1. YAZARLAR

  2. Kutlay Erk

  3. Bugün Arife - Yarın Bayram …
Kutlay Erk

Kutlay Erk

SİYASET MEYDANI

Bugün Arife - Yarın Bayram …

A+A-

Bugün biraz sohbet edelim… «Liderler görüştü de ne oldu?» konusunu bugün atlayalım… Nasıl olsa, onların yarattığı gündem uzun sürecek ama bugün arife ve yarın bayram, biz bayram sohbeti yapalım arife günü hakkına…

«Bugün arife – Yarın bayram», bizim çocukluğumuzda mahallenin çocuklarının arife günü sokaklara çıkıp bağı çağır söylediği tekerleme idi, artık duymuyoruz… Büyüklerimiz arife suyu ile yıkanmanın sevap olduğun söyleyerek hava kararmadan bizi hamama sokardı… Hamam denilen de, çoğu evlerde. bir köşesinde su akıtma deliği olan bir oda, tahtadan bir oturak, bir kazan ılıtılmış şu, sarı bronz malzemeden bir su tası, dikdörtgen prizması şeklinde kocaman sert bir sabun ve ilif… Ayaklarda da tahtadan nalın… Abdest alır gibi, üç defa baş sabunlama, üç defa vücut keseleme ve su dökme… Sonradan şampu da girmişti hamam odasına ve babamız tembihledi ki şampu ablamıza aitti; cam şişedeki açık sarı yağımsı sıvı biz erkek çocuklar için dokunulmazdı…

Bayramlık yeni giysiler hazırlanır, sandalye üzerine dizilirdi. En küçük erkek çocuk olmak hasebiyle, bayramlık yeni elbisem abimden küçülenler idi, onunkisi de büyük abimizden küçülenler… Ama ayakkabılar mutlaka yeni oluyordu ve altı delinince mezosolanarak tamir edilen eski ayakkabılar artık atılabilirdi… Samanbahca’da oturduğumuz 1958-61 yıllarında top hısarına (şimdiki Cumhurbaşkanlığı dairelerinin bulunduğu hisar) gider, bayram topunun atılışını izlerdik, gürültüsünden korkarak ve ürpererek… Büyüklerimizden duyduğumuz «Babacan, topu atacan?» tekerlemesi ile de bayram topunu ateşleyen amcaya tezahürat yapardık… Üç top atılınca, sevinçle eve koşardık; artık bayramdı…

Lefkoşa’da Merkezi Cezaevi’nde gardiyan olan babamızın nöbeti yok saydı, ailece önceleri otobüse, daha sonraları da Morris Minor arabamıza doluşur Mağusa’ya annemin ailesine giderdik arife gününden veya bayramın ilk günü... Nene, dede, teyzeler, yeğenler bayramı birlikte kutlar, yemekler yerdik… Bayramın ilk günü sabahında Mağusa’da isek, camiden bayram namazından çıkınca meyhaneden geçip, içip, zom olan siyahi bir Mağusalı adamın yalpa vurarak ve haykırarak mahalleden geçişini beklerdik çünkü biz çocukları görünce cebinden madeni kuruşları avuçlayarak havaya atardı ve yerden kapişari yapardık…

Lefkoşa’da Bayram Hısarı’nda (şimdiki Mücahitler Sitesi’nin olduğu hisar) düzenlenen Bayram Yeri’ne giderdik ailece, çinciraklara binmek için sırada bekler, bilardo oynayanları seyreder, tavşanın hangi numaralı yuvaya gireceğine dair şans oyununu seyrederdik. Su, şerbet ve pamuk şekeri satıcıları, lokmacılar Bayram Yeri’ni dolduran büyük kalabalığa satış yaparlardı… Orada karşılaşılan tanıdıklarla bayramlaşmalar, ayak üstü sohbetler biz çocuklara sıkıcı geliyordu ama büyüklerin keyif aldığının farkında idik.

Sonra Aralık 1963 olayları çıktı… ‘Fasariyalar’ diyorduk ama silahlı çatışmalar, savaş hali… Bir süre sonra ortalık duruldu, yani ateş kes… Babamız eve dönmedi, kayıp… Ve ardından bayram… Bayram sabahları öptüğümüz iki elden biri yok… Ev matemde, annemizin gözü yaşlı, hepimiz yasta ve yaşta… Bize bayram yok… Komşuların ve tanıdıkların elini öpmek, bayramlaşmak yok… Zaten onlar da nasıl davranacağını bilemez bir halde idi… Sonra yeniden bayram, sonralarında bayramlar… Şehit ve kayıp ailelerine maaş veren Sosyal Yardım Dairesi, bayramlarda bizlere yeni bayramlık kıyafet vermeye başladı… Almak gurur kırıcı idi, giymek ise zül… Ama naçar… Artık bayramlar hiç bayram havası ve tadı vermedi; bir tatildi, o kadar… Kendi çocuklarımla bayram yerine çok olmasa da gittik elbet ama yabancılık hissini içimde saklayarak… Zaten artık çocuklar da «Bugün arife - Yarın bayram» diye sokaklarda koşuşmuyor, bayram topunu da bir yerlerden askerler atıyor; bayramlar da eski bayramlar gibi gelmiyordu…

Şimdilerde bayramların tek özelliği uzunca tatil olması… Namazı var, topu var, yeni kıyafetler de var; aile ziyaretlerini gençler bir günde tamamlayıp geri kalan günleri tatil tadında yaşıyor… Yazın sıcaklarında, kışın soğuk ve yağışlı günlerinde ev ev dolaşıp aile yakınları ile bayramlaşma artık gençler için zorunlu bir gelenek haline geldi… Ama çocuklarda genellikle bir ‘bayram’ sevinci oluyor hala daha çünkü tatildir, kreş ve okul yok, anne-baba evde, giysiler yeni… Anne-babası olan için, anne-babası yeni giysiler alabilenler için… Ramazan’da oruç, fakirin çektiği açlığı zenginin de yaşamasıdır derler… Bayramda, yoksul aile çocuğunun hislerine sağırdır yoksul olmayanlar… Bayram sabahı ilk öpeceği ellerden yoksun olan çocukların içindeki fırtınadan habersizdir bayram sabahı ilk öpeceği iki ele sahip olanlar ve ellerