Bravo!
Yeter ki niyet olsun diyoruz ya hep...
Bir kez daha görüyoruz ki niyet olunca, olabiliyor bazı şeyler.
Olabilmesi için, inisiyatif alınabiliyor!
İkinci Akıncı-Anastasiadis görüşmesinden de yine çok önemli güven yaratıcı kararlar çıktı.
Bravo!
Öncelikle hem Kıbrıslı Türkler’in hem de Kıbrıslı Rumlar’ın uzun süredir açılmasını talep ettiği iki önemli geçiş noktası; Derinya ve Aplıç kapıları açılıyor.
Toplumların bu konuda yükseltmiş olduğu sese kulak verildi, bu umut verici.
Telefon konusu, yıllardır büyük sıkıntı yaşamamıza sebep olan, her fırsatta da hemen herkesin, ‘çözün artık’ dediği, son derece önemli bir konu.
Sorun henüz çözüm aşamasında değilse de, nasıl çözümlenebileceğinin yolları aranacak, karşılıklı olarak yapılacak çalışmalarda.
Dünyanın neresine gidersek gidelim kullanabildiğimiz cep telefonlarımızın, iki adım ötede birer ‘ölüye’ dönüşüyor olması, büyük bir ayıp, umarım yapılacak çalışmalar kısa zamanda olumlu sonuç verir.
Üzerinde uzlaşıya varılan çok önemli bir diğer konu ise kuşkusuz elektrik şebekelerinin birleştirilmesi.
Teknik düzenlemelerin yapılmasının ardından aşamalı olarak uygulamaya gireceği duyurulan bu birleşme, karşılıklı olarak taraflara pek çok artı getirecek.
Santrallerde yaşanacak arızaların, vatandaşa elektrik kesintisi olarak dönmeyeceği yeni bir sistem, bizim gibi kesinti şampiyonu bir ülke için, hani derler ya, kaymaklı ekmek kadayıfı tadında bir gelişme.
Enterkonnekte sistem, birleşik bir Kıbrıs için de çok büyük bir yatırım.
Radyo frekanslarında yaşanan karışıklık da yayıncılık adına büyük bir rahatlama sağlayacak.
Ve toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda ortaya konan ortak duruş ve bu konuda alınması karara bağlanan ortak inisiyatifi de alkışlamamak, imkansız.
Bütün bunlar, hayatımızın farklı alanlarına dokunacak, büyük adımlar.
Her iki lidere de ‘bravo’ demek, boynumuzun borcu.
Dünkü görüşmenin ardından yapılan ortak açıklamada değinilen kayıplar konusuna gelince...
Bu konu, adamızın ortak tarihinin en büyük yaralarından, en büyük utançlarından biri.
Kayıpların akıbetlerinin belirlenmesi amacıyla yapılan kazılarda önemli miktarda kaybın kalıntılarına ulaşılmış olsa da, daha yürünecek çok uzun bir yol var bu konuda.
Sayısı bini aşan aile, yakınlarının bir mezara sahip olacağı günü bekliyor bugün hâlâ.
Liderler, gömü yerleri hakkında bilgisi olanları, bu bilgilerini ilgili makamlarla paylaşmaya davet ediyorlar.
Ancak bu konuda liderliklere de büyük bir görev düşüyor.
Çünkü tüm kayıpların arkasında, aslında ‘devletler’ var.
Kayıplar konusunda devletlere herhangi bir sorumluluk yüklenmediğinden, çalışmalar tamamen ‘şahitlerin’ insafında sürdürülüyor, oysa aslında devletler, bu ‘sorunun’ baş sorumlularıdırlar.
Ve illâ ki ya pek çok gömü yerinden, ya da gömü yerlerinin ‘faillerinden’ haberdardırlar.
Bütün mesele, kendi geçmişleriyle yüzleşmeye hazır olmayışları, bu cinayetlerin yükümlülüğünü üstlenmekten korkmalarıdır.
Gizli arşivlerin (yazılı ya da sözlü) karşılıklı olarak açılması ve devletlerin suskunluklarını bozup, gömü yerleri bilinen kayıpların bulunması için harekete geçmesinden âlâ güven yaratıcı önlem mi olur?
Zamanında iki toplumu birbirinden koparan ‘kayıplar konusu’ da pekâlâ bu sürecin birleştirici unsurlarından biri haline getirilebilir.