1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Bu adada barışın temellerini biz öğretmenler atacağız...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Bu adada barışın temellerini biz öğretmenler atacağız...”

A+A-

Kıbrıs’ta “Yüzleşme Sineması”nın parlak örneği “Süt Babam” belgeseli geçtiğimiz Cuma akşamı yani 28 Eylül 2024’te Larnaka’da “Kondea Evi”nde  gösterildi... “Süt Babam” filminin kahramanlarından Birgül Kılıç Yıldırım, “Bu adada barışın temellerini biz öğretmenler atacağız” diyor...   

PRODEFTİKİ’NİN AÇIKLAMASI...

İlerici Öğretmenler Hareketi Prodeftiki, “Süt Babam” belgesel filminin gösterimini organize eden örgüttü. Film gösterimi ardından Prodeftiki Larnaka Örgütü, gösterim hakkında şu paylaşımı yaptı:

“Son derece duygusal bir gecede, Birgül’le birlikte ağladık – o, iki “düşman”ın işbirliği sonucu hayatta kalan 74’ün bebeğiydi... Haralambos, Andreas ve Mehmet, nefretle hareket etmek yerine, insaniyetle hareket ettiler. İşbirliği yaptılar ve Birgül bebeğin hayatını kurtardılar...

Larnaka’daki Kondea Evi’ndeki alan barış ve yeniden uzlaşmaya susamış insanları sığmadı, alan dolup taştı. Cemal Yıldırım’ın yönettiği “Süt Babam” filmini Uluslararası Barış Günü çerçevesinde izledik. Savaşın ortasındaki insanlıkla ilgili gerçek bir hikayeyi anlatıyor “Süt Babam”.

Filmi izledikten sonra son derece etkilenmiş olan Birgül, hayatını borçlu olduğu “süt babası”nı arayışını anlattı.

İlerici Öğretmenler Hareketi, barış ve yeniden uzlaşmaya yönelik eylemlerini devam ettirecektir, bu eylemler yurdumuzun yeniden birleştirilmesi ve Kıbrıs sorununun çözümü yolundaki adımlardır.

İlerici Öğretmenler Hareketi Larnaka Örgütü olarak hem filmdeki aktörlere ve aktristlere, hem filmin yönetmenini, hem de bu filmi göstermemiz için güzel bir alan sağlayan Kondea Toplum Konseyi’ne çok teşekkür ediyoruz...”

“BARIŞI ÖĞRETMENLER KURACAK...”

“Süt Babam” filminin kahramanlarından Birgül Kılıç Yıldırım ise film gösterimi ardından şunları paylaştı:

“Kıbrısta barışa, sevgiye, dostluğa ve kardeşliğe inanan her Kıbrıslı'nın hemfikir oldugu bir söz vardır: "Acılarımız ortaktır" deriz ve buna inanır bunu savunuruz, barış yolundaki mücadelemizde.

Süt Babama olan sevgim, saygım, minnetim ben nefes aldığım sürece hep var olacaktır. Kendi canını tehlikeye atacak kadar fedakar  biri bu sevginin daha fazlasını hak ediyor. Antreas Efstathiu babam  gibi  insanlar lazımdır  bu adaya. Onun bu  insan sevgisi, yardımseverliği bir dalga gibi  yayılsın adamızda en küçüğümüzden en büyüğümüze kadar. Bu görev yüregi sevgi ile çarpan herkesindir ama en çok da bir ulusu yetiştiren biz ögretmenlerindir.

Geçtiğimiz akşam Cuma gecesi (27 Eylül)  İLERİCİ ÖĞRETMENLER HAREKETI Larnaka örgütünün davetlisi olarak gittik.  İlk defa buruk bir yürekle katıldım "Süt Babam" gösterim gecemize. Kendimi eksik hissettim. Çünkü sağ kolum ve solum eksikti. İki babam da yanımda yoktu. Sağlık nedenleri ile ikisi de ilk defa yanımda olamadılar. Kanatları kırılıp uçamayan  Barış güvercini gibi hissettim kendimi. İlk defa sarılamadik birbirimize. O  yaşadığım boşluğu Pampos abi hissetti ve babamlar gibi kucakladı beni, birlikte gözlerimizden yaşlar akarak. Teşekkürler Pampos abi ve Demetra Kalogeru...

Muhteşem bir organizasyondu.  Hepimizin gaylesi aynıydı Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum öğretmenler olarak. Gaylemiz bu adanın çocuklarını sevgi ile barış yolunda gelişmelerini, yetişmelerini sağlamak. Bu adada barışın temellerini biz öğretmenler birlikte atacağız çünkü içlerinde insan sevgisi olan çocuklar yetiştirmek bizlerin elindedir. Bir çocuk yetişir, adamız değiṣir.

Emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler...”

ncelikli-sayfa-17-resim-4.jpg

GENÇ İZLEYİCİLER...

Filmin yönetmeni Cemal Yıldırım ise sosyal medya paylaşımında şöyle yazdı:

“27 Eylül 2024 Cuma akşamı Larnaka'da, eski Türk mahallesinde, Piyale Paşa Sokak’ta bulunan Kondea Evi'nde, Süt Babam belgesel filmimizin gösterimi vardı. Etkinlik, İlerici Öğretmen Hareketi/Larnaka  tarafından (Η Προοδευτική Κίνηση Δασκάλων και Νηπιαγωγών Λάρνακας) Dünya Barış Günü sebebi ile düzenlenmişti... Kondea Evi'nin samimi ortamında, filmi izledik... Yine pek çok izleyici gözyaşlarına hakim olamadı... İzleyicilerin içten ve samimi davranışları ve ilgisi bizi oldukca mutlu etti... Ancak üzerinden 50 yıl geçmesine rağmen, 1974 yazında yaşanan trajedinin etkileri hala daha taze, hala daha acı veriyor. Bunu hissetmemek imkansız...

Gecede beni en çok sevindiren şey, 19-20 yaş civarı genç izleyicilerin de olması ve filmden pozitif yönde etkilendiklerini görmekti... İnanılmaz mutlu oldum. Gecede ortak fikir, Süt Babam filminin tüm okullarda gösterilmesinin şart olduğuydu... Bu konuda ilerici öğretmenlere büyük görev düşüyor. Zaten akşam, iki genç öğretmen filmden sonra yanımıza gelip, filmi kendi sınıflarında öğrencilerine göstermek istediklerini dile getirdiler. "Eğitim bakanınız izin verecek mi?" diye sordum. “Orasını biz halledeceğiz, merak etmeyin” dediler... Haliyle mutlu olduk... Her şey çok güzeldi akşam.

Larnaka’daki İlerici Ögretmen Hareketi'ne, organizasyon için bizimle iletişime geçip, herşeyimizle ilgilenen Evgenia Konstantinu  ve geceye katılan herkese sonsuz teşekkürler...”


GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR FİLMLER...

“Asla Gözlerini Kaçırma: Sanatla özgürleşen gerçek...”

Tülin TANKUT / bianet

sayfa-16-resim-019.jpg

“Asla Gözlerini Kaçırma”, yönetmenliğini Florian Henekel von Donnersmarck’ın yaptığı (2018) Almanya, İtalya ortak yapımı bir film. Alman ressam Gerhard Richter’in (1932, 92 yaşında) gerçek yaşamından esinlenerek çekilmiş. Senaryoda toplum ve siyasal gerçekliğin göz ardı edilmemesini, toplumsal yapının tarihsel geçiş evrelerinde sanat üzerindeki etkilerini görmemizi sağlıyor.

Film 1937 yılında Dresden’deki bir sanat galerisinde başlar. Görevli, “Dejenere Sanat” adlı sergide izleyicilere tablolar hakkında bilgi verirken Modern Sanat’ı eleştiri yağmuruna tutar. “Sözde sanatçıları” Alman kadınlarını, askerlerini aşağılayan, ruhsal hastalıkları yücelten resimler yapmakla suçlar. Ulusun bu saçmalıklarla zehirlenmemesi için gelecek kuşaklara bunların gösterilmemesi gerektiğini savunur. Eleştirilerden Picasso, Vasily Kandinsky ve daha başka sanatçılar da payını alır. “Kandinsky’nin bir tablosu iki bin markmış, bu para Alman işçilerden kesiliyormuş.” Görevli, sanki Nazi yönetiminden değil de halktan yanaymış gibi konuşmaktadır. Sözleri, sergiye genç, güzel teyzesiyle gelmiş olan altı yaşındaki Kurt’u korkutur, ressam olmak istemediğini fısıldar teyzesine.

Sergi dönüşü trenle eve dönerken ailenin Dresden’den ayrılışının hüznü sarmıştır Kurt’u. Babası, Nazi partisine üye olmayı reddettiği için hem işinden (öğretmen) hem de evinden olmuş ve Dresden’den kırk beş kilometre uzaklıktaki bir yere taşınmak zorunda kalmışlardır. Baba ve teyze dışında aile bireyleri Nazilerden yakınmazlar. Teyze, çocuğa babasının doğru bir iş yaptığını, üzülmemesini söyler; sergideki tabloları da beğendiğini ekler. Son durağa geldiklerinde yan yana dizilmiş otobüslerden birinin yaşlı şoföründen tüm şoförlerin aynı anda kornaya basmalarını ister. Kurt onu şaşkınlıkla izlerken genç kız gözleri kapalı, huzura kavuşmuş gibi mutludur.

Genç kızın tuhaflıklarının sonuncusu başına dert açar. Nazi yürüyüşünde giydiği gamalı haç işaretli giysisini fırlatıp yere attıktan sonra çırılçıplak piyano çalarken onu izlemeye gelen Kurt’a, coşkuyla sanatı kastederek “asla gözlerini kaçırma, gerçek olan şey güzeldir” dediği sırada aile bireylerine yakalanır ve tabii doğru doktora götürülür. Aileye göre bu bir gençlik hezeyanıdır. Ama doktor aile geçmişinde şizofren olup olmadığını sorar. Büyükanne şaşkınlık içinde kesinlikle olmadığını söyler. Genç kız da bazen doğru dürüst düşünemediğinden yakınır. Nazi doktorlarsa işi şansa bırakmazlar. Profesör Seeband’a derdini anlatamayan, dahası can havliyle, “beni kısırlaştırmayın, Führer’e çocuklar doğuracağım, onun askere ihtiyacı var” diye yalvarıp yakaran genç kız, diğer fiziksel ve mental engellilerle birlikte çırılçıplak, gaz odasında can verir. (Teyzesinin zorla ambulansa bindirildiğinde, “asla gözlerini kaçırma!” sözleri küçük Kurt’u derinden etkilemiştir.)

Yıl 1940, Berlin: 400 bin kişi kısırlaştırılmış, engellilerin yurtları yaralı askerlere verilmiştir.

8 Mayıs 1945, Dresden: Bombardımandan her yer yangın yerine dönmüştür kentte. Müttefikler Nazi olduğu suçlamasıyla Prof. Seeband’ı sorguya çekerler ve suçlu bulurlar. Ancak adam çok iyi bir jinekologdur. Rus generalin gebe karısı ölmek üzereyken hem anneyi hem de bebeği kurtarır. Artık sırtı yere gelemeyecektir.

Yıl 1951, Dresden: Savaşın izleri silinmeye çalışılıyor kentte. Kurt bir atölyede işçi olarak çalışıyor. Babası Nazi olmadığı halde aklanamıyor ve eski işine dönemiyor. Ustası, resimde çok başarılı bulduğu Kurt’u, “Sosyalist realizm akımı geçerli ülkede. Bu resimler işçilerin ne işine yarar?” diye uyarsa da onu Güzel Sanatlar Akademisi’ne girmesi için destekler.

Yeni rejim toplumun sanatsal ihtiyaçlarını koşullara uygun olarak karşılamak zorundadır. Akademide halkın yararına olan sanat övülür, bu amaçla filmler gösterilir. Resim dersinde canlı modellerle çalışır öğrenciler: Elinde orak ve buğday başağı genç kız, yanında kocaman bir çekiç taşıyan delikanlı. Gençler işin gırgırında; delikanlının pozuna karışırlar, çekici indir, çekici kaldır diyerek. O sırada Moda Bölümü’nde, Alman kızların Batı’dan gönderilen kalemleri dağıttığı haberi gelir. Kurt, Elizabeth (Ellie) ile kalem alışverişi vesilesiyle tanışır. İki genç sevgili olurlar. Ellie, Profesör Seeband’ın kızıdır. Her devrin adamı olan profesör, Rus generalin karısının hamiliğinde köşeyi dönmüş, “Demokratik Almanya Seçkin Halk Doktoru” olarak onurlandırılmıştır. Kızı gebedir, Kurt ile evlenmek ister. Ancak Nazi baba, Kurt’un ailesini beğenmediği için- üstelik baba intihar etmiş - istemez. Kız diretince, var olan jinekolojik rahatsızlığını tedavi etmek bahanesiyle ona operasyon uygular. Derken Rus general Moskova’ya tayin olur; savunmasız kalacağı için foyasının ortaya çıkmasından korkan adam, karısıyla birlikte Batı Almanya’ya geçer. (Henüz duvar yok)

