1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan…”

A+A-

ULUS IRKAD

1963-64 yıllarının o titreten olaylarının etkisini belki de hala daha üzerimden atamadım. Ama ya 1974 olaylarına ne demeli? 1974 yılındaki darbe ve daha sonra başlayan çıkarma ile ta kilometrelerce uzakta Baf’ta mağdur kalışımız ve de o onyedi yaşımın masumluğu içinde mevzilerde aynı ve belki de o travmayı daha da derinden duymam hayatımı daha da etkiledi. Neyse ben sizlere daha fazla 1969 yılını anlatacağım. Yani 12 yaşımda başıma gelmiş bir olayı.

İşte 1964 Olayları sonrasında o tehlikeli ve çığlıklarla dolu olayları geçirdikten ve de 1968 yılında Yeşil Hattın bütün kapıları açıldığında, yollarda Kıbrısrum-Milli Muhafız-Polis barikatları da kalktığında ortam hep enklavlar içerisinde yaşayan bizim gibilere biraz daha özgür gelmişti ama bu sırada enklavlardaki yaşantı da esasında aynen EOKA baskıları gibi birşeydi. Bir yanda Kıbrıslırum-EOKA baskıları bir yanda da enklavlar içerisindeki TMT baskıları pek tabi ki unutulamaz. Enklavlar içerisindeki yaşantı adeta bir askeri baskıdır. Öyledir de. Sonradan Kıbrıslıtürk muhalefeti bu askeri rejime BEY yönetimi diyecekti.

1969 yılının benim için büyük bir önemi var. O yıl ilkokulu da noktalayacağım yıldır. O yıl çok daha değişik geliyordu bana. Ne de olsa okulun büyükleri arasına girmiştik. Ben 6B sınıfında okuyordum. Sınıfımızı 5B sınıfı ile paylaşıyorduk ve onlar da aynen bizim gibi diğer beşlerden ayrılarak sınıfımıza gelmişlerdi. Onlardan da arkadaşlarımız vardı. Sınıfta Matematiğim zayıftı ama tarih dersine gelince beni kimse durduramazdı. Her hafta tarih dersini ben anlatırdım. Bir hikaye gibi bu dersi son noktasına kadar ezberler okula öyle gelir ve tarih dersinin anlatılacağı saatleri iple çekerdim. Esasında dersi başkaları anlatacağında da ben dersi hatmettiğimden ötürü en son kalkar ve tüm sınıfa detayları ile bu dersi anlatırdım.

1969’un eğitim yılının son aylarına yaklaşıyorduk. Hatırladığım, güneşli Nisan aynın ilkbahar günleriydi. İlkbahar Mevsimi... Her taraf yemyeşil... Okulumuz Baf Gazi ilkokulu eskilerin Vikla, Sancaktar Demir Adam’ın(Kamil Doğan) da Baf’a geldikten sonra ismini koyduğu Çamlıca Tepesi’nde kurulmuştu. Hatırladığım kadarıyla dördüncü sınıfı sinemaların yanında (Papatya ve Cengiz Topel) daha sonra da Vikla’daki (Çamlıca da demek isterdim ama diyemiyorum çünkü herşey Vikla ismi bile Türkleştirme politikalarının kurbanı olmuştu şu elli senelik yaşamımız boyunca) yeni kurulmuş baraka şeklindeki yeni okullarda okumuştuk. Tabi ki Baf’ta 1964 olayları ile o sıralarda Rum tarafında olan ilkokul binaları terkedilince 1965 yılından itibaren  barakalarda okumaya başlamıştık. Eski müdürümüz Rahmetli Aliriza Bey’in okulun Vikla’ya taşınmasından sonra hatırladığım kadarıyla Lefke’ye tayiniyle Turhan Zihni Bey Baf’a tayin olmuştu.

