1. YAZARLAR

  2. Niyazi Kızılyürek

  3. Bu Ekim Biraz Daha Sonbahar
Niyazi Kızılyürek

Niyazi Kızılyürek

Bu Ekim Biraz Daha Sonbahar

A+A-

Kaç yıl oldu hatırlamıyorum. Her Ekim ayında Louis’in sesi bir grup insanın telefonlarında çınlar: “İsim Günümü kutlamak için Zigi’de yerimizi ayırttım. Saat 20.30’da bildiğimiz yerde…” Elliye yakın insan Louis’in söylediği yerde her yıl bir araya gelirdik. Önce “ağır” siyasi analizler eşliğinde balık menüsünü afiyetle yer, sonra da Rembetiko ve Zeybekiko dansları ederdik. Louis kocaman gövdesini ayak parmaklarının ucunda taşır, serçe gibi sekerdi. Danstan yorulunca şarkılar başlardı. Sabaha karşı Kirikos ve Zenon sahneye çıkar şiir faslını açarlardı.

Ekim-Toplantısına katılan arkadaş grubu (Bareya) hep aynı kişilerden oluşurdu. Louis’in meslek hayatından iş arkadaşları, üniversitede birlikte okuduğu bazı kimseler ve benim de dâhil olduğum “dar hücre”… “Dar hücre” Lefkoşa’da haftada en az bir defa bir araya gelen ekibin adıdır. Geçtiğimiz günlerde Louis yine telefona asıldı. “İsim Günümü kutlamak için saat 20.30’da bir araya geliyoruz. Yalnız programda küçük bir değişiklik yaptım. Lefkoşa’da toplanıyoruz.” Çok sevdiği Zigi’deki restorana neden gitmediğimizi soramadan devam etti: “Biliyorsun, grupta epeyce hasta var, onları ta Zigi’ye kadar sürüklemeyelim…” Evet, “grupta epeyce hasta var…” Zenon kanser, Mihalis tedaviye gittiği Londra’dan yeni döndü. Nitsa da öyle… Kostas zaten epeydir iyi değil. Profesör Taifakos’u ise geçtiğimiz aylarda kaybettik. Pankreas kanseri her yıl Louis’in sofrasına katılan Yunanlı aristokrat meslektaşımı birkaç hafta içinde alıp götürdü. Kendisini son defa hastanede ziyaret ettiğimde zayıflamış bedenine rağmen mizah duygusu hala dipdiriydi. Söyledik, güldük ve hüzünlendik. Ölüme Epikür gibi bakıyordu: ölüm geldiğinde biz yokuz, biz olduğumuz sürece de o yoktur. O halde ölüm yoktur… Karısı Angeliki’nin aç ve açıkta kalmaması için bütün bürokratik işlemleri hasta yatağında halletmişti.

Bu yüzden de ağrılar içindeki bedenine rağmen ölüme “rahat” gitmişti. Louis sabah akşam bürokrasiyle ilgilenmiş, işleri yoluna koymuştu. Tek derdi son kitabı idi. Roma hukuku üzerine yazdığı çalışmayı bitiremediği için üzülüyordu.

Bareya bir eksik ve birkaç hastayla bu sonbaharda da bir araya geldi. Louis artık serçe gibi sekemiyordu. Zenon’un şiir okuyacak keyfi yoktu. Her yanımız kanser, her yanımız ölüm… İlginçtir, onca yıllık buluşmalarımızda birbirimizi gördüğümüz anda zamanın akıp gittiğini hemencecik anlardık. Kiminin beyazları çoğalmış oluyordu, kiminin de yüz çizgileri…  (Dina hatta estetik ameliyatı bile yaptırmıştı.) Kimimizin başındaki teller biraz daha eksiliyordu vs. Diyesim o ki, yaşlanmaya alışmıştık ama hastalıklara ve ölümlere pek değil.

Her şeye rağmen bu sefer de cıvıl cıvıldık ve harika bir gece geçirdik. Pek eğlenceli değildik belki ama daha “bilgeydik”. (Hep öyle olur zaten. İnsana önce yaşı, sonra da bedeni ihanet eder. Ama bu sonuncusuna “olgunlaşma” diyoruz.) Yurdumuzun kara talihini konuşurken bu Ekim’de de heyecanlıydık. Bütün gece çözümün “kaçınılmaz” olduğuna birbirimizi ikna etmek için çırpınıp durduk. Fakat bu sefer daha umutluyduk.

Belki de, bizim Bareya’da Kıbrıs Sorununun çözümünü görmeden göçmek acıların en büyüğü sayıldığı için umutlu olmayı özellikle istedik. Bareya ölümle hesaplarını halletmeyi iyi biliyor. Tek açık hesabı Kıbrıs Sorunudur. Geceyi noktalarken, Bareya’nın eleştirel düşünceyle bezenmiş yurt sevgisine bakınca yaşlanmanın bu semte uğramadığını düşündüm. Şair ne güzel söylemiş: “yaşlanmak etin çürümesi filan değil, kendinden başka hiç kimseyi sevmemek demektir.” Evet, Bareya yaşlanmadı. Sadece hastalık ve ölüm gibi “sıradan aksaklıklar” bize bu sonbaharın her zamankinden daha sonbahar olduğunu anımsattı. Hepsi bu! Bir de Kıbrıs’a barış gelmeden ölünüyor ya, bu Bareya’nın gerçekten çok ağırına gidiyor…

Bu yazı toplam 2610 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar