1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Bu sorunu çözebilecek olanlar sadece Kıbrıslılar’dır.”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Bu sorunu çözebilecek olanlar sadece Kıbrıslılar’dır.”

A+A-

"Sizler Kıbrıslısınız… Türk ya da Yunan değilsiniz… Bunu hem beyninizde, hem kalbinizde hissetmelisiniz, aksi halde sizi bölmeye devam edecekler…”

20 yıl gecikmiş bir buluşma bu: Onunla 1997 yılında tanışma fırsatım olmuş ancak barikatların sımsıkı kapalı olduğu bölünmüş adamızda, “geçiş izni” alamamış, onu görmeye gidememiştim… 1997’de Kıbrıs’a bir sergi açılışı için gelmiş, İki Toplumlu Çatışmaların Çözümü Eğitmenler Grubumuzdan Marios Mihalidis onun geleceğini söylemişti bana… Ne kadar uğraştıysam da Dışişleri Bakanlığı’ndan “geçiş izni” alamamıştım…

Efsanevi devrimci lider Ernesto Che Guevara’nın kızı Dr. Aleida Guevara’nın 20 yıl aradan sonra Kıbrıs’a geleceğini öğrendiğim zaman hemen Kıbrıslırum arkadaşlarımı arayarak onunla bir röportaj için girişimde bulundum… Çok değerli arkadaşlarım İlias Dimitriu ve Vera Polikarpu’nun yardımlarıyla Che’nin kızı Dr. Aleida Guevara’yla buluşup konuşmayı başardım… Bu da beni çok mutlu etti… Vera Polikarpu ve İlias Dimitriu’ya sonsuz teşekkürler…

Aleida Guevara bu kez, Küba-Kıbrıs Dostluk Örgütü’nün 25nci yıldönümü ve Che’nin öldürülmesinin 50nci yıldönümü nedeniyle Kıbrıs’a gelerek çeşitli etkinliklere katılıyor, konuşmacı oluyor. EDON Festivali’ne üç gün boyunca katılıyor, rahmetli ressam arkadaşımız Mihalis Kirlitças’ın eserlerinin sergilendiği sergi açılışında konuşuyor… Herkes ona çok büyük ilgi gösteriyor çünkü o bizler için çok önemli bir simge olan Che’nin kızı…

Onunla Kıbrıs ziyareti esnasında kalmakta olduğu Küba’nın Kıbrıs Büyükelçisi’nin evinde buluşuyoruz… Sevgili Vera İspanyolca’dan İngilizce’ye çeviri yaparak konuşabilmemizi sağlıyor… Dr. Aleida Guevara bir çocuk doktoru – gözleri tıpkı babasına benziyor… Yıllardır dünyanın çeşitli bölgelerinde çalışmalar yapıyor…

Che’nin üç farklı kadından toplam altı çocuğu var…

Dr. Aleida Guevara, Che ile ikinci eşi Aleida’nın dört çocuğundan birisi…

İki kez evlenen Che Guevara’nın ilk evliliği Hilda Gadea’yla 18 Ağustos 1955’te olmuş ve bu evlilikten Hilda Beatriz Guevara Gadea dünyaya gelmiş 15 Şubat 1956’da… Che Guevara ve Hilda, 1959 yılında boşlanmışlar ve Che ikinci evliliğini Aleida March Torres’le 9 Haziran 1959’da Küba’nın başkenti Havana’da yapmışlar. Bu evlilikte dört çocukları olmuş – en büyükleri Aleida Guevara March, 24 Kasım 1960’ta, ondan sonra Camilo Guevara March 20 Mayıs 1962’de, ondan sonra Celia Guevara March 14 Haziran 1963’te ve en sonuncu kardeşleri Ernesto Guevara March ise 24 Şubat 1965’te dünyaya gelmiş.

s-17-20170705_122930.jpg

Che’nin Lidia Rosa Lopez’den de 19 Mart 1964’te dünyaya gelen Omar Perez adlı bir başka çocuğu bulunuyor…

Aleida, Arapça bir isimmiş…

“Neden annenizin ismini taşıyorsunuz?” diye soruyorum Dr. Aleida Guevara’ya…

“Bu ismi bana babam verdi” diyor… “Annemi çok severdi… Küba’da, doğan çocuklara annelerinin veya babalarının ismini vermek normaldir” diyor.

Dr. Aleida Guevara’yla röportajımız şöyle:

 

SORU: Sizinle tanışmaktan gerçekten gurur duyuyorum… 1997’de Kıbrıs’a geldiğinizde – yani bundan tam 20 yıl önce – sizinle tanışmak istemiştim ancak o dönem barikatlar kapalıydı ve geçiş için “izin” alamamıştık… 20 yıl sonra bu görüşmenin gerçekleşmesini sağlayan sevgili Vera Polikarpu ile İlias Demetriu’ya yürekten teşekkür ederim…

Bu, Kıbrıs’a ikinci gelişiniz sanırım…

ALEIDA GUEVARA: Evet, ikinci gelişim…

 

SORU: Herhangi bir değişiklik farkettiniz mi?

ALEIDA GUEVARA: Aslında herkes sorar bu soruyu bana ancak ben çokluk dikkat etmem manzaraya, ben daha çok insanlara bakarım… Aradan yirmi yılın geçmiş olması bana tuhaf gelir… Elbette insanların yaşlanmakta olduğunu farkederim… Oysa dostluklarımız, yakınlıklarımız aynıdır, bu değişmemiştir… Bu bağlamda benim için herhangi bir değişiklik yoktur yani… Bana acı veren bir şey vardır ama – bu da, 20 yıl sonra ülkenin üçte birinin hala işgal altında olmasıdır. 20 yıl aradan sonra bu sorunun çözülmüş olacağını düşünürdüm… Ancak böyle olmamış…

 

SORU: Küba’nın mücadelesiyle ilgili olarak Kıbrıslılar’a neler söylemek istersiniz? Siz, Che Guevara’nın kızısınız – Che Guevara yalnızca Küba için değil, tüm dünya için çok büyük bir simgedir… Babanız bize ilham kaynağı oldu mücadelemizde, adamızın birleştirilmesi için, barış için, demokrasi için, insan hakları için mücadelemizde bizi güçlendiren bir semboldür babanız… Her zaman onun yaratmış olduğu örneğe baktık, bakıyoruz hala… Siz böylesi bir mirasla büyüdünüz…

ALEIDA GUEVARA: Hayır, benim her zaman söylediğim şey şudur: Ben genetik bir kaza sonucu meydana geldim… Onun kızı olmanın onurunu taşıyorum… Ancak bu sizi daha iyi ya da daha kötü bir insan yapmaz… Burada önemli olan sosyal bakımdan daha yararlı bir insan yapar sizi bu… Bu soru bana sorulduğunda, hiçbir zaman Che’nin kızı olarak yanıt vermem – Küba’nın bir vatandaşı olarak yanıt veririm… Küba da, Kıbrıs gibi bir adadır… Onun da yanıbaşında çok büyük bir düşmanı vardır… Onun da topraklarının bir bölümü, bu düşman tarafından gaspedilmiştir… Bu büyük düşman karşısında nasıl hayatta kaldık? Öncelikli olan şey, insanların birliğidir… Eğer insanlar birlik olmazsa, birşeyleri değiştirmek için yeterince güçlü olamazsınız. Eğer insanlar birlik olmazsa, o kötü düşmandan gelen ve gelecek olanlara karşı duramazsınız… O nedenle her zaman söylediğimiz birincil şey budur. Bu birliği sağlamamız gerekir, tek bir halk olduğumuz kavramına bağlı kalarak… Sizin durumunuzda bu Kıbrıs halkıdır, Türkler ya da Yunanlılar değil… Sizler Kıbrıslısınız… Türk ya da Yunan değilsiniz. Ve bunu çok iyi öğrenmeniz gerekir… Bunu hem beyninizde, hem kalbinizde hissetmelisiniz… Bu, çok önemlidir. “Kıbrıslıtürk” ve “Kıbrıslırum” diye kriterlere sahip olduğunuz sürece, sizi bölmeyi başarmaya devam edeceklerdir. Burada “Kıbrıslılar”dan söz etmeyi başarmanız gerekir. İkinci nokta, bir ülkenin iç sorunları, yalnızca o ülke tarafından çözümlenebilir. Ve hiç kimsenin buna müdahale hakkı yoktur. Bu, ihlal edilemeyecek bir prensiptir. Türkiye’den Türkler’le bu konuda tartışmalar yaptım. Onlara “Kıbrıs’ta bir işgal ordusu bulundurduğunuz sürece ben Türkiye’ye gitmeyeceğim” dedim. Bana bu konuda binlerce gerekçe sıralamaya başladılar… Benim için herhangi bir gerekçe yoktur bu konuda. Kıbrıs’ta olan bir sorun, Türkiye tarafından çözümlenemez. Bunu Kıbrıslılar’ın dışında hiç kimse çözemez… Bu konuyla ilgili konuştuğumda her zaman bunları söylerim… Benim Türk askerlerini adadan atamayacağımı bilirim… Benim yapabileceğim tek şey, Türkiye’ye gitmeyi reddetmektir. Ve bir ilke olarak bu tavrımı sürdürdüm.