İşte Beşinci sınıftan sonra 1969 yılında yani artık altıncı sınıftaydım ve 23 Nisan’a böyle gelmiştik. Fakat tam bu sırada beklenmedik bir teklif aldım. Teklif şuydu: 23 Nisan günü Baf’ın Kıbrıstürk kesiminde, yani getto’nun lider mekanizmasını temsil edecek ve tek günlüğüne bölgeyi çocuklardan müteşekkil bir komite yönetecekti. Bu komite içerisinde Sancaktar, İnzibat Komutanı, Polis Komutanı, Kaymakam ve Mücahit Komutanı bulunacaktı. Öteden beri o küçük yaşıma rağmen böyle tantanalı ve rütbeyle ilgili konulardan nefret ediyordum. Öyle tarakta bezim olmayacaktı. Nitekim sınıf öğretmenim konuyu sınıfa getirip de beni İnzibat Komutanı olarak görmek istediğini söyleyince böyle bir mevkiyi kabul etmeyeceğimi söyledim. Görevi aynı sınıfta bulunan haşarı bir arkadaşımız gönüllü bir şekilde kabullendi. Bu işten kurtuldum; şu 23 Nisan’ı rahat geçireceğim diye sevinirken öğretmen tam bu sırada bana “23 Nisan günü törende şiir okuyacaksın” demez mi... Hade bakalım. Hemen şiir arama sevdasına giriştim. Önüme gelen 23 Nisan şiirini okuyor ve bir uygun şiir bulmaya çalışıyorum. Evet, bir tane buldum da. Tam üç sayfalık uzun bir şiirdi. Ezberim zayıf olmasına rağmen bu şiiri ezberlemek için kollarımı sıvadım. Oraya koyuyorum olmuyor. Buraya koyuyorum olmuyor. Yahu bu çok uzun bir şiir ama mecburen ezberleyeceğiz. Zaten öğretmen de öyle istemişti. İnzibat Komutanı olmadın ha.. Al sana başka görev... Günlerce eve kapanıp bu şiiri ezberlemeye çalışıyordum.

Bugün 23 Nisan

Neşe doluyor insan

Benim yüreğim çetindir.

Türk Milleti metindir...

Mübarek destan gibi üç sayfa gidiyordu da ben bunu nasıl ezberledim, nasıl hazırlandım bilemiyorum. Ama bu şiire hazırlanırken “Keşke İnzibat Komutanlığını kabul etseydim” diye hayıflanmadım dersem yalan söylerim. Ama iş işten geçmişti ve ben artık okulu temsilen Baf’ın sert toprak zeminli futbol sahasında 23 Nisan günü bu şiiri okuyacaktım. Nihayet beklenen gün gelip çatmıştı. Tabii şunu da ekleyeyim; İnzibat Komutanı olan arkadaş komutan olur olmaz artık kim kendisiyle matrak geçmeye kalktıysa onu polise veya inzibatlara tutuklatıyordu. Kerata, TMT’yi arkasına almış gibi hapishaneye insan yetiştiremiyordu. Vaktiyle kim kendisinin canını yakmışsa, şimdi sırası mı sırası, ben de onlara hanyayı konyayı göstereyim diye bir hali vardı. Sokakta adam bırakmadı. En son gördüğümde Baf’ın çalışkan esnaflarından birisini inzibatların arasında lock-up dediğimiz meşhur hapse göndermekteydi. “Eşşek kafalı, hiç olmazsa sen ahaliye böyle davranmaz huzuru kendi mizacınla barışık sağlardın!” diye de söylenmedim değil, o 12 yaş olgunluğumla. Ama iş işten de geçmişti. Bundan sonra hiçbir terfiyi de görmeyecektim ta şimdiki emekli yaşıma kadar. Galiba bu kader, o zamanlardan bana biçilen kaderdi diye de düşünmez değilim (Ama şerefli yaşamanın insanın en büyük terfisi olduğunu da biliyorum). Ama yok gene de terfi ve rütbelerden bugünkü gibi nefret ettiğim geliyor aklıma. ,

Neyse 1969’daki o 23 Nisan gününe tekrar döneyim: Bir gün önceyi, hep o uzun şiiri ezberlemekle geçirdiğimi hatırlıyorum. Hayret, esasında o üç sayfa tutan şiir en ince noktasına kadar aklımdaydı. Anneme, babama bu şiiri ezberlemek için nasıl heyecanlı hayecanlı okuduğumu hatırlıyorum. “Benim Yüreğim çetindir...Türk Milleti metindir...”. Hey bre! Okuyordum işte...

Nihayet beklenen an gelmişti artık. Şu anda Baf’ın 1964 Olaylarından sonra Vikla olarak bilinen meşhur kayalıklardan temizlenmiş sahasında geçit törenindeyiz. Ben geçit töreninde artık o kutsal şiiri ezberlemenin rahatlığında biraz sonra anons edilerek mikrofon başında kendimi göstereceğim. Nihayet dakikalar dakikaları takip etmekte ama bir türlü ismim anons edilmemektedir. Galiba da beni burada en son şiir okuyacak kişi diye listenin sonuna atmışlardı. İşte bu durum daha da heyecanımı artırmaktadır. Ha şimdi, ha biraz sonra ama heyhat sıra bana gelmemektedir...

