1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. Boynundan öper gibi
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

Boynundan öper gibi

A+A-

Siz kaybolan yıllara inanır mısınız?
İnansanız dahi o yılları size geri vermezler, biliyorum.
O nedenle kimileri inanmaz...
“Tümü bize hayatı öğretmiştir” falan derler...
“O yıllar olamasa, bugünkü biz olmazdık...”
Kökleriniz gibi tutunduğunuz topraktır, geçmişiniz...

...

İnanırım ben!
Kaybolan yıllara inanırım...
Yani insan ömründe kayıp yıllar vardır...
Hatta her gün, onlarca kayıp dakika birikir teknemizde...
Öylesine geçer...
Yalanla... Riyakarlıkla... İhtirasla...

Üç yüz kusur gün öncenin aynısı gibi...
Bin üç yüz küsur bazen...
Manasız bir tekrar!
“Öyle lüzum eder...”
Yaşanır “mış” gibi.
Kayıptır!

...

Yine de planlayabileceğimiz “yarın”dır...
Sadece yarın...
O “yarın”ı da bilemeyiz ya...
Kimdedir, nerededir, nereye kadardır...

...

Bir hekimin makalesini okudum...
Diyor ki, insan ömrü uzadı...
“Uzadı uzamasına da...
Uzayan gençlik değil...
Yaşlılık seneleri...”
“Ahlı vahlı”
zamanlar...
Sonbaharlar...
Hayallerinizin ve tutkularınızın peşine düşmek adına çok daha sınırlı bir kapasitenizin olduğu, ağır bir geri sayım psikolojisinin bedeninize çöktüğü, gözlerinizin gölgelendiği vakitler...

...

Eğer hekim haklıysa, gençlik ve son gençlik demlerini kaybetmemek gerek...
Tutsanıza! Tutunsanıza sımsıkı...

...

Bu düşler arasında, İlhan Berk’in sözleri düşüyor beynime...
“Zaman ki senden başka nedir ...”
“Ben ki bir yıkıntınım senin...”
“Senin büyüttüğün...”

...

Çok fazla daralıyoruz, yoruluyoruz; insanlar içinde insanı arıyoruz çok daha fazla... Hüzün ve karamsarlık olabildiğince çok. Umarsızlıklar yığınla...
Oysa yaratıcı an’lara ihtiyacımız var, çok daha eğlenceli ve tutkulu...
Pek de ciddiye almadan...
Dokuz sekizlik bir ritimle...
Boynundan öper gibi zamanı...

Yaşamalıyız... Kayıplar içinde bir birimizi kaybetmeden...

 


 

Son durakta dahi rahat yok

cenaze-002.jpg

Cenaze törenlerinde insanlar en sevdiklerini sınırsız bir zamana uğurlar... Hem de nasıl acı içindedir... Hele genç ölümler, ‘sıra bilmez’ kayıplar... İsyan ettirir, yaradanın adaletine...
Son dönemlerde hocalara bir haller oldu. Uzun uzun anlatıyorlar. Ders verir, ayar çeker gibi...
Ne yeri ne de saatidir bunun!
O acının içerisinde “Müslümanlık dersleri” ölene ve sevenlerine saygısızlıktır.
Özellikle yazmak istedim...
Böyle giderse, bir olay çıkacak, birini fena tersleyecekler gün gele, tadı kaçacak pek çoklarının...
Bırakınız da bu toplum, ölüsünde olsun rahat etsin biraz!
Tadında bırakınız artık...

 


 

Sağlık kaydı

Dostumuz Hakan’ı uğurlarken, içimizi bir sızı kemirdi, durdu...
- “Kalp yetmezliği, dediler... Nasıl anlaşılmadı...”
Pek çok farklı kişi anlattı, birkaç gün önce hastaneye gittiğini, doktora göründüğünü, eve gönderildiğini.
Bu söylenti doğru muydu?
Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi kayıtlarında, sevgili Hakan Çakmak’ın kalp ya da farklı bir şikayetle son iki ay içerisinde hastaneye gittiği görünmüyor.
Nisan ayında gitmiş en son, fizik tedaviye... Başka da yok...
Ya özel bir hastaneye, kliniğe gitmiş dostumuz... Ya da ihmal etmiş, ne yazık..
Peki, devlet hastanesi dışında bir “kayıt sistemi” var mı?
İşte bu, Sağlık Bakanlığı’nın yanıtlaması gereken soru...
Ama dediğim gibi, peşine düşmemiz gereken asıl mesele sağlığımızın ne kadar kayıt altında olup, olmadığı...
Hastanede kayıt var...
Peki gerisi?
Umarım, Sağlık Bakanlığı, bu yönde gerekli araştırmayı yapar...
Sevenlerini aydınlatır...
Tüm sağlık sisteminin kayıt altına alınması için de bir süreç başlatılır, sonuç alınır...
Bilişim çağında yaşıyoruz...
Ve bu çağda, bilgisayarlar, “fal bakmak” dışında hayat kurtarabilir...

 


 

Eren

 

Eren Şişik, spor basınımızda az sayıda ‘profesyonel’ isimden biri... Ne yazık ki, Kıbrıs Türk spor gazeteciliği kurumsallaşma anlamında yeterince yol alamadı. Ya “yarı zamanlı” bir iş görüldü, ya da “statü kazanma” aracı...
Üzücü, ancak gerçek bu!
Örneğin BRT spor servisinden arkadaşlar, aynı anda piyasadaki beş-altı gazetenin sayfalarına bakıyor.
Türkiye’den “spor programı” dahil ithal ettik, düşünsenize (!)
Eren “tam zamanlı spor gazetecisi” olmak yanında “tam zamanlı dost”tu...
Ve işte askerlik denen mecburiyet, hani en verimli çağında onu da yakaladı!
1 yıllığına vedalaştık.
Gözümüz yollarda olacak... Bekleyeceğiz!

 

 

 


turist.jpg

5 aylık turist, 1 ayda, üstelik ruletsiz!

Güneye turist ilgisini yazmıştım. Bir ayda 400 bin kusur! Ve demiştim ki, "Neymiş, kumarhanesiz de turizm oluyormuş meğer..."
Tabii, biraz da tahrik etmiştim, "Güneyde turist istatistikleri yayınlanır. Kuzeyde, turist yerine genelde yolcu sayısı duyurulur..."
Malum, buralarda "turist" kavramı bambaşkadır!
Kaçak işçisi var... Yurttaşlık almaya geleni...
Ve bu yazdıklarımın yayınlandığı gün, Turizm Bakanlığı’ndan açıklama geldi:
“Son 42 senenin en iyi sonuçlarını aldık!”
Ve hatta kimi istatistikler verildi...
Bakanlık Müsteşarı Doç. Dr. İsmet Esenyel’e göre senenin ilk beş ayında, Türkiye’den 293 bin “turist” gelmiş, diğer ülkelerden de 119 bin...
Yani, 412 bin gibi!
Güneye bir ayda gelen turisti, beş ayda görmüşüz…

Güneyden kuzeye geçenler de bu rakamlara dahil mi, bilmiyoruz.
Elbette bu fark normal, hem ‘direkt uçuş’ yok hem de hoyratlık diz boyu kuzeyde...
Son bir senedeki artış da iyi...
Ama asıl düşündürücü mesele  bu gelen turistin çoğu “kumarcı….”
Sokağa inmiyor yani!..
“Kapalı devre turist” çoğu...
Üstelik nitelikli yerli istihdam yaratmayan otellerde...

 


haftanın notcukları

  • "Ben de yurttaşım" diyorlar, soruyorum, "hangisi?"
    Eğer "KKTC"yse gülümsüyorum!
    - O sayılmaz...

POLİS’İMİZE...

  • Ne olur, intiharlara yönelik basın açıklamalarında, 'yöntem' tarif etmeyiniz.
    Yeni “kopya acılar” için bilinçlere iz bırakıyor bu!
     
  • Hele bir Ahmet/Mehmet Altan’ın savunmalarını okuyunuz, T24’te P24’te, Diken’de... Ve yeniden düşününüz, şu ‘garantörlük’ meselesini...

 


 

İyi bayramlar diyeceğim de... ‘Bayramlık’
satırlara tutunacak bir dal bulamadım...
Sevdiklerinize sarılınız, doya doya...
Bayram ne ki!

Bu yazı toplam 5052 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar