1. YAZARLAR

  2. Mert Özdağ

  3. Bu hükümet ‘kamplaşma’ sorunu için büyük şans!
Mert Özdağ

Mert Özdağ

Bu hükümet ‘kamplaşma’ sorunu için büyük şans!

A+A-

 

22 OCAK OLAYLARI / İÇ BARIŞ / ELÇİLİĞE DÜŞEN GÖREV

 

‘22 Ocak Olayları’ elbette yakın tarihin bir sonucu.
Pek tabii bir geçmişi var bu gerilmenin.
Hepimizin malumu,  Türkiye Cumhuriyeti yetkililerinin önemli bir kısmının Kıbrıslı Türklere yönelik vesayetçi yaklaşımlarına ve kimi yöneticilerimizin onlar karşısındaki kayıtsız şartsız biat etme tutumlarına içerleyen Kıbrıslı Türk “entelektüelleri”, çalışanları ve sendikacıları büyük bir öfke içerisindedirler.
Bu öfke, bir yandan Türkiye’ye, diğer yandan da adaya çalışmak için gelen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına yönelmektedir.
Kıbrıslı Türk çalışanları, Türkiye Cumhuriyeti’nin hazırladığı ekonomik paketler ve adaya gelen ucuz işçilik dolayısıyla işsiz kalacaklarını, hatta göç etmek zorunda bırakılacaklarını düşündükleri için, memleketin tuzu kuruları da, ülkedeki “sosyal ortam” bozulduğu, “sokaklarda bir tek Kıbrıslı Türk dahi göremedikleri” için şikâyetçidirler durumlarından…
Yani bu öfke-kızgınlık hali, yalnızca alt ve orta sınıflara değil, halkın tamamına aittir bir biçimde…
O hâlde sınıfsal bir temeli yoktur ve Kıbrıslı Türk olmak, bu öfkenin öznesi olmak için yeterlidir.
Aslında genele yayılan bu tepkinin beslendiği alan siyasettir, yöneten-yönetilen ilişkileri ve onun sonuçlarıdır.
Kırsalda, Lefkoşa’nın sur içinde yaşayan, gelişen yeni kültürün diğer gelir gruplarındaki bireylere gösterdiği kimi tepkiler etnik çerçevede sayılsa da aslında sınıfsal bir öfke olurken, Kıbrıslı Türklerin genelinde adı konmasa da yayılan ‘karşı öfke’ sınıfsal olmaktan uzak mikro milliyetçi bir dışa vurumdur. Ve dikkatinizi çekerim bu ‘öfke’ malum elin kontrolü altındadır, yönetilmektedir.
Elbette bu tepkinin haksızlığını konuşacak değiliz.
Ve elbette böylesi tepki adres kimi zaman yanlış olsa da bir siyasi sürecin doğal sonucudur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin bazı vesayetçi yetkililerine, seçilmişlerimiz arasındaki iradesizlere, dayatılan ekonomik paketlere direnmek Kıbrıslı Türklerin var oluş ve onur mücadelesinin vazgeçilmez unsurlarıdır.
Bu noktada benim kafamı karıştıran hiçbir şey yok.
Elbette genelleme yaparak böylesi bir öfkenin hepimizde olduğunu söylemiyorum. Ancak bizzat TC Elçiliği’nin eliyle yaratılan öfke ve kutuplaşma ortamı "Türkiyeliler potansiyel suçludur” ve “Kıbrıslıları bizi istemez- Rum dölleri” şiarı artık toplumsal meselelerimize sağlıklı çözümler üretmekten bizleri mahrum edecek boyutlara ulaşmıştır.
“Kıbrıslı” penceresinden bakan ve kendi kendine yalan söyleyerek avunan, kendini saf, temiz, suçsuz mağdur bir toplum olarak gören bu anlayış özür dilerim ama hastalıklı bir anlayıştır.

Nasıl ki “Biz sizi kurtardık- Rum dölleri” diye ortalıkta dolaşan hastalıklı kafa gibi…
Elbette adaya suç işlemek için gelen, kimlikle giriş sisteminin verdiği serbesiyetten faydalanan suç odakları vardır ve kimlikle giriş sorunu çözülmeden de bitmeyecektir.
Ancak deniz ötesinden gelen her şeyi (birey-iş adamı-yatırımcı-şirket) potansiyel suçlu, kendimizi 'bizi' ak-pak gören düşünce de normal değildir.

                                                                     ***
Kıbrıs Türk toplumu ve özellikle Kıbrıslı Türk solu çok uzun yıllar Türkiye egemen siyasetine karşı çok dirençli ve dirayetli ve uzun soluklu bir mücadele vermiştir, hiç kuşku yok.
Bu süreçte bazı geliştirilen dil ve o dönemin getirdiği kim olursan ol bizden ol anlayışı içerisinden partiler içerisinde belli başlı kadrolar evirilmeye başlamış ve Türkiye karşıtlığını birey/kişi karşıtlığına eşdeğer tutmaya başlamıştır, maalesef zaman içerisinde bu durum Kıbrıs solunun hastalığı haline gelmiş ve mikro milliyetçilik akımlarına yönelişler başlamıştır.
Her azınlık kendi kültürünün yok oluşuna yönelik olarak böyle bir refleks-tutum geliştirebilir, Kıbrıslı Türker'de çok uzun zamandır kendi kültürel varlıklarını tehdit altında görmekte ve son yaşanan TC yetkililerinin aşağılamalarıyla da birlikte haklı bir refleks-tutum geliştirmektedirler.
Peki bu nasıl mikro milliyetçilikten arındırılıp belli bir etnik nasyonal zırh bürünmeden, mücadele alanına çevirtilebilir bunun üzerine düşünmek gerek.
Çok zor olduğunu da idrak ederek... Neden zor?
Aslında sorun özünde Türkiye Cumhuriyeti ile KKTC arasında sağlıklı ilişkilerin oturtulamamış olması ve bundan kaynaklanan sorunların yarattığı tepkilerdir.
Buradaki birçok TC kökenli yurttaşın da KKTC’yi TC’nin bir alt yönetimi olarak idrak edip (Kıbrıslı Türklerin hissiyatında ve dünyanın algıladığından farklı olarak) buranın sesinden çok TC’den çıkan seslerden etkilenip ona göre reflekslerini geliştirmeleri anlamını taşıyor. 22 Ocak’ta fiilen sokakta yaşanan tam da buydu. Sosyal medyadaki küfürleri de buna ekleyebilirsiniz.

Zira buraya “taşınan” büyük çoğunluk aidiyetini hala ana karanın yönetenlerine devretmiştir, buralı olamamıştır. 
Her iki topluluk da bugüne kadar kendi ergin olamayışları yüzünden sorumludur.
Hal böyle olunca da “ortaklaşma” ve “birlikte mücadele” gibi aslında çağdaş ve kısmen sol anlayışa ilişkin değerler de hep havada kalıyor.

En azından kitlesel olamıyor.
Çağdaşçılar bunu aşabilecek herhangi metodolojik hareket içine de girmeyince, kısır bir döngü haline geliyor ve karanlıkta mücadele etmeye devam ediyoruz.

                                                                     ***

Kıbrıslı Türkler negatif hissetmesi için birçok neden vardır, bunlardan bir başkası da gelecek vizyonsuzluğudur. 
Günün sonunda rotası belli olmayan bir gemide sürekli seyahat eden kişi psikolojisindedir toplum.
Memleketin “sağı” mevcut sistemin devamını, hatta zaman zaman“ilhakı” önerirken, sol siyaset de "Federal çözüm hayali" dışında somut bir siyaset ortaya koyamıyor.
Ara ara yarım yamalak da olsa iktidar ortağı olan sol partilerin iktidarda bekleneni ortaya koyamaması, emek, sivilleşme, demokratikleşme adımlarında yetersiz kalması, vesayete karşı verilen mücadeleyi bir toplumsal mücadeleye dönüştürememesi bu olumsuz düşünceyi besliyor.  

Siyasi kısır döngüde beklediğini bulamayan toplumun diğer yandan nüfus olarak da başka bir ülke nüfusunun altında olduğunu sürekli hissetmesi ve kendi vatanında sayısal azınlıkta olması maalesef algı ve tepkilerde mikro milliyetçi unsurları çoğaltmaktadır.
Bu salt Kıbrıs- Türkiyeli, Türk-Rum meselesi olarak değil, hayatın her alanda kamplaşmanın ve doğruyu tartışarak bulabilmenin yerine zıtlık ve varoluştan farklılık noktasına çekiyoruz ki, bu tartışmalar sonu bizi doğruya değil, üzüntüye ve kedere doğru sürüklüyor. 
Toplum kendini bitmiş hissediyor ve buna karşı bir koruma kalkanı geliştirmiş, o kalkan da sadece “laf” aslında.   “Bittik, tükeniyoruz, kaç kişi kaldık, yeycekler bizi”  söylemlerini yine aynı tarzda söylemlerle besliyor, büyütüyor ve reddedişçi bir ruha büründürüyoruz. 

 Ve duygusal reddediş siyasetleri-çıkışları da çözüm üretmiyor, günde kalıyor ne yazık.
Oysa biz geleceği şekillendirecek siyasetler, söylemler bekliyoruz. Her konuda…
İşte tam da bu anda yeni bir siyasi oluşum “Toplumsal Uzlaşı” vurgusuyla göreve geliyor.
Yaşadığımız kaplaşma ve ayrışma sorunu için yeni hükümeti bir şans olarak görüyorum.
Umarım Türkiye’yi yönetenler ve onların buradaki temsilcileri bu şansı değerlendirirler.
Ve umarım gerilme yerini ‘birlikte daha güzel bir ülke nasıl yaratılır’ konusunda işbirliğine bırakır.
Zira bu ayrışma iki tarafa da fayda sağlamaz.
Hem yeni hükümetin hem de TC Elçiliği’nin iç barışla ilgili adımlarını yakından izleyeceğiz.

 

 

 

 

Bu yazı toplam 2011 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar