BU NEYİN AŞKI?
Mart ortasındaki köşe yazımın başlığı “Bir TOP’un Peşinde Cirilenmek”ti…
Hafta başından beri ayni durum geçerli…
Erkeksi, militarist söylemlerle Galatasaray’a övgüler düzenler; rakip takımları ve taraftarlarını aşağılayanlar, bunun yalnızca bir OYUN (yalnızca futbol oyunu değil, siyasi bir oyun da) olduğunu görmezden geliyorlar nedense…
Türkiye futbolu neden bu kadar ilgilendiriyor insanlarımızı; ilgilendirmekten öte, neden “Zafer Şölenleri”yle inliyor sokaklarımız?
Bunun sosyolojik bir açıklaması/yorumlanması var mı?
“İletişim Çağı” dediğimiz bu “postmoderin tüketim çağı”nda; pek çok eski değer(!) unutulmuşken; bu Faşist “Uyku İlaçları” (Franco'nun üç F'si. Faşizmin yükselişinin vazgeçilmez araçları: FADO, geleneksel Portekiz müziğini, FİESTA, eğlence ve kutlamayı anlatır. FUTBOL üçüncü F'dir..) neden etkisini kaybetmiyor…
Spor aşkı mı?
Öyle olsa, insanlarımız Meliz olimpiyatlara katıldığında; Yiğitcan Türkiye rekorunu kırdığında da yollara sokaklara dökülmez; sosyal medya hesaplarını bu gündemlerle doldurmaz mıydı?
Anavatan aşkı mı?
Kardeş/yavru tartışmalarının gündeme bomba gibi düşmesinin üstünden bir ay bile geçmeden unutulduğunu düşünmek istemiyorum…
Hem öyle olsa, Türkiye’de bir hafta sonra yapılacak (üstelik bizim geleceğimiz üzerinde de ciddi etkiler yaratacak) seçimler için de aynı heyecan duyulmaz mıydı?
Diyelim ki, (öyle olmasını gönülden diliyorum) bir hafta sonraki seçimde, Yunanistan ve İspanya’nın ardından Türkiye’de de ciddi bir değişim yaşanır ve AKP büyük bir darbe alır; kaç kişi sokaklara dökülüp HDP ya da CHP bayraklarıyla sokaklara dökülüp; “Zafer konvoyları” oluşturacak? (Syriza ve Podemos’un zaferlerinde parmağını bile kıpırdatmayanlar şimdi yollara dökülürse bu da tuhaf olmaz mı?)
Küçük gruplar halinde bu gösterilerin yapıldığını farz edelim; GS’ın şampiyonluğu için her türlü (trafik başta) kuralı hiçe sayanlara polisin gösterdiği “müsamaha” onlara ya da taşıyacakları bayraklara da gösterilecek mi?
Hiç sanmam… Çünkü bizim “Güvenlik güçleri”mizin “bayrak aşkı” sınırlıdır… Sınırlı olmasını boş verin bazı bayraklara (cebinde pasaportunu taşımaktan utanmadığı Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağı başta olmak üzere) karşı alerjisi vardır…
Bir psikiyatris arkadaşım, bu “güdüsel”ruh halini “tembellik ve değişime karşı olmanın sonucu” olarak açıkladı…
“Değişim emek ve özveri ister ne de olsa; ama bizim hiçbir katkımız olmadan ortaya çıkan bir başarı(!)yı sahiplenip; sokaklara dökülmek ve Futbol’un Fiestasına kapılmak KOLAY olanı seçmektir” diye bir de yorum yaptı…
Bir nevi TEMBELLİK aşkı mı, yani?!..
Bence o da değil!... Bu insanlar, üretirken gösterdiği tembelliği; tüketirken neden göstermiyorlar? Bu yarı/buçuk tembellik “aşkla” açıklanabilir mi?
Zor!...
Çünkü bizim AŞKlarımızın tümü yarı/buçuk!
Yarı/buçuk bir coğrafyada yaşamaktan mı; emek vermekten, sorumluluklarımızdan kaçınmaktan mı?
Tüketilen, gösterişçi, kolay aşklar bizimkisi!
(Not: Yazının tümünü okuma zahmetine giren okurlarımdan özür dilerim… Şu son cümleyi yazmak için onca lafa ne gerek vardı sanki!)