Ve beklenen an gelir... En son anons edilen öğrenci benim. İsmim anons edildiği anda mikrofona doğru koşmaya başlıyorum. Ama heyhat heyecandan artık aklımda hiçbir şey yoktur. Mikrofona geldiğimde ise soluk soluğa ne yapacağımı bilemez haldeyim. O anda Baf’ın güzide radyosu  Gazi Baf’ın Sesi Radyosu’nun o sırada Baf Bölgesi köylerine de yayın yaptığını bilmiyordum. Yani benim şiir okumamı sadece Gazi Baf Kasabası halkı değil, bütün Baf köyleri dinlemektedir.

Heyecandan ne yapacağımı bilemez haldeyim...

“Bugün 23 Nisan...” Başka bir şey gelmiyor aklıma. Heyecandan her şeyi unutmuş durumdayım. Tekrar “Bugün 23 Nisan...” Gelmiyor aklıma. Başka şey gelmiyor. Ama  

Bugün 23 Nisan

Neşe doluyor insan

Benim yüreğim çetindir

Türk Milleti metindir...

Galiba da aklıma gelmeye başladılar demeye varmadan heyecandan yine aynı nakarat tekrarlamaya başlıyorum…

Bugün 23 Nisan

Neşe doluyor insan

Benim yüre...

Gelmedi aklıma işte. Ama bu arada sınıf öğretmenim Erdoğan Bey’in yavaşça “Kağıdını çıkarıp içinden oku” sözünü hatırlıyorum. Kağıdı çıkarıyorum ama heyecandan artık şiiri göremiyorum. Ve “Allah belasını versin” sözcükleri dökülüyor dudaklarımdan. Ve ağlayarak arkama bile bakmadan kürsüyü koşarak terkettiğim geliyor aklıma ama bu küfürümün o sırada töreni genel olarak tüm Baf Kazası ve köylerine naklen vermekte olan Gazi Baf Radyosu’ndan duyulduğunun da farkında değildim. Daha sonra bana söylenecekti.

Koşa koşa oyun sahasını terkediyorum. Ve ilk mikrofon maceram bu şekilde sona ermiş oluyor. Evet, 23 Nisandı ve heyecandan neşe dolamamıştım...

117235651_319460599432864_6207905670766483794_n.jpg


“Srebrenitsa’dan 25 yıl sonra: İnkâr, soykırımın son aşaması…”

İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da yaşanan “en büyük katliam” olarak kabul edilen Srebrenitsa Soykırımı’nın üzerinden 25 yıl geçti. Anmaların yapıldığı 11 Temmuz’da, kimlik tespiti yapılan ve ailesinin onay verdiği 9 kişi daha Potoçari Anıt Mezarlığı’nda toprağa verildi. Hâlâ öldürülenlerin kemikleri bulunmaya, kimlik tespitleri yapılmaya devam edilse de, soykırımın inkârı aşırı sağın tekelinde olmaktan çıktı, ana akım bir tavır olmaya doğru ilerliyor. Srebrenitsa’nın ilk Sırp belediye başkanı Mladen Grujičić, geçen ay The Guardian gazetesine verdiği mülakatta, Temmuz 1995’te Srebrenitsa’da yaşananları soykırım olarak tanımlayan uluslararası mahkeme kararları için “Ne yazık ki, tüm bu mahkemeler Sırplara karşı önyargılıydı ve bu sadece bölünmeleri derinleştirdi” diyordu. Sırp siyasetçiler arasında soykırımı “üretilmiş bir efsane” olarak tanımlayanların sayısı da artıyor.

Katliamların hemen ardından, 1996’da barış ve insan hakları aktivistleri tarafından kurulan Forum Civil Peace Service’in (forumZFD) Sırbistan direktörü Nataša Govedarica ile Avrupa Birliği Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Oliver Varhelyi tarafından “Avrupa’nın açık yarası” olarak tanımlanın soykırımın ardından geçen 25 yılda sürdürülen geçmişle yüzleşme ve hafızalaştırma çalışmalarının geldiği noktayı, inkar politikilarını, önlerindeki zorlukları ve şansları konuştuk.

***  Srebrenitsa Soykırımı’nın Yugoslavya savaşları bağlamındaki özel anlamı nedir? Soykırımı etnik temizlik ve şiddet tarihine nasıl yerleştirirsiniz?

