BU ÇOCUĞA NE BIRAKACAKSIN?
Kirli ellerle çizilen güzel bir resimden hayır gelmez. Başını sonuna alalım, üşenilir de okunmaz diye bir cümleye özeti yazalım.
Şimdi.
Buraya büyük bir kare çizelim, içine çocuğun kendisini, yanına bir kadın sonra soluna bir başkasını koyalım, adamlar belki, ya da birkaç kedi köpek, yukarıya beyaz beyaz bulutlar, çimenin yeşilini dökelim pastel boyalarla, çizelim sonra güneşin ışıklarını ve ufukta bir kuş, bir martı ya da kırlangıç, uzakları yanına alıp giden bir kara tren de olsun, istersen eğer, birkaç kalpten zarar gelmez, içini kırmızıya boyayalım, sonra çocuk gözüyle şöyle bir bakalım.
İçimi ezen bir şey var...
***
Nedir bu gürültü?
Bu kargaşa, temaşa, koşuşturmaca?
Alaşağı olmuş tüm sütunlar, temeller dökülmüş, insanlar düşmüş, Mesarya’nın anası ağlamış, Baf’ın bağları çözülmüş, etrafa ayaz çökmüş, ayaz, tüm yalanıyla. Kuyularda insanlar varmış, incir ağacından insan çıkmış, duvarların devrildiği zamanlarda nice insan kaybolmuş, öyle kala kalmış zaman, hiç ilerlememiş orada durmuş. Çürüyen bir adanın makus talihinde hiç çocuk olmamak varmış.
Hiç. Suçlu biziz.
Çocuk eline kalemi almış, ucunda kömürden kapkara bir dünya varmış. Küçük elinde çevirmiş, bakmış, almış beyaz sayfaya bir çizik atmış. Resim çizmeye başlayacak birazdan. Ne çizmesini istersiniz, bir tüfek, birkaç tel örgü, ya da paraya bulanmış bir ev, anne baba mı?
Bir yerlerde birileri çalıyormuş, ötekisi yargılanıyormuş, birkaç şair yakılıyor ve bir yığın insan elindeki nefreti savuruyormuş. Hülle yapıyormuş yeni siyasetçi, alışamadığı koltuğuna bakıyormuş. Yabancılaşıyormuş kendi çocuğuna, geleceğini bir “evet efendim”e heba ediyormuş.
Mişli geçmiş zaman. Bugün olanların yerine -dır -dır eklemek veba -dır şimdi. Çünkü statüsü olanın şimdiki düzeni-dir statüko. Statüden önce öğretilmesi gerekenler vardır bir çocuğa da bu toplumda bizim mış’ımız çocuğa dair, onun hayallerine dair değildir, bir yerlerde, mesela Yeşil Hatta teminata bağlanmış beklemektedir.
Ne bırakacaksın çocuğuna?
İnsan gelip gidiyormuş da, gelip gidenler bir gün çocuk oluyormuş. Kırk yıl evvel olanların aynısını yaşayan bir toplumun, çürümüşlüğün zarafetini yaşadığı zamanlardır şimdi. Kapana kısılmış ama dünyalı, ötede konuşamayan ama Kıbrıslı, elinde tüfek kışlada bekleyen ama barışçı. Ve yalancı verdiği sözleri tutmayanlar, hep dikilen ama hiç yerden kalkmayan demokratımsılar.
Ekranda diktatör deliriyor, biz seyrediyoruz, çocuklar korkuyor. Bu kadar kötü insan nasıl büyüdü diyor. Büyürken kötüleşir insan bunu bilmiyor henüz, bilse büyümez kesin, ah bir bilse insanın insana ettiğini. Savrulan kötülüğün sıradanlık haline geldiği bir siyaset coğrafyasında masum bir gelecek yetiştirmek şimdilerde. Ne kadar zor! Her yerde bu nefret söylemleri, etnikçilik yapanlar, bir söylediği bir söylediğini tutmayanlar ve vekaleti arızalı milletvekili olanlar. Siyaset oyununda tek perdelik tek piyeslik görevlerini tamamlayıp vatana millete hayırsız olanlar.
Masanın üzerine bakıyorum.
Ortada bir sürü evrak var, sayfa sayfa tutanaklar, kaç bin sayfa konuşma, içinde insanın yargısı var, yanılgısı var, iç geçirdiğinde attığı bir of, yorulduğunda dirseğini dayadığı bir harf, ötesinde dalıp gittiğinde çıktığı bir nokta var.
Bizim şimdi geleceğimiz muktedirlerin otokratik aptallıklarına kurban veriliyorsa ve elleri kirli olanlar tutuyorsa diğerlerinin ellerini, dağıla dağıla, bir virüs gibi kirli eller çoğalıyorsa, hesap soramıyorsa kimse kimseden, kimsesizleşiyorsak burada, insanı insan yapan nedir diye biri sorduğunda afallıyorsak, cesareti küçümsüyor, atalete gülüyor, adaleti kaçırıyorsak ve ıskalıyorsak geleceği, ayaklarımızın altından yurdumuzu çalıyorlarsa,
Sen ne yapıyorsun, bunu bir düşün.
İnsanı insan yapan onurudur.
Gerisi laf-ı güzaf.
Onurunu korumak için söylemesi gerekeni söyleyebilmeli, yazmak istediğini yazabilmeli ve yürümek istiyorsa korkusuzca yürüyebilmelidir insan.
İnsan acıdır, belki sadece bir anı, kaldığı kadar bu yerin üstünde ve gideceği yere varıncaya dek misafir. Bu ev, vatan, adına ne dersen de, senin nefes aldığın yer, senin doğumundur ve ölümündür aynı zamanda. Çocuk bir bulut çizdiğinde içinde annesi ve babası da vardır, gidecekler çünkü bir gün, ve ne öğrendiği okulda öğretmeninden, televizyonda gördüğü bir politikacıdan da, nefreti ve kini öğrenir senden de benden de.
Sen bu kara bulutları dağıtmaz isen ve oturup o çocukla “söyle nasıl bir gelecek çizelim?” diye sormaz isen, burada, tam da ayak bastığın bu toprakta,
Ve inanmazsan “bu ülkeden bir şey olur!”a,
Derin bir nefes al ve yanıtla:
Ne bırakacaksın çocuğuna?