kâh bir kamyonun arkasında ölümü göze alarak. Terk ettiğimiz aidiyetimizdi aslında...
Ve hiç bilmediğimiz topraklarda, başkalarının kokusunun sindiği evlerde yeniden başladık her şeye... İnandık, inandırıldık. Bir devletimiz olacaktı. Kendi kültürümüz ve aidiyetimizle yepyeni bir gelecek kuracaktık.
Olmadı, başaramadık… Önce Türkiye tüm iyi niyetiyle buradaydı.. Ama sonra gitmedi, gidemedi. Belki de sadece “kurtarıcı olmak” yetmedi. Buraların aslında onun olduğuna inandı, inandırıldı. Dünya da zaten böylesi, bir statüyü hiç onaylamadı. Bizi görmezden geldi, tanımadı. Kurduğumuz devlet dünyadan kopuk, Türkiye güdümlü illegal topraklar haline geldi, getirildi. İngiliz yönetimi gibi hukukun ve disiplinin en üst düzeyde uygulandığı bir idarenin mirasçıları olarak biz Kıbrıslıtürkler bile bu illegal uygulamalardan mutlu olduk. Bilemedik ki illegalizm eninde sonunda bizi, geleceğimizi her şeyimizi vuracak. En acısı da yok oluşumuzu hazırlayacak...
ATIL İNSAN KAYNAKLARIMIZ…
Ama hani inanmıştık ya devlet olacaktık… Ve bu devleti biz yönetecektik. Çocuklarımızı okuttuk. Hem de en üst düzeyde. Dünya standartlarında hekimler, avukatlar, bilim insanları ve daha nice çağdaş meslek gruplarıyla donattık göz bebeğimiz çocuklarımızı... Aslında bizi bekleyen geleceği hesaplayamadan dünyalı insanlar yetiştirdik. Şu anda hem en büyük gücümüz, hem de en zayıf noktamız olan... Evet muhteşem insan kaynaklarımız var… Bizi içine düştüğümüz bu umutsuzluk deryasından çekip çıkarabilecek olan...
Gerçek bir devlete dönüşümümüzü sağlayabilecek bilgi donanımına sahip ordular kuracağımız bilim neferlerimiz var...
Ama en zayıf noktamız yine bu insan kaynaklarımızdır. Çünkü onlar da kuralsız, yasa tanımaz, ahbap çavuş ilişkilerinin içselleştirildiği bu ortamda büyüdüler...
Egolarımız o kadar şişkin ki, artık birbirimizi hiç duymuyoruz. Empati, alçak gönüllülük, vefa gibi erdemler bize çok, ama çok uzak köyler gibi...
Öyle ya, biz çok iyi yetişmiş illegal ülkenin kural tanımaz çocuklarıyız.Hem kural tanımadığımız için bize dokunamayan ahbap çavuşlarımız var!..
YÖNETİCİ İLGİSİZLİĞİ…
Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği olarak Avusturya Tabipler Birliği yöneticilerini Tıp haftası nedeniyle ülkemizde ağırladık. Amacımız sağlıkta içine düştüğümüz bu kısır döngü sistem tartışmalarına başka bakış açıları da getirebilmekti. Avusturya’yı seçtik. Çünkü Avusturya, tüm dünyada kabul gören en iyi sağlık sistemine sahiptir. Ve tanınmayan bir ülkeye başka bir ülkenin resmi bir kurumu olarak Tabipler Birliği’ni getirebilmek öylesine zordu ki... Ama niyet ettik, inandık ve bütün kişisel ilişkilerimizi de kullanarak; vaktimizi ve paramızı da harcayarak getirdik. Sandık ki, sistemi kurmak için çalışanlar, çalışması gerekenler gelip de onlardan soracak, bu dünyanın en iyi sağlık sisteminin sırrını çözmek için birinci ağızlardan bilgi almaya çalışacaklar!.. Konferansı dinleyecek, özel toplantılar isteyecekler!...
Elbette ki öyle olmadı. “Dünyanın en iyi sağlık sistemi” olarak literatüre geçen bu sistemi öğrenmek için yürütmedeki hiç kimse gelmedi. Birkaç hekim milletvekili dışında, bu sağlık yasalarını yapacak olan yasamadan da pek biri gelmedi.
Dedim ya; biz çok iyi yetiştik!.. Her şeyi o kadar çok iyi biliyoruz ki, birini dinlemeye, anlamaya hiç, ama hiç ihtiyacımız yok!.. Tek istediğimiz bir sonraki seçimde yeniden kazanabilmek. Öyle ya, eğer seçimi kazanmazsak bu ülkeyi kim kurtaracak?!.
O SİSTEMİN İNCELİKLERİ…
Peki ama, neydi Avusturya sağlık sisteminin, dünyanın o en ideal sağlık sisteminin ince noktaları...
Avusturya Sağlık Sisteminde % 99 herkesi kapsayan bir Sağlık Sigortası mevcuttur. Devletin çok sıkı denetlediği bir sigorta...
Çok güçlü kamu sağlık hizmetleri ve yine en az sağlık bakanlığı kadar güçlü, tüm tıp eğitimi ve diplomalarını denetleyen özel kliniklerden sorumlu bir tabipler birliği...
Herkesin maaşından en az % 5-7 oranında kesilen sağlık primleri var. İnsanlar ayda en az 400 Euro’yu sağlık primi olarak sigortaya ödemektedirler. Bu ödenen para, aslında hem ülke insanlarının, hem de devletin yaşamdaki önceliklerinin SAĞLIK olduğunun net göstergesidir.
Kimse içerideki ya da dışarıdaki hekimin çalışmasını konuşmuyor… Çünkü herkes de biliyor ki hekim çalışması gereken süreyi maksimum performansla hastanesinde çalışıyor. Denetim gayet net. Haftada 48 saat çalışmak şart. Çalışmıyorsa, ya da fazla çalıştırılıyorsa, iki taraf da ceza alacağını kesinlikle bilir.
Ve evet hekim olmak Avusturya’da da bir ayrıcalıktır. Tüm dünyada olduğu gibi... Avusturya Tabipleri Birliği avukatı Johannes Zahrl bu konu ile ilgili olarak; “Hekimler ayrı bir yasa altında çalıştırılmasa da, diğer tüm kesimlerden daha yüksek maaşla çalıştırılırlar ve mesleki risklerine göre değerlendirilirler. Çünkü herkesin hekimlere ihtiyacı var” diyor.
Ne kadar basit değil mi? Sağlığı organize etmek için yapacağımız şey üç unsurdan oluşur.
Sağlığı önceliklerimiz arasına almak, bir...
Sağlıkçılara hak ettikleri muameleyi göstermek iki…
Ve illa ki DENETLENMEK; yasalara uymak... Bu da üç…