13 Mart 1963; genç çiftin de Batı’ya geçtiğini görürüz. Trenden indiklerinde, “Psycho “ (Alfred Hitchcock, 1960, ABD yapımı ) filminin ışıklı reklamı çarpar gözlerine. Filmin adı, Batı’daki sanat anlayışını muştular (!) Kurt, akademiye devam eder. Ellie bir dikiş atölyesinde çalışır. İş başındayken düşük yapar. Doktora gider, bir daha anne olamayacağını öğrenir. Kurt’a düşüğün nedenini açıklar; babası sırf çocuk “ari” olmayacak diye kızına kürtaj yapmıştır. Ellie, Nazi olduğu için babasına çocukluğundan beri çok öfkelidir. Buraya kadar nitelikli bir dönem filmi izleriz. Bundan sonrası sanat – siyaset ilişkinin ağırlıkta olduğu, gerçekten etkileyici bir bölüm.

Kurt kalıpları, sanat akımlarını reddeder, sil baştan yapar. Bu arada Profesör Seeband genç çiftin ziyaretine gelir. Kurt’u, “30 yaşına gelmiş ama bir baltaya sap olamamışsın” türü küçümsemelerle yargılar. Ona uygun, yarı zamanlı bir iş bulduğunu söyler. İş dediği, bir hastanede hademeliktir. Maddi sıkıntılar yüzünden işi kabul eder Kurt. Gocunmadan merdivenleri siler, tıpkı babası gibi. Çalışırken zihni yapacağı resimlerdedir. Derken esin kaynağı ayağına gelir. Profesör ile restoranda buluştukları bir gün, gazeteci çocuğun içeri girerek “Ötenazi Programı Başkanı”, “hastaların katili yakalandı” demesi üzerine profesörde şafak atar. İş bahanesiyle çekip gider. Kurt, katilin fotoğrafını kullanarak resmini çizer. Arkası gelir; Profesör Seeband’ın, teyzesinin kucağındaki kendi fotoğrafının ve geçmişe ait diğer fotoğrafları resimde kullanır. Aynı yöntemle Elli’nin gebeyken çıplak resmini çizer. Sınıf arkadaşları resimlerini çok beğenirler, ellerinde fırçalarla merdivenlerde şakalarla, şamatayla onu kutlarlar. Profesör Seeband da görür resimleri. Kurt’un başarısı karşısında nutku tutulmuş, o kibirli duruşundan eser kalmamıştır. Kekeleyerek Kurt’a teşekkür eder “izninizle” diyerek kaçarcasına ayrılır yanından.

Kurt ünlenmiştir. Sergi açtığı galeride gazetecilerin sorularını yanıtlamaktadır. Bunlardan bazıları: “Ben yorum yapmıyorum, resim yapıyorum”, “Her hakikat tutarlıdır. Gerçek olan her şey güzeldir.”

Gelecek kuşakların özgürlüğünü ister. (O sırada kucağında bebeğiyle kendisini dinleyen Ellie ile birbirlerine gülümserler.) Bir gazeteci, “Sırada ne var?” diye sorar. Kurt, “Ben gerçeği istiyorum, bu kadarı yeter bana” diyerek salondakileri şaşırtır. İdealist bir gençtir. Antonius Hoca’nın konuşmaları üzerinde büyük bir etki bırakmıştır: “Sözde sanatçı, hazır ideolojilere yaslanır. Hayata kaçamak bakma. Gözünü dört aç. Yaşamadan yazamazsın. Önce kendi hakikatinle yüzleş sonra toplumsal hakikati resmedersin. İçinde yaşadığın toplumda olup bitenler, sanata/ sanatçıya yansıyacaktır.”

* Türkçe çeviriler farklı olabiliyor: Filmin isminin Almanca’dan çevirisi: ‘Yaratıcısı Belli Olmayan eser.’ (WERK OHNE AUTOR) İngilizce’den çevirisi: ‘Kaçınılamayan Geçmiş’ (NEVER LOOK AWAY)

Yazının tümü için link:

https://bianet.org/yazi/asla-gozlerini-kacirma-sanatla-ozgurlesen-gercek-300143

(BİANET.ORG – Tülin TANKUT – 28.9.2024)

Bu yazı toplam 565 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar