1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. ‘Buffer Fringe Festivali’ başlıyor
‘Buffer Fringe Festivali’ başlıyor

‘Buffer Fringe Festivali’ başlıyor

Buffer Fringe Festivaline sayılı günler kala, festivalin sanat yönetmen, Achim Wieland ile görüştük

A+A-

Simge Çerkezoğlu

Buffer Fringe Festivaline sayılı günler kala, festivalin sanat yönetmen, Achim Wieland ile görüştük. Alman sanatçı, 1-4 Kasım tarihleri arasında gerçekleşecek festivale dair detayları bizimle paylaşırken, kendi hikâyesini, adaya gelişini, Kıbrıs’a dair izlenimlerini de bizimle paylaştı. “Sanat eğer bir şey söyleyebiliyorsa o zaman yaratıcı olur, sanat olur, insana katkıda bulunur” diyen sanatçı tüm bunları içinde barındırdığı için ilk yıldan bu yana Buffer Fringe’e destek verdiğini belirtti.   

“HAYATTA BELLİ BİR MİLLETE, ÜLKEYE MENSUP OLMAMAK İÇİN ÇALIŞTIM”

Achim Wieland on yıldır Kıbrıs’ta yaşıyor. Adaya ilk geldiği zaman, iki toplumu çok farklı gördüğünü, farklı dil ve dine sahip insanlar olarak algıladığını anlatıyor. Zaman içinde Kıbrıslıları tanıdıkça, onları bu niteliklerinden bağımsız olarak gözlemledikçe,  ne denli benzerlik gösterdiklerine şaşırdığını anlatıyor. 

“Almanya’da dünyaya geldim, sanata karşı her zaman ilgim vardı. Buna bağlı olarak görsel sanatlar eğitimi aldım. Grafik Tasarım ve İletişim okudum. İletişim alanında yüksek lisans yaptım. Esas olarak hayatta hikâye anlatmak beni etkiledi. Sanırım buna bağlı olarak da geleneksel bir sanatla uğraşmak yerine görsel sanatlarla, görüntülerle hikâye anlatmakla daha çok ilgilendim. Özellikle de tiyatroda, canlı performanslara yönetmenlik yaptım. Son on, on beş yılım böyle geçti diyebilirim. Tabii bu şekilde görsel sanatlara, performans sanatlarına katkı koymak farklı tiyatrolar tasarlamayı da beraberinde getirdi. Belgesel tiyatrolar yaptım. İçerik olarak farklı tiyatrolar geliştirdim. Oyunlara görsel sanatlar, belgesel içerikler, performanslar ekledim. Tiyatro ile birlikte dansa da odaklandım. Avrupa’da pek çok ülkede, Fransa’da ve İtalya’da yaşadım. Hayatta belli bir millete, ülkeye mensup olmamak için çalıştım. Bunların insanları damgalayan saçma sapan şeyler olduğunu düşündüm. Dünyanın pek çok ülkesinde yaşadıktan sonra on yıldır Kıbrıs’ta, Limasol’da yaşıyorum. Bu kararımın ardında bir aşk hikâyesi saklı… Kıbrıs’a geldiğim için mutluyum, burayı seviyorum. Buraya ilk geldiğimde farklı dine mensup, farklı dilde konuşan Kıbrıslıların birbirlerinden çok farklı olduğunu düşünmüştüm. Ancak zaman içinde, özellikle de iki toplumlu bir projede çalıştıktan, adanın kuzeyine geçmeye başladıktan, her iki tarafta dostlar edindikten sonra kısaca buradaki inanlara sadece insani yönleriyle baktıktan sonra özlerinde ne denli benzer olduklarını fark ettim, şaşırdım. Bir işbirliği bana buradaki insanların tarihsel, kültürel pek çok benzerliğinin olduğunu fark ettirdi. Dedim ki biz aslında düşmanı, ötekileştirmeyi kafalarımızda yaratıyoruz. Tüm bunlardan sıyrılmak için de yapılan projelerin, bu projelere katılımın büyük önem taşıdığına inanıyorum. Tam da bu nedenle Buffer Fringe Festivalini ve Dayanışma Evi’nin çabalarını destekliyorum.”

b1-046.jpg

“BUFFER FRİNGE FESTİVALİ ADANIN KUZEYİ İLE BENİ BULUŞTURDU”

Sanatçı Kıbrıs’ta gerçekleştirdiği projelere ilişkin bilgi verirken, ilk yıl bir sanatçı olarak katıldığı Buffer Fringe Festivaline ilişkin fikirlerini samimiyetle paylaşıyor.

“Kıbrıs’ta da pek çok projede çalıştım. ‘Seriously Yours’ Ciddi Ciddi Senin aralarında en fazla öne çıkan, en uzun soluklu projem oldu. Sosyal ve politik olaylar üzerinde toplum, demokrasi gibi konulara çağdaş bakış açıları geliştirecek projeler yaptık. Dört, beş kişilik küçük bir gruptan oluşuyorduk. Buffer Frienge Festivalini ilk kez beş yıl önce duydum, ilk yıl ara bölgede yapılan festivalde ben de yer aldım. Benim için çok egzotik, farklı bir deneyimdi. Adanın kuzeyi ile beni buluşturdu. Performansı gerçekleştirdiğimiz gece kendimi adeta bir film setinde hissettiğimi unutamıyorum. Bu benim festivale dair ilk deneyimimdi. Limasol’da yaşamak bazı ortak etkinliklere dahil olmayı güçleştiriyor. Samimiyetle söylemek isterim ki Buffer Fringe Festivali beni her zaman çok etkiledi. Hiçbir zaman tiyatro,  dans ya da müzik festivali olmadı, olmaya çalışmadı. İçinde tüm bunların saklı olduğu bir festival oldu. Benden bu yılki festivalin sanat yönetmeni olmam istendiğinde, sanatçı olarak tüm yapmaya çalıştıklarımı bir araya toplayan bir festival olduğunu bir kez daha anladım, kendimi, yapmak istediklerimi adeta yeniden hatırladım. Benim hikaye anlatma isteğimle çok örtüşen bir festivaldi. Mesajı olan, içinde farklı bölümler bulunan bir festivaldi. Sanat eğer bir şey söyleyebiliyorsa o zaman yaratıcı olur, sanat olur, insana katkıda bulunur… İnsanlara yeni düşünme biçimleri, yeni bakış açıları, anlayışlar katarak olaylara farklı açılarından bakabilmelerini sağlar. Benim de sanatımla yapmak istediğim daima bu olmuştur.”

b2-040.jpg

“BU YILKİ FESTİVALDE TÜM DUYGULARI YANSITMAYA ÇALIŞTIK”

Bu yılki festival, her yıl olduğu gibi güçlü fikirleri farklı bakış açılarını, çeşitliliği, bir şeyler söyleme, insanlara ulaşabilme ve her iki toplumdan izleyicilerle iletişim kurabilme arzusunu beraberinde getiriyor.

“Hayatta çok fazla şey yaşanıyor, söylenecek çok şey var. Bu festivalle aslında tüm bu duyguları yansıtmaya çalıştık. Öyle sanıyorum ki tercihlerimizle de bunu başardık. Elbette festivalde izleyicileri eğlendirecek, onları mutlu edecek şeyler var ama bunun yanında dünyada olup biten ciddi olayları hatırlatacak öğeler de var. Biraz farklılık, farklı fikirleri, farklı insanları bir araya getirme çabamız insanları sahnede buluşturma çabamız var. Hayatı güncel konularla ilgili sahnede oynama çabamız var. Sanırım bu nedenle daha fazla genç izleyiciye hitap etme, sadece tiyatroya, dansa ilgi duyan geleneksel kitleden öte daha çok insana ulaşma çabamız var. Tabii bunun yanında farklı kültürden, ülkelerden genç sanatçıları buraya getirmek, adayı sanatla birleştirmek her türlü ayrımcılığı, etnik gruplaşmayı ortadan kaldırma çabamız var. Farklı disiplinden sanatçıyı aynı sahnede buluşturmak için uğraşımız var. Daha önce de yazmıştınız, bu bağlamda festivale farklı bölümler ekledik. Duet programımızla farklı geçmişleri, inançları olan insanları, farklı etnik grupları bir araya getirdik, farklı deneyimleri paylaşmalarını sağladı. Ayrıca bu yıl Lefkoşa’da yapacağımız performansları farklı şehirlere taşımak, daha fazla izleyiciye ulaştırmak adına da bazı girişimlerde bulunduk. Bu da Satellite projemizdi. Bu bağlamda Girne’de, Limasol’da ve Baf’ta gösterilerimiz olacak. Bu festival ruhunu tüm şehirlere yayacağız.”

b3-025.jpg

“FESTİVALDEN SONRA ZİHNİNİZDE FİKİRLER, SORULAR OLUŞACAK”

Tabii festivale sayılı günler kala ana sahne performansları da belli oldu. Bu yıl Kıbrıs’tan ve dünyanın farklı ülkelerinden sanatçıların yer alacağı yedi farklı performans bizleri bekliyor.  

“Bu yıl ana sahnemiz çok ilginç. Karar verdik, her iki sahnemiz de ayna etkisi yaratsın. Hem insanların gündelik hayatlarının yansıması olsun, hem de birbirlerinin… Sahnelerimiz kuzey ve güneydeki bandabuliyalar, belediye pazarları. İkisi de birbirine çok benzeyen yapılar … Bazı performanslar her iki mekanda da sahnelenecek, bazılarını izlemek için ise geçişler yapılacak. Lefkoşa’nın kalbindeki bu iki noktada, festivalimiz dört gün boyunca sürecek. Her performans önceden oluşturduğumuz komite tarafından seçildi. Esas olarak performansların kalitesine ve bunun yanında takımların işlediği konulara, içeriklere bakıldı. Toplumsal, siyasi eleştirel bakış açılarına, aile içi şiddet, cinsiyet, kimlik, otoriter rejim, sosyolojik, psikolojik problemler… gibi konulara yer verdik.  Performanslarımızın üç tanesi yerel Kıbrıs’tan, geriye kalan dört tanesi de dünyanın farklı ülkelerinden. Kıbrıslı sanatçı Andreas Constantinou’ya ait ReDoing Gender performansı, konuşmanın olmadığı bir dans performansı. Özellikle ataerkil toplumlardaki erkek rollerini inceleyen bir performans… Bir diğeri Kıbrıslı Türk sanatçı Sevim Akpınar’a ait, Venture performansı. Daha çok mülteciler üzerine yoğunlaşan bir mesajı var. İtalya’dan bir sanatçı da var. Marco D’Agostin Everything is OK… Biraz bıkkınlık üzerine bir deney gibi… Medya ve televizyonun dayatmaları. İspanya’dan da ilginç bir performansımız olacak. Apres La Chronique, Nicolas Hermansen’e ait. İnsanlığın sosyal medya nedeniyle yaşadığı izole tecrit, soyutlanmış hayatlarını teatral bir performansla anlatıyor. 2 kişi var, bir masada akşam yemeği için iletişim kurmadan oturuyorlar. Konuşarak, göz göze bakarak yapılan iletişimin önemi anlatılıyor… Fransa’dan da önemli bir gösteri var yine. Some Remain So isimli, Alexander Fandard’a ait. Samuel Beckett’den bir alıntı yapıyor, hepimiz delirmiş olarak doğuyoruz, bazılarımız bunu sürdürüyoruz. Dans performansı ile insanın delilik hali anlatılıyor. Bunun yanında Eyolf Machine var. Elias Adam’a ait bir performans. Modern ailenin barbarlığı üzerine biraz kişisel bir hikaye gibi, Eylof’un kendi dünyasından, duygularından izler var. Duygularını inkar, terk etme, kayıplar, intikam üzerinden anlatıyor. Bunun yanında bir de State isimli bir performans olacak, aktörü ve yönetmeni olmayan bir performans bu. Bulgaristan’dan Alexander Manuiloff’a ait. Sadece metinden oluşan, izleyicilerin toplumun işlevselliğini anlatımına dayalı bir çalışma. İzleyiciler özgürce, o an yazdıkları metinlerle kendi küçük toplumlarını yaratarak, kendi kural ve şartlarını ortaya koyarak kendine özgü bir performans ortaya seriyor. Sonuçta hangi performansımızı izlerseniz izleyin, fark etmez oradan ayrıldığınızda zihninizde fikirler, sorular oluşacak.”

b4-007.jpg

  

 

 

Bu haber toplam 2546 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 391 Sayısı

Adres Kıbrıs 391 Sayısı

İlgili Haberler