Bu bataklıktan, bu karanlıktan, bu çıkmazdan kurtulmanın tek yolu!
Çocuklarım mı Erdoğan mı?
Kesinlikle çocuklarım!
Erdoğan’ın ne düşündüğü, ne istediği beni zerre kadar ilgilendirmiyor!
Beni ilgilendiren çocuklarımın geleceğidir ve kendi ülkemdir!
-*-*-
Erdoğan’ın kendi ideolojisi var; saygı duyarım ya da duymam; oy kullanarak değiştirebileceğim biri de değil…
Yani, kendi demokrasimin dışında bir siyasi güç.
-*-*-
Ve Türkiye’nin durumunun; Kıbrıs sorununun olası çözümüyle birlikte, çok daha iyi olacağı inancım da ayrı bir konu.
-*-*-
“Türkiye’yi Ada’dan kovalım ve Kıbrıslılar mutlu mesut yaşasın” diyenler elbette olabilir ama bunun mevcut koşullarda barışa hzmet edeceğini de düşünmedim, düşünmüyorum.
-*-*-
Ne mi düşünüyorum?
Kıbrıs sorunu, federal çerçevede çözülecek…
Evet, Türkiye’ye de gerekirse, arzu ederse, askeri üs verilmesi tabii ki konuşulacak…
Ancak şu anda bir taraf, “defolsun gitsin” diye yırtınırken, Türkiye tarafı ise “tamamen yerleşip kalma hatta yarısını mutlak anlamda ele geçirme” işiyle ilgileniyor.
Orta yol bulmaya çalışan yok!
Çalışılmalı!
Çünkü biz bitiyoruz, hatta bittik!
-*-*-
Ve “benciliğime” dönecek olursak; Türkiye’nin gerek faiz, gerek para, gerekse maliye politkası yanında; dış siyaseti, kültürel pozisyonu, dinle alakalı gelişmeleri beni kesinlikle mutlu etmiyor.
Haliyle son derece bencilim.
Kendimi düşünüyorum.
Ama daha çok çocuklarımı tabii ki…
-*-*-
Türkiye’deki kardeşlerimi, halkları, hele hele de ezilenleri; terörist oldukları iddiasıyla hapiste tutulan Osman Kavala’yı, Selahattin Demirtaş’ı çok seviyorum ve destekliyorum…
Onların da daha çağdaş, daha Avrupalı hatta doğrudan AB vatandaşları olmaları en büyük dileğimdir.
-*-*-
Ama tüm bunlar şu anda benim AB’nin insanca yaşama olanaklarından mahrum edilmem anlamına gelmez.
-*-*-
“Biriz, etle tırnağız” falan da beni ırgalamaz…
“Nankörlük” mü ediyorum?
O da tartışılır ve tartışmaya da hazırım…
-*-*-
Gerçek olan şudur ki; Kıbrıs Türk toplumunun en başta varlığı; daha sonar ise refahı, insanca yaşamı Kıbrıs sorununun çözümündedir.
Ve bu çözüm, Türkiye’nin farklı farklı çıkarları uğruna heba edilemez.
-*-*-
Efendim, “Rumlar çözüm istemez; aha Annan Planı’nda gördük” mü diyeceksiniz?
Evet, gördük ve Rumların çözüm isteyip istememesi de müzakere masasına ve bu masadaki istekliliğimize bağlıdır.
-*-*-
Çözüm, hangi açıdan bakarsanız bakın, bizim için kaçınılmazdır, şarttır…
“Anavatanımız yanımızda, bize bakar” diyorsanız, kusura kalmayın ama gerçek gün gibi ortadadır, bu söylediğinizi şaka olarak dahi kabulüm değildir.
-*-*-
Ya Kıbrıs sorunu çözülüp, sapasağlam AB vatandaşlığıyla kucaklaşacağız; ya da bir şekilde tükeneceğiz…
Ve biz tükendiğimizde her şeyin güllük gülistanlık olacağını sananlar varsa, bu doğrultuda Erdoğan’a fikir verenler bulunuyorsa, şimdiden söyleyeyim; yanıldıklarını o gün anlayacaklar.
-*-*-
Geçen gün de söylemiştim; “benim memleketim, benim kararım!”
