BU ELİ TUTMAK GEREK…
Uzun zamandır bu kadar keyiflenmemiştim ne yalan söyleyeyim. Yeni Düzen’in “Yorgancıoğlu: TOMA Adaya gelmeyecek” haberi düştüğünde hissettiğim sevinç kelimelerle anlatılabilir gibi değil.
Keyfime keyif katan şey, haberi paylaştığım Türkiyeli arkadaşlardan gelen olumlu tepkiler… Kıbrıs’la ilgili gelişmelere kayıtsızdır Türkiye kamuoyu. Hatta “yine mi Kıbrıs?” diye yüzünü ekşittiğini çok görmüşümdür çevremdekilerin. Uzaklarda bir yerlerde, “gitmesek de, görmesek de, bizim köyümüz” muamelesi görür ya biraz Kıbrıs; “o gözle” bakanlar şaşkınlıkla, “o gözle” bakmayanlar ise yüzümde beliren muzip gülümsemeyi hissederek karşıladılar haberi.
İtiraf edeyim, kırgın ve umutsuzdum. İşbirlikçi UBP’nin giderayak yeni hükümetin kucağına bıraktığı TOMA siparişinin CTP’nin elinde patlayacağından ve CTP liderliğinin daha bu ilk sınavda hazırlıksız yakalanıp oyuna 1-0 yenik başlayacağından endişeleniyordum. Ancak CTP liderliği içeriden ve dışarıdan gelen tüm seslere, daha çok da solduyusunun sesine kulak vererek TOMA’nın adaya gelişini engelledi. Başbakan Özkan Yorgancıoğlu’nun şahsında bu kararlılığı sergileyenleri kutlamak ve benim gibi “kuşkucuları” mahcup etmelerinden duyduğum sevinci dile getirmek keyifle ödenecek bir borçtur.
UBP işbirlikçiliğinin TC kaynaklı her türlü dayatmaya itirazsız teslimiyeti ile CTP’nin dik duruşu arasındaki farkın gerek Kıbrıs’ta gerek Türkiye’de güçlü biçimde takdir edilmesi, desteklenmesi ve Kıbrıslı Türklerin bu güçlü itirazı sonucu elde edilen kazanımın çok iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Daha da güçlenerek, kökleşerek sürdürülmesi gereken bu dik duruş, şimdi Kıbrıs’ın Kuzeyinde kapsamlı bir Anayasa değişikliğinden ekonomik reformlara, TC ile ilişkilerden Kıbrıs sorununun çözümünde etkin rol almaya kadar her alana yayılmalı. Zira Kıbrıslı Türklerin TC gündeminden koparak kendi gündemlerini oluşturmaları ve kendi çözümlerini üretebilmeleri için elverişli iklim önce UBP’nin alaşağı edilmesi ve hemen ardından da TOMA alımının iptali ile oluştu. Bu moral, yeni kazanımların önünü açmalı.
Genel olarak Türkiye, özel olarak AKP Kıbrıs’ın Kuzeyinde “itiraza” alışkın değil ve ne Türkiye’de ne de “arka bahçesi” olarak gördüğü Kıbrıs’ın Kuzeyinde itirazın demokratik bir kültüre dönüşmesinden hoşnut olmayacak. Oysa tüm sorunlarımızın ortak çözümü bu itiraz kültürünün derinleşip kökleşmesine bağlı… Yüzlerce yıllık “biat geleneği” yerini itiraz kültürüne bıraktığında, iktidarda her kim olursa olsun toplum kendisine yapılan dayatmalara karşı sesini yükseltebilecek ve otoriter rejim eğilimleri çok sesli, çok renkli, çoğulculuğa dayalı bir demokrasinin kapısını aralayabilecek…
Türkiye Kürt sorununu ve Kıbrıs sorununu çözmeden özgürleşip demokratikleşemeyecek. Bu iki kilidin kırılmasına bağlı Türkiye’nin geleceği…
Bütün olumsuzluklara rağmen Kürt sorunun çözümünde elverişli bir iklim oluştu. Türkiye kamuoyu Kürt sorunu ile çok sert biçimde yüzleşmeye başladı. Düne kadar Kürd’ün adının bile anılamadığı ülkede bugün Ana dilde eğitimi, Federasyonu tartışabilir hale geldik. Bunda AKP’nin katkıları elbette yadsınamaz ancak Kürtler eşitlik ve adalet taleplerini dişleriyle, tırnaklarıyla, canlarıyla taşıdılar Türkiye gündemine.
Kırılamayan ikinci kilittir Kıbrıs. Türkiye “resmi ideolojisi” tıpkı Türkiye’yi Türklerden mürekkep tek milletli bir ülke olarak gördüğü gibi, Kıbrıs’ı da “vatan toprağı” saymış, bir yandan bunun propagandasını yaparken diğer yandan Kıbrıs’ta işlediği insanlık suçlarını kaba milliyetçilikle ustaca maskelemeye çalışmıştır.
İngiltere’ye önce kiralanıp sonra satılarak 82 yıl İngiliz yönetiminde kalmasına, Misak-ı Milli sınırlarına dâhil edilmemesine, on yıllarca TC nin ilgi alanı dışında kalmasına rağmen dillerini, kültürlerini korumayı başaran Kıbrıslı Türkler, ne tuhaf ve ne acıdır ki “Anavatan’ın” ekonomik-sosyal ve kültürel “istilasına” direnmekte zorlandılar. TC devleti, 1974’teki fiili işgalin ardından yarattığı “gri alanda” Türkiye’nin de geleceğini karartan kirli unsurları barındırdı. Kürtlerin ve Türklerin nefretle andığı karanlık isimler, her türlü kirli operasyonlarını Kıbrıs’ın kuzeyinde planlayıp Adayı bir “melanet üssüne” dönüştürdüler. 1974’ten itibaren yol geçen hanına dönüştürülen Kıbrıs’ta önce Kıbrıslı Türkleri sindirdiler, ardından kurdukları kanlı düzenekle Kıbrıslı Türk solunu etkisizleştirmeye çalıştılar.
AKP, askeri vesayeti kırıp kendi vesayetini kurmaya çalıştığı dönemde tüm unsurlarla olduğu gibi Kıbrıslı Türklerle de ılımlı, olumlu ilişkiler kurdu. 2004’te ortaya çıkan barış ve çözüm atmosferi ne yazık ki değerlendirilemedi. 2008’den itibaren önce Kıbrıs politikasında değişiklik işaretleri vermeye başlayan AKP Kıbrıs’ın Kuzeyindeki “Türkleştirme-Sünnileştirme” siyasetine hız kazandırdı. Kıbrıslı Türkleri her alanda mülksüzleştirme, kimliksizleştirme, itibarsızlaştırma operasyonları birlikte yürütüldü.
İşin vahimi o ki, Türkiye kamuoyunun Kürtlere ilişkin ezberi neyse, Kıbrıs’a ve Kıbrıslı Türklere dair ezberi de odur.
Türkiye’de sağcısından solcusuna, milliyetçisinden Müslümanına Kıbrıs’a dair kurduğu cümlelerde aynı dili kullanır. 1974 sonrasında Kıbrıs’ın Kuzeyinde yaşananlar, 1983’te pekiştirilen işgal rejimine dair neredeyse tek kelime edilmez. TC nin küçücük bir ada parçasında 50 bin kişilik ordu ile ne yaptığını, bu büyüklükte bir gücün orada niçin beslendiğini kimse tarafından sorgulanmaz. Barındırılan o 50 bin kişilik ordunun başındakilerin adada sivil hükümetlere bile tahakküm etme küstahlığında beis görmeyen “yetkilerini”, polisin bile niçin askere bağlı olduğunu kimse tartışmaz. Adanın kuzeyinde nüfus yapısının hızla değiştirildiğini ve Kıbrıslı Türklerin kendi topraklarında azınlık haline getirildiğini kimse tartışmaz. Bunları yıllardır sabırla tekrar tekrar anlatmaya çalışanlara kimse kulak vermez. Hiçbir sol partinin dişe dokunur Kıbrıs politikası yoktur. Hiç kimsenin dili Kıbrıs’ın kuzeyinde kurulan düzeneğe bırakın “işgal rejimi” demeyi, bir asimilasyon ve soygun düzeni olduğunu bile söylemeye varmaz. Herkes memurlaştırılan, sinikleştirilen, eli kolu gözü dili bağlanan Kıbrıslı Türklerin Türkiye tarafından beslendiği ön kabulünde hem fikirdir. Bunun nedenini, niçinini, çözümünü kimse tartışmaz.
CTP, tüm bu ezberi bozmak, Adanın kuzeyinde daha demokratik, daha özgür, daha adil bir yapının kurulabilmesi ve her şeyin yeni baştan tartışılabilmesi için Kıbrıslı Türklere ve biz Türkiyeli dostlarına elini uzattı…
Bu eli sımsıkı tutmanın zamanıdır…