BU HAFTA HANGİMİZ ÖLELİM
Düşünün ki bir gün ülkemizde bir seri katil gazetelere gönderdiği isimsiz bir mektup ile açıklama yapıyor: Her hafta bir kişiyi öldüreceğim diyor. Dahası polis bu konuda yetersiz kalıyor ve 16 yıl boyunca bu katil her hafta bir insanı öldürmeye devam ediyor. Eminim tüm halk panikler, isyanlar çıkar ve bu katilin yakalanması için seferberlik başlardı.
Geçtiğimiz hafta yerel bir gazete son 16 yılda trafikte hayatını kaybeden insanların sayısını açıkladı. 2000 yılından beridir trafik kazalarında kaybettiğimiz insanların sayısı 722 âdete ulaşmıştır. Yani ortalama haftada 1 kişiyi kaybetmişiz trafik kazalarında.
Bu veri ışığında ülkemizde trafik canavarının bir seri katil olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Bu katil gün ve gün can alıyor. Bizler de ilginç bir şekilde benimsemişiz bu katili. Her hafta birimizin ölebileceğini kabullenmişiz, sanki önleyemezmişiz gibi. 16 yıldır istikrarlı bir şekilde her hafta içimizden birinin öldürülmesine isyan etmez olmuşuz. Sorun olduğunu kabul etmek ve çözüm aramak yerine, sorunu kabullenmişiz.
Hâlbuki dünyada trafik ile ilgili çok ilginç bir örnek var. Yıl 1974, ülke ise Hollanda. Trafikte bisikletliler ölüyor ve canlar kaybediliyor. Bisiklet kullanmak isteyen bir Hollanda halkı var ve bu halkın bisikletlerini sürebileceği yolları yok.
Büyük bir eylem yapılıyor ve parlamentonun önü bisikletler ile günlerce kapatılıyor. On binlerce bisiklet. Pankartlar ise tek bir temada birleşiyor: “ARTIK ÖLMEK İSTEMİYORUZ.”
Hollanda bu eylemin ardından kendine geliyor. Hükümetler üstü, partiler üstü ve uzun vadeli bir ülkesel ulaşım master planı hazırlanıyor. Bu planda ise bisiklet en önemli odağa konuluyor. Dahası on yılları aşan bir ülkesel bisiklet politikası oluşturuluyor. Politika dedikse, öyle bir parti geldiğinde başka, diğer parti geldiğinde başka uygulananlardan değil.
Sonuç olarak hepimiz bugün Hollanda’nın ne kadar sağlam bir bisiklet altyapısının olduğunu ve bunun sayesinde hem ulaşımına hem de turizmine sağladığı faydaları biliyoruz.
Hollanda örneği ışığında bizlerin de ülkemizde trafik master planı çalışmalarını masaya yatırmamız ve ulaşım politikaları için çalışmamız artık ciddi bir gereklilik olmuştur. Bunu yaparken de sadece bir bakanlık altında değil, parlamentomuzun organize edeceği, yerel yönetimlerin aktif rol alacağı ve sivil toplum örgütlerinin söz sahibi olacağı bir sürece ihtiyacımız var.
Ancak bu şekilde kelebek ömründe olan hükümetlerimizin kısacık sürelerinde uygulanan bir denemeye değil, hükümetler üzeri ülkesel bir ulaşım politikasına sahip olabileceğiz.
YÜKSEK ARAÇ YOĞUNLUĞU TOPLU TAŞIMA İLE GİDERİLEBİLİR
Tabii, bugün dönüp trafik sistemimize baktığımızda hepimiz birçok eksikliği gözlemliyoruz. Çevre yollarımızın köylerle iç içe olması, çevre yollarımız üzerindeki yaya geçitleri, gelişigüzel koyulan çemberler ve şehir içi yollarımızda standart eksikliği bunlardan sadece birkaçıdır.
Bu sorunlara ek olan, dahası bu sorunların tehlikelerini artırarak trafikteki ölümlere birincil dereceden sebep olan en büyük sıkıntımız ise, küçücük adamızın içerisinde çok yüksek oranda araç yoğunluğuna sahip olmamızdır: .
- Ülkenin toplam yerleşik resmi nüfusu 286.000 iken, son yapılan trafik çalıştayına göre araç sayımız 150.000’dir. Bu araçların 50.000 âdeti ise şu anda Lefkoşa’da bulunmaktadır.
- Nüfusumuz içerisinde çocukların ve taşıt kullanmayan erişkilerin de olduğu varsayılırsa, araç filomuzun ciddi bir oranı turistlerden ve öğrencilerden oluşuyor demektir.
- Özellikle gece dışarıya çıkan insanların alkol almaları durumunda eve dönebilme alternatifleri yok denecek kadar az.
- Genel olarak bu araç yoğunluğuna karşılık verecek yollarımız yok. Kıbrıs’ın şehirlerarası yolları ve şehir için trafik sistemleri 150.000 araca göre tasarlanmamış ve bu yoğunluğu kaldırmıyor.
- Kişi başına düşen araç sayısı bu kadar fazla olunca, nasıl tedbir alınırsa alınsın kazalar ve ölümler yaşanıyor
Durum bu iken artık farklı sistemleri konuşarak ülkemizde bir toplu taşıma sistemi belirlememiz elzem haline gelmiş durumdadır. Artık Lefke’den Karpaz’a, Girne’den Lefkoşa’ya ülkemizde yaşayan herkesin ulaşımını yapabileceği bütünlüklü bir toplu taşıma sistemini yapmak için çalışmalıyız. Çünkü ancak bu şekilde ülkenin yolları üzerine binen bu yükü hafifletebilecek ve ölümlere sebep olan araç yoğunluğunu azaltabileceğiz.
Böylesine büyük bir dönüşüm için kaynağı nereden buluruz diye aklımızdan geçiriyor olabiliriz. O anlarda ülkemizin 150.000 arabasının aylık harcadığı 200 TL’lik (en az) yakıtı ve bu yakıtın yıllık bütçemizde 360 milyon TL bir gidere karşılık geldiğini hatırlamamızda fayda vardır.
Sonuçta halk olarak bizlere büyük bir görev düşüyor: Ya Hollanda halkının 1974’de yaptığı gibi hayatımızı tehlikeye sokan bu konuda irademizi gösterecek ve reform yapılması için siyaseti görevlendireceğiz; ya da bu hafta da trafikte seri katilimize verdiğimiz bir diğer can için ağıt yakacağız.
Karar bizim.