O kadar!
Saygı, sevgi, dostluk, kardeşlik başka bu başka!
-*-*-
Ömer Seyfettin’e saygıyla…
Koca Ali hırsız değildi…
Ama diyet ödemeye zorlanıyordu…
Bizim hiç bir suçumuz yok; arkadaşlarla aynı düşüncede olmadığımız için bizi ülkelerine turist olarak bile sokmuyorlar ama burada neredeyse nasıl sevişmemiz gerektiğine dahi karışıyorlar…
Biz o diyeti çoktan ödedik canlarım benim!
Sadece Kıbrıs’ta barış ve çözüm…
Bu bataklıktan, bu karanlıktan, bu çıkmazdan kurtulmanın başka yolu yok!
Bentleri bile yıkmışlar, canlı türleri kaybolmuş ama Londra hala cazibesini koruyor!
Yağmur…
Sesini, kokusunu özlemişim…
Hatta karanlığını ve gök gürültüsünü…
İnanmayacaksınız ama çatının akıtmasını ve su baskınlarını bile…
-*-*-
Çocukluğumdaki anılar ne ilginçtir, güneşli bir Ada’da doğup büyümeme rağmen daha çok yağmuru kaydetmiştir…
-*-*-
Gaziveran ya da Angolem Deresi’nin gelişini mesela…
Çok yağmur yağdığında, köylüler hazırdı; Angolem Deresi de dediğimiz, Elye ile Gaziveren’in yanından geçip denize ulaşan derede, her köyün ayrı ayrı “bent” denen yerleri vardı ve ilgililer, biriken suyu bu bentler aracılığı ile köye salardı…
Herkes de bahçesini salma suyla sulardı…
1974 sonrasında düzensiz yönetimler veya alakasız yöneticiler bu bentleri yıkmışlar…
İngiliz döneminde yapılmış bu bentler…
Zaten Osmanlı öncesinde yapılmış olsaydı şaşardım ya neyse…
-*-*-
Yıllar yıllar öncesinden Yeşilırmak Deresi’nin ilk geldiği akşamı da hatırlarım…
Neden “hep akşam”lar aklımdadır?
Çocuktum, uyuyordum da ondan mı?
Ve neden Limnidi Deresi değil de Yeşilırmak Deresi!
Neyse, Yeşilırmak Deresi geldiğinde, ilk sularla birlikte, hem karada hem suda yaşadığı söylenen bir çeşit “yılanımsı balık” yakalanırdı…
Şimdilerde; hatta yıllardır yok!
Köyün ismi değişti, yılınımsı balık ya da adı her neyse, ondan yakalandığını yıllardır hiç işitmedim…
Zaten o yıllardaki Yeşilırmaklıların torunları Londra’da doğdular, büyüyorlar…
-*-*-
Haaa Londra dedik de…
15 yılım geçti…
Hep yağmur.
Durmaksızın yağan yağmur…
Güneşe hasrettik; aileye hasrettik; vatana hasrettik; bıraktık geldik!
Mamır ettik!
-*-*-
Yağmur yağdı dün…
Ögle saatlerini az geçtiğinde, Lefkoşa’da – Yenikentte, çaktı – gürledi…
Karadı bir anda ortalık!
Köpecik ürktü!
N’apsın garip, bir senedir yağmur mu görüyordu?
Ve yağmurla aklıma gelen üç şey; derelerdeki bentleri bile yıkmışlar!
Ülkedeki bir çok canlı türü yok olmuş, tükenmiş!
Ve Londra; Kıbrıslı Türklerin kaderi olmaktan hiç uzak kalamamış!
Avrupa Birliği (AB) Komisyonu, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis'i "göçmenlerle ilgili yalan söylemekle" suçlayan Hollandalı gazeteci Ingeborg Beugel'in (Fotoğraf) aldığı tehditler sebebiyle bu ülkeden ayrılmaya karar vermesiyle ilgili genel bir açıklama yaparak gazetecilere yönelik tüm tehdit ve saldırıları ciddiye aldıklarını bildirdi… Sevgili Komisyon üyeleri, keşke bir de bizim tarafa doğru baksanız…