 

SORU: Yani sizi Türkiye’ye davet ettiler ve gitmeyi reddettiniz demek istiyorsunuz…

ALEIDA GUEVARA: Birkaç kez davet ettiler, hem de çok iyi yoldaşlar, devrimciler… Ancak Kıbrıs sorununa geldiğimizde, her defasında aynı gerekçeleri ileri sürdüler… Soldan olanlar dahi, “Bizler Kıbrıslıtürkler’i destekliyoruz” dediler… “Onları Rumlar’a karşı koruyoruz” dediler.  “Ancak siz kimsiniz ki bunu yapıyorsunuz? Bu size bağlı bir şey değildir. Bu sorunu çözebilecek olanlar sadece Kıbrıslılar’dır. Sizin müdahale hakkınız yoktur” dedim kendilerine. Ancak bunu anlayamıyorlar… Böyle bir düşünce satılmış kendilerine, Türkiye yapmazsa, Yunanistan yapacak… Bu da yalnızca bir gerekçedir…


15 TEMMUZ 2017 (DEVAMI)

“Bu sorunu çözebilecek olanlar sadece Kıbrıslılar’dır.”

“Sizler Kıbrıslısınız… Türk ya da Yunan değilsiniz… Bunu hem beyninizde, hem kalbinizde hissetmelisiniz, aksi halde sizi bölmeye devam edecekler…”

s-17-20170705_130522-001.jpg

Efsanevi devrimci lider Ernesto Che Guevara’nın kızı Dr. Aleida Guevara’nın 20 yıl aradan sonra Kıbrıs’a geleceğini öğrendiğim zaman hemen Kıbrıslırum arkadaşlarımı arayarak onunla bir röportaj için girişimde bulundum… Çok değerli arkadaşlarım İlias Dimitriu ve Vera Polikarpu’nun yardımlarıyla Che’nin kızı Dr. Aleida Guevara’yla buluşup konuşmayı başardım… Bu da beni çok mutlu etti… Vera Polikarpu ve İlias Dimitriu’ya sonsuz teşekkürler…

Onunla Kıbrıs ziyareti esnasında kalmakta olduğu Küba’nın Kıbrıs Büyükelçisi’nin evinde buluşuyoruz… Sevgili Vera İspanyolca’dan İngilizce’ye çeviri yaparak konuşabilmemizi sağlıyor… Dr. Aleida Guevara bir çocuk doktoru – gözleri tıpkı babasına benziyor… Yıllardır dünyanın çeşitli bölgelerinde çalışmalar yapıyor…

Dr. Aleida Guevara’yla röportajımızın devamı şöyle:

SORU: Çünkü aslında Yunanistan denedi bunu… Askeri bir darbe yaparak denedi…

ALEIDA GUEVARA: Ancak hiçbirisinin böyle bir gerekçeleri olamaz… Eğer bir sorun varsa, bunu çözebilecek olanlar yalnızca Kıbrıslılar’dır.

SORU: Küba’dan geldiğiniz için, “Kıbrıs sorunu”nun aslında bir “Soğuk Savaş” dönemi “sorunu” olduğunu çok daha iyi anlayabilirsiniz… Neden böyle bir “sorun” yaratılmış olduğunu… Bu “sorunun” yaratılarak nasıl kullanıldığını, nasıl bölünüp yönetildiğini ve hala İngiliz üslerinin çeşitli gerekçelerle Orta Doğu’ya karşı nasıl kullanılmakta olduğunu… “ECHELON”dan söz edildiğini de duymuşsunuzdur sanırım… Çeşitli anlaşmalar yaptılar ve bu topraklardaki bu casusluk sistemiyle toparladıkları “istihbarat”ı paylaşıyorlar, ABD, Birleşik Krallık, Yeni Zelanda, Avustralya falan… Kısacası tüm dünyada insanlar acı çekiyor bu “Soğuk Savaş” dönemi yaratılmış olan “sorunlar”dan ötürü… Siz bir doktorsunuz, insanların nasıl acı çektiğine tanık oldunuz, dünyanın çeşitli bölgelerine gittiniz… Bir hekim olarak yurtdışında çalıştınız. Bu konudaki deneyimlerinizden neler anlatmak istersiniz bize? Küba’dan sonra gittiğiniz bu ülkelerde yaşadığınız deneyimler nasıldı?

ALEIDA GUEVARA: Öncelikle ben bir enternasyonalist insanın kızıyım… Benin varlığım gerçektir çünkü babam Küba’ya gelmişti… O nedenle benim de insanlığa karşı bir borcum vardır… Bunun da ötesinde Küba, dünyanın pek çok bölgesinden dayanışma elde etmiştir. Ve bizim kökenimiz Afro-Latin Amerikalı’dır… Küba’da Afrika kültürü vardır, Afrika kıtasına karşı olağanüstü bir insanlık borcumuz vardır… Çünkü Afrika’dan insanlar kendi istedikleri için getirilmemişlerdi Küba’ya – Afrika’dan hayvanlar gibi toplanarak köle olarak getirilmişlerdi Küba’ya… Ve birer köle olarak kullanılmışlardı… Bizler bu durumun sonucuyuz… İspanyollar Afrikalılar’la birleşti ve biz ortaya çıktık… O nedenle Afrika’dan aldıklarımızın bir kısmını Afrika’ya geri vermemiz gerekir… O nedenle bizim gidip Afrika’da çalışmamız, bir görevdir… Okulda öğrendiğimiz, bize öğretilen budur…

Önce bir yılımı Nikaragua’da geçirmiştim… Nikaragua’da Sandinista devrimi başarılı olmuştu ancak o günlerde bugünkü kadar çok doktorları yoktu… O nedenle tıp okuyan ve son sınıfta olan biz öğrencilere Kastro, birer enternasyonalist olarak tıptaki son yılımızı Nikaragua’da pratik yaparak geçirmeyi isteyip istemediğimizi sormuştu… Ve pek çok genç Kübalı “Evet!” demişti bu öneriye… Nikaragua’ya o yıl 480 Kübalı genç gitmişti… Çok çok gençtik Nikaragua’ya gittiğimizde… Ve gerçekten de olağanüstü bir deneyimdi bizim için.

Küba’da bir bebek ancak çok ciddi bir hastalıktan ötürü ölür veya ölümcül bir kaza sonucu ölür… Aksi halde herhangi bir biçimde bebek ölümü yoktur Küba’da… Yani bebeklerin yaşamını kutsalmış gibi koruruz Küba’da. Beni genç bir kadın olarak düşünün, yerde bir bebeğin başına soğuk kompres yapıyorum, larengoskopla – gırtlak muayene aletiyle uğraşıyorum, bebeğin boğazından aşağıya indirmeye, bebeğin ciğerlerine hava götürmeye çalışıyorum… Ama buna yetecek başka elim de yok! Hemşireye sesleniyorum, “Lütfen bana bir tüp ver, ciğerlerine hava vermem lazım bebeğin” diye… Hemşire öylece oturuyordu orada, dönüp bana “Sevgili doktor” diyor… “Niye bu kadar ajite oldun ki? Eğer Tanrı bebeği almak istiyorsa yani…”

Bu, benim için bir kültür şokuydu! Çünkü Nikaragua bayağı Katolik bir ülkedir… Küba’da o kadar da değildir bu… Ve Küba’da bir bebeğin yaşamı “kutsal”dır…

 

Hemşireye “Nasıl bu kadar pasif olabilirsin ki? Ben bunu kabul edemem” demiştim…

Ondan sonra Küba’ya geri dönmüştüm… Ve bir başka hastanede çalışmaya başladığım zaman – hep çocuk doktoru oldum – bir görev için hekimlere çağrı yapılmıştı. Ben de gitmek için gönüllü olmuştum.

Oraya gittiğimde, bu görevin Angola’da olduğu söylenmişti bana…

“Hah!” demiştim, “Tam da savaştan yeni çıkmakta olan Nikaragua’dan geri döndüm, şimdi de savaşın tam ortasında olan başka bir ülkeye gidiyorum! Mamma mia!” demiştim…

Bana bunları izah etmekte olan yoldaş, “Bak bu iş gönüllüdür zaten” demişti… “Gitmek istemiyorsan, gitmek zorunda değilsin yani…”

“Buraya kadar geldiğime göre, elbette gideceğim” demiştim o yoldaşa…

O gün eve döndüğümde ve savaşın içinde bulunan Angola’ya gideceğimi söylediğimde annem ağlamaya başlamıştı…

“Daha yeni geldin Nikaragua’dan!” demişti, “nasıl olup da savaşın içinde olan bir başka ülkeye gideceksin?”

“Anneciğim, böyle davranmayı sen alıştırdın bana, beni böyle eğittin” demiştim…

“Lütfen beni şoke etme!” demişti annem…

“Bunu ben yapmıyorum ki!” demiştim anneme, “sen bana ne öğrettiysen, aynen onu yapıyorum!”

“Ama ben senin annen olmaya devam ediyorum” demişti bana…

Acısını ve kaygılarını anlıyordum annemin ama yine de Angola’ya gitmiştim… Bunlar hayatımın en zor iki yılı olmuştu. Eğer Nikaragua’da işler zor idiyse, Angola’da durum tam bir felaketti!

11-12 yaşlarında bir çocuk getirmişlerdi muayene etmem için… Yürüyerek gelmişti bu çocuk bana. Çok ama çok solgun görünüyordu. Çok solgun olan bu kız çocuğundan kan alıp test ettim – sadece birbuçuk gram hemoglobini vardı! Bu imkansızdı! Kimse birbuçuk gram hemoglobinle yaşayamazdı! Bu kız çocuğunu kan nakli başka bir sağlık görevlisine göndermiştim…

Birkaç dakika sonra bu çocuğun babası gelmişti, bir belge imzalamamı istiyordu.

Ona “Neden ki?” demiştim.

Laboratuvar teknisyeni ona bir paket soğuk kan vermiş ve böylece kızı öldürmüştü! Çocuğumu öldürmüştü!

Ne yapmalıydım? Ölüm sertifasını imzalamalı mıydım? Hemen bu kız çocuğunun bulunduğu yere koşturdum… Onu hayata döndürebilmek için elimden gelen herşeyi yaptım… Ama ölmüştü bu kız çocuğu…

Bu çocuğa kan nakli yapılması için göndermiştim ve o hayvan bu çocuğa soğuk kan vererek ölümüne neden olmuştu! Orada çalışıyordu çünkü onu orada işlemeye göndermişlerdi! Laboratuvar teknisyenliği hakkında herhangi bir bilgisi ya da eğitimi yoktu! Daha da önemlisi, meydana gelmiş olan bu ölüm onun umurunda bile değildi!

Afrika’da çocukların hayatına saygı yoktur… Mesela annelere babalara sorarsınız, “Madem ki onları geçindirecek kaynağınız yoktur, neden bu kadar çok çocuk yapıyorsunuz?” diye. Size yanıtları şudur: “Bazıları hayatta kalabilsin diye…”

PAZARTESİ DEVAM EDECEK

Bu yazı toplam 4986 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar