Bu büyük bir yalan oyunudur
Gelecek hafta salı günü Cenevre’de 5-1 formatında gerçekleşecek olan Kıbrıs toplantısı, bir sürecin parçasıdır. Yeni gündeme gelmiş ya da yeni görüşlerin tartışılması için açılmış bir alan değildir.
Cenevre, 2017 yılında başarısızlıkla sonuçlanan Crans Montana zirvesine ve ardından 2019’da gerçekleşen Berlin zirvesine dayanmaktadır. Crans Montana’dan sonra, Kasım 2019 tarihinde Berlin’de 3’lü bir görüşme gerçekleşmiş ve bu görüşmede, BM Genel Sekreterinin daveti ile dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Akıncı ve Sayın Anastasiadis bir araya gelerek, 3+1’den, 5+1’e geçilmesi kararlaştırılmıştı. Sıradan, iş ola, sırf görüşmeler devam etsin diye alınmış bir karar değildi söz konusu olan. Genel Sekreter, çözüm odaklı ve ucu açık olmayan bir yeni dönem başlatma kararlılığı üzerine bu yolu kurguladı.
Burada da üç temel nokta uzlaşı aradı ve bunu sağladı.
Bu noktalar: Varılan önceki mutabakatlara bağlılık ; 11 Şubat 2014, Eroğlu - Anastasiadis ortak açıklaması ve 30 Haziran 2017 tarihli Guterres çerçevesi.
Hatırlanacağı üzere Türkiye devlet yetkilileri 2017 sonrası ile ilgili, iki noktanın altını çizmişti: 5+1 toplantısının gayrı resmi yapılması ve bu toplantıda tarafların model ile ilgili niyetlerini açıkça koyması. Bu iki nokta BM tarafından göz ardı edilmemiş ve sürecin şekillenmesinde etkili olmuştur.
Elbette bir başka noktanın daha altını çizmekte yarar var, 2017 Crans Montana zirvesi sonrası, 3 Garantör ülke olarak Yunanistan, Türkiye ve İngiltere’nin Dışişleri Bakanları düzeyinde gerçekleştirdikleri toplantıların içeriği hakkında hiçbir bilgi sahibi değiliz. Kıbrıs sorunu ile ilgili olan bu toplantıların içeriği hakkında bilgi sahibi olmamamız, her iki toplum açısından ciddi bir boşluktur.
Türkiye Dışişleri Bakanlık yetkililerinin çeşitli bağlamlarda ifade ettiği BM parametrelerinin dışına çıkma görüşü, özellikle 2020 Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası federasyon dosyasına, yaklaşımına açıkça savaş açılarak hayat buldu. Ankara’nın hem masada kalarak hem de BM Güvenlik Konseyi kararlarına yani Federasyon tezine karşı çıkması zamana oynama arayışının bir göstergesidir. BM ile ters düşmeden ama aynı zamanda egemen eşitlik gibi kabul edilmeyen bir söylem ile Ankara için Kıbrıs, uluslararası ilişkiler bağlamı (özellikle AB) yanında Kıbrıs konusunda milli duyguları yüksek Türkiye toplumuna karşı iç siyasette (MHP ve milliyetçi taban ) kullanılacak açık bir enstrüman haline getirildi. Adadaki Kıbrıslı Türklerin varlığı, tarihi, kimliği ve kültürüne karşı, siyasi müdahaleci, kültürel hegemonyacı bir yeni siyasete girildi.
Federasyonu savunanlara karşı saldırılar, TRT filmi, Anayasa Mahkemesi kararına karşı açıklamalar gibi.
Herhangi bir siyasi modeli, herhangi bir zaman, herhangi bir şekilde savunabilecek talimat adamı Sayın Tatar, egemen eşitlik yaklaşımını öne sürerek, siyasi eşitliğe karşı çıkmış, iki ayrı devlet diyerek de BM Kıbrıs dosyasındaki tüm kazanımlarımızı tehlikeye atan bir siyasi söylem geliştirmiştir. Çünkü Ankara kendisinden bunu istemiştir.
“Federasyon mederasyon yok”, “siyasi eşitlik yok” gibi, olmayacak bir yolu zorlamak, BM Güvenlik Konseyi kararlarını Kapalı Maraş örneğinde olduğu gibi reddetmeden aşındırmaya çalışarak, önce KKTC’nin Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından tanınması ardından oluşacak sözde devletler arası eşitliği iki devletli ilişki ya da çözüm diyerek, ayakları yere basmayan, gerçeklikten tamamen uzak hayalci söylemlerle aslında: Biz çözüm istemiyoruz, ama ilişkimizde kopmasın arada bir görüşelim gibi garip bir siyasi tavır içerisinde girilmiştir.
Bugün olası bir çözüm modelinin temelini kabul edilmesi asla mümkün olmayan ayrılma/ayrılıkçı bir siyasi perspektif üzerine kuranlar, aslında ne yaptıklarını biliyorlar. Olmayacak bir sürecin parçası olduklarını biliyorlar. Biliyorlar ancak yeni bir şey söylüyormuş gibi yapıyorlar.
Bu büyük bir yalan oyunudur, büyük bir sahtekarlıktır.
Oysa, bir çözüm modelinin ortaklık yapısının sürdürülmesi üzerine kurgulanması gerekir. Yani çözüm ile birlikte olası yeni sorunların çıkması karşısında “nasıl ayrılırız” ve “ayrıldığımızda statümüz ne olur" tartışması, baştan kaybedilmiş bir tartışmadır. Ayrılmak değil, birlikte çalışmak, birlikte kazanmak üzere kurgulanması gereken bir anlayışa ihtiyaç vardır.
Malumdur, masa BM Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde kuruluyor, 3+1’den kalınan yerden. Yani masada taraflar eşit olmakla birlikte iki devletin temsilcisi olarak yer almayacaklardır. Masadan da iki devletin temsilcisi olarak kalkmayacaklardır. Kaybedenin yine Kıbrıslı Türklerin olacağı bir sürece giriliyor.
Tek beklentim, Sayın Tatar’ın masayı devirmemesidir.
Devirir mi? Ankara devir derse devirir. Der mi? Demez !
En azından bu toplantı düzeninin Haziran’da veya Eylül’de devam etmesi olası en iyi sonuç olur.
Bunun dışında Kıbrıslı Türklerin geleceği açısından, zirveden olumlu bir sonuç çıkmasını beklememek lazım. Buzdağının görünen kısmı bize bunu söylüyor.