Yugoslavya sonrası ülkelerdeki en sorunlu konulardan biri, şiddet dolu geçmişimizle yüzleşmek. Bu durum, uzak veya yakın tarihe ait olsun, savaşla ilgili tüm olayların yıldönümlerinde hissediliyor. Gerginlik hemen yükseliyor. Bölgedeki komşu ülkeler arasındaki ilişkilerin herhangi bir şekilde bozulması, ortak bir geçmişin farklı dönemlerini gündeme getiriyor. Şaşmaz biçimde aşırı duyguları ve tepkileri tetiklemeyi başarıyor. Bu da toplumun etkin bir şekilde sürekli tetikte ve herhangi bir noktada kaynamaya hazır olduğu izlenimini veriyor.

Sırp devletinin Srebrenitsa soykırımına karşı tutumu, ülkenin yakın zamandaki şiddet dolu geçmişine ve işlenen savaş suçlarına yol açan etnosantrik politikalara yaklaşımının bir göstergesi. Soykırım, “tüm suçların üzerinde bir suç” kabul edildiğinden, Srebrenica, savaş suçları ve etnik şiddet tarihinin en zor noktası. Sırp ulusunun bir bütün olarak suçlu olup olmadığına (sorumlu değil, suçlu!) karar vermek için bir başlangıç noktası. Bu ulus dünya tarihinde soykırımcı olarak hatırlanacak mı hatırlanmayacak mı? Bu tutum, Sırp siyasi eliti tarafından sahip çıkılan ve halk tarafından da yaygın olarak paylaşılan bir tutum.

 

***  Srebrenitsa Soykırımı, uluslararası bir kuruluş olan ICTY (Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi) tarafından soykırım olarak tanımlandı. Balkan ülkelerinin yerel politikaları bağlamında böyle bir tanımlayıcı yapıya sahip olmanın sonuçları neler?

Katliamlar, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi, Uluslararası Adalet Divanı ve Bosna-Hersek Eyalet Mahkemesi tarafından soykırım olarak tanımlanmış olsa da, bu tanım Sırp ve Bosnalı Sırp yetkililer tarafından şiddetle tartışılmakta. Bosna’daki Boşnak toplumu için ise, karşılaştırmanın ötesinde bir trajedi ve güçlü bir kimlik oluşturma bileşeni. Öte yandan Sırbistan, “ciddi bir suçun” meydana geldiğini kabul etti ve 2010’da katliamı kınayan bir deklarasyon ilan etti. Çünkü Batı ile daha yakın bağlar kurmak istiyordu. Ancak soykırım terimini kullanmaktan kaçındı. Kasım 2018’de, Sırbistan Başbakanı Ana Brnabiç, Deutsche Welle’nin ‘Çatışma Bölgesi’ isimli siyasi talk şovunda, 1995’teki Srebrenica katliamlarının bir soykırım eylemi olduğunu reddetti.

Aleksandar Vuciç (dönemin Sırbistan Başbakanı), katliamları soykırım olarak kınayan BM Güvenlik Konseyi kararının Rusya tarafından veto edilmesinin ardından artan siyasi gerginlikler ortasında, soykırımın 20. yıldönümü münasebetiyle düzenlenen törene katıldı. Sırp Başbakanı etkinlikte Srebrenitsa kurbanları grubunun bir bölümü tarafından memnuniyetle karşılansa da, diğer yas tutanlar ona saldırmaya çalıştı ve törenden kovuldu. Yerel polis, fırlatılan birkaç nesnenin Vucic’in yüzüne denk geldiğini ve gözlüklerinin kırıldığını söyledi.

Medya ve halk, “İngiliz kararı ile Sırplara karşı dünya komplosu”, “Sırp Başbakanı’na Potoçari’deki Boşnaklar tarafından organize edilen suikast girişimi” anlatısına dönünce, bu olaylar dizisi, Sırbistan’da savaş suçlarıyla yüzleşme çabasında ciddi etki ve gerileme yarattı. Srebrenitsa Soykırımının tanınmasını ve bölgedeki gerçek uzlaşma şansını mayınladı. Sırbistan’daki durum sonraki yıllarda da pek değişmedi.

 

***  Soykırımın inkârı, aktivistler ve insan hakları savunucularının sürekli karşılaştığı büyük bir sorun. Srebrenitsa’nın tanınması ve reddedilmesi ile ilgili durum nasıl? Değişen tutumlar gözlemliyor musunuz? Balkan ülkeleri soykırımı resmi düzeyde nasıl ele alıyor?

Neden biz, insan hakları ve hafıza aktivistleri bu terimi kullanmakta ısrar ediyoruz? İnkarın soykırımın son aşaması olduğuna inanıyoruz ve kabul edilmedikçe hem ülkelerin hem Bosna’daki Sırplarla Boşnaklar’ın bireysel düzeyde çok katmanlı ilişkilerini bozacaktır.

Sivil toplum, hükümetlerin veya hükümet kurumlarının aksine, tarihin resmi olarak onaylanmış, etnosantrik yorumlarına çok daha az bağlıdır. Bugüne kadar, özellikle Sırbistan’daki ve bölgedeki insan hakları örgütleri bu sürece etkin katıldı. Ancak bu STK’ların çalışmaları, baskın milliyetçi retorik ve yaygın bir kendi kendini mağdur etme eğilimi ile tehdit altında.

Aynı zamanda, vatandaşların sivil topluma güvenini yeniden tesis etmek ve çok ihtiyaç duyulan gruplar arası empatiyi yaratmak için önemli bir potansiyel var. Bu nedenle, aktivistler, sanatçılar ve gazeteciler de dahil olmak üzere sivil toplum, geçmişle yüzleşilmesi ve bölgede sınır ötesi bağların yeniden tesis edilmesi, iyi ilişkiler kurulması için çalışmalı.

 

***  Balkan deneyimi, geçiş döneminde bir hakikat komisyonu kurulmasını içermedi. Hakikat komisyonu kurulması, Srebrenitsa için bir alan açar mıydı? Bir de RECOM (Reconciliation Network) bağlamında hafızalaştırma amacıyla ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?

Yargı dışı bir organ olarak RECOM’un görevi, tüm savaş suçları ve savaşla ilgili diğer ciddi insan hakları ihlalleri hakkındaki gerçekleri tespit etmek, savaşla ilgili tüm kurbanları listelemek ve ölüm koşullarını belirlemek,  alıkonulma yerleri, yasadışı bir şekilde gözaltına alınan, işkence ve insanlık dışı muameleye maruz kalan kişiler hakkında veri toplamak ve kapsamlı envanterini hazırlamak, kayıpların akıbetiyle ilgili veri toplamak ve kurbanların ifadelerini ve diğer kişilerin savaşla ilgili vahşet hakkındaki ifadelerini düzenlemek. RECOM’un kuruluşunun ve çalışmalarının, Srebrenitsa davasında da en büyük sorunlardan biri olan “sayı oyunları”na, daha sonrasında da yeniden yaratma ve soykırım olumsuzlamasına son vereceğine gerçekten inanıyoruz. Her kurbanı kabul etmek, haysiyeti geri getirecek ve daha önce bu bölgede hiç bulunmayan anma uygulamaları yaratacaktır.

 

***  Soykırımı tanıma ve anma mücadelesinde sosyal medya nasıl bir rol oynuyor?

Siyasetçilerin yanı sıra medya, 1990’larda bölgenin gençleri arasındaki çatışmalar hakkında bilgiden mahrum kalınmasına katkıda bulundu. Uluslararası Af Örgütü’nün 2017/18 yıllık raporunda belirtildiği gibi, yetkililere ve hükümete yakın medyanın yaydığı kirli bilgi, geçiş dönemi adaleti aktivistleri ve bağımsız medya için toksik bir ortam yarattı. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün 2017 küresel raporunda, savaş suçlularının yüceltilmesine meydan okuyan ve düşmanca bir ortamda insan hakları ihlallerini belgelemeye çalışan insan hakları aktivistlerinin hükümet yanlısı medya tarafından “hain”, “yabancı paralı askerler” olarak karalandığı belirtiliyor. Aynı raporda ayrıca “insan hakları aktivistlerine karşı çevrimiçi tehditlerin yaygın olduğu ve yetkililer tarafından nadiren soruşturulduğu” yer alıyor.

Demostat araştırmasına göre, Sırbistan’daki insanların yüzde 40’ı Srebrenitsa Soykırımını ve sonuçlarını hiç duymamış.

Sosyal medyanın genç nesil üzerindeki etkisi, bu alanda özgürlük ve erişilebilirlik şansını artırarak oyun değiştirici rol oynayabilir. Bu yıl, kısmen Covid-19 kısıtlamaları nedeniyle, Soykırımı anmak ve tanınmasını savunmak için sosyal medya önemli bir platformdu. Bu uygulamaların daha fazla gelişmeye ihtiyacı var ancak umut verici.

(HAFIZA MERKEZİ - Söyleşi: Özgür Sevgi Göral – 6.8.2020)

DEVAM EDECEK

Bu yazı toplam 1994 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar