'Bu topraklar sonsuza kadar kalacaktır ama biz geçiciyiz...'
Lapatozlu Dimitris Dimitriu Goççinos’la röportajımız şöyle…
“Bu topraklar sonsuza kadar kalacaktır ama biz geçiciyiz, en önemlisi iyilik yapmaktır…”
DİMİTRİS DİMİTRİU GOÇÇİNOS: Bir parça toprağımız var, bu toprakta birli
Lapatozlu Dimitris Dimitriu Goççinos’la röportajımız şöyle…
“Bu topraklar sonsuza kadar kalacaktır ama biz geçiciyiz, en önemlisi iyilik yapmaktır…”
DİMİTRİS DİMİTRİU GOÇÇİNOS: Bir parça toprağımız var, bu toprakta birlikte çalışabiliriz, paylaşabiliriz... Eğer petrol varsa Kıbrıs açıklarında, bunu da paylaşabiliriz, herkes mutlu olur... Eğer sen üzgünsen, bu üzüntü beni de etkiler... Bu topraklar sonsuza kadar kalacaktır ama biz geçiciyiz, bugün varız, yarın yoğuz... İnsanlara iyilik yapmak, en önemli şeydir hayatta.
Mustafa var Koççatlı, İngiltere’de yaşar... Çok iyi arkadaşız... Mustafa solcudur, ben ortadayım, ne solcuyum, ne sağcıyım. Pek çok kez oturup konuştuk Mustafa’yla... Ben biraz sağa yatkınım çünkü sermayeye inanırım... Eğer paranı işletirsen, daha çok para kazanırsın. Eğer tembellik yaparsan, nasıl para kazanacaksın? Bir defasında Mustafa’ya şöyle dedim:
“Re Mustafa, sen ve ben olsak, bu sorunu çözer miyiz acaba?”
Çok basittir...
“Ben Cumhurbaşkanı olayım” dedi.
“Tamam” dedim, “Kıbrıs’ın iyiliğini düşünürsen, neden Cumhurbaşkanı olmayasın? İkimiz de Kıbrıslıyız, ben da yardımcın olurum! Eğer bir seçim varsa, üç aday varsa, bunlardan biri Kıbrıslıtürk’se, bu Kıbrıslıtürk iyi eğitimli bir insansa, ben ona oy veririm... Bu beni rahatsız etmez. Neden etsin ki? Kıbrıslılar için çalışacaksa, neden rahatsız olayım bundan?”
Şimdi bu insanlar, diyelim ki Hristofyas ve Eroğlu, veya Talat veya Denktaş veya Kiprianu... Sanki da ölü insanlar idare ediyor memleketi! Ne zaman kiliseye gitsem “Makarios böyle dediydi” diyorlar... Yarın Denktaş öldüğü zaman “Denktaş böyle dediydi” diyecekler...
İnsanlar hiçbir zaman çocuğu olmayan birisini liderliğe seçmemelidir: Grivas’ın çocuğu yoktu... Makarios aynı... Lissaridis aynı... Karamanlis aynı... Çünkü eğer çocuğunuz varsa, ailenizi, malınızı, mülkünüzü düşünürsünüz.
SORU: Sizin çocuklarınız var herhalde...
DİMİTRİS DİMİTRİU GOÇÇİNOS: Evet, üç çocuğum var. Oğlum 35 yaşındadır, ikiz kızlarım vardır, onlar da 31 yaşındadır.
Kıbrıs dünyanın en güzel yerlerinden biridir. Ben bütün dünyayı dolaştım... Bu topraklarda kimin günahlarını ödüyoruz acaba? Dünyanın neresinde Ekim ayında böyle bir hava, böyle güzel yemekler vardır?
Biz geçiciyiz ama bu ülke kalıcıdır, öyleyse neden paylaşmayalım bu ülkeyi kavgasız, dövüşsüz? Bu ülke, hepimize yeter...
Bir gün Avam Kamarası’na gitmiştim İngiltere’de, Margaret Thatcher dönemiydi, “Sorular” dönemiydi ve ben de orada bir konuşma yapmıştım.
Cyprus Airways’in bir uçağını kiralamıştım 35 bin sterline... İngiliz okullarından 75 çocuk almıştım Kıbrıs’a getirmek üzere, 15-16 yaşlarında çocuklardı bunlar... 10 tane öğretmen, 10 tane belediye meclis üyesi... O günlerde Belediye Başkanı’ydım... Dünyanın her yerine gidebiliyordum ama Kıbrıs’ta doğduğum yere gidemiyordum... 1993 yılının Paska dönemindeydi bu... Çocukları Prodoras’ta bir otele yerleştirmiştim, Prodaras’ın belediye başkanı ödemişti otellerini, ben de uçağı ödemiştim. Çocukları tüm Kıbrıs’ta dolaştırmıştım... Polis bize eşlik etmişti, basın da eşlik ediyordu... Çocuklara basın soru soruyordu: “Neden Kıbrıs’a geldiniz?”
İngiliz çocuklar da “Belediye başkanımızın nerede doğduğunu görmeye geldik” diyorlardı! “Neden doğduğu yere gidemediğini görmeye geldik...”
Henüz barikatlar açılmamıştı...
Ben de Denktaş’la oyun oynamaya karar vermiştim!
İngiliz pasaportuyla Ledra Palace’a gitmiştim. Tüm İngilizler geçebiliyordu, ben en sona kalmıştım...
Oradaki polis “Ama sen Kıbrıs’ta doğdun... Sana geçiş izni yok” demişti...
“Ben İngiltere’de belediye başkanıyım, nedir senin söylediğin?” demiştim barikattaki polise.
“Fransa’ya gittim, Almanya’ya gittim, şimdi de buraya geldim...”
“Burayı tanıdığına dair bir kağıt imzalarsan olur” demişti...
“Sizi nasıl tanıyayım?” demiştim.
İki polis vardı orada... Biri Türkiye’dendi, biri Kıbrıslı’ydı.
“Kimi tanıyayım?” demiştim...
Sonuçta İngiliz çocukları geri çağırmıştım...
Çok üzülmüştüm, moralim de bozulmuştu ama aynı zamanda mutlu olmuştum. Çünkü çocuklar “Neden belediye başkanımızın geçmesine izin vermiyorsunuz?” diye bağırıyorlardı...
Polislere “Çılgınsınız siz” demiştim. “Sırf adım Rumca’dır diye neden geçişime izin vermiyorsunuz? Kendi kendinize zarar veriyorsunuz... İngiltere yurttaşına, üstelik İngiltere’nin bir belediye başkanına izin vermiyorsunuz!” demiştim.
Ertesi günü tüm İngiliz basını yazmıştı bunu...
Neler olduğunu anlatayım size... İngilizler’in “Böl ve yönet” politikası vardı... İngiltere’deyken ben belediye başkanlığı döneminde bir radyo programına katılmıştım ve “Bizim düşmanımız Kıbrıslıtürkler değildir” demiştim... “İngiltere’nin politikalarıdır düşmanımız, İngilizler değil yani, İngilizler’in politikasıdır düşmanımız” demiştim. “Böl ve yönet”... Kavga etmemizi istiyordu İngiliz yönetimi... Onlara “Kıbrıslıtürkler ve Kıbrıslırumlar’ın o kadar iyi ilişkileri vardı ki, Makarios Fransa’ya gittiğinde, dönemin Fransız Başbakanı’na, ‘Bu kardeşler arasında bir çatışmadır’ demişti...
Kıbrıslılar’ın DNA’sı bile aynıdır... Ben İngiltere’de Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın birbirlerine çok benzediklerini anlatmaya çalışıyordum... Talassemiya mı? Hem Kıbrıslıtürkler’de, hem Kıbrıslırumlar’da var. Her ikisinde de aynı şeyler var...
İngilizler’e şunu anlatıyordum: “Tarihsel olarak Lala Mustafa ilk kez 1571’de Kıbrıs’a geldiğinde, kendi askerleriyle gelmişti adaya. Karısını da yanında getirmemişti ki Lala Mustafa... Askerlerinin de yanlarında karıları yoktu. Bu askerler, adada bulunan Kıbrıslırum kadınlarla evlenmişlerdi... Tarihsel olarak şunu kabul etmeliyiz ki biz tek bir ulusuz... Yıllar içerisinde insanlar kaynaşıyordu... O dönem Lala Mustafa diyelim ki 4 bin asker bırakmıştı Kıbrıs’ta... Ne yaptı bu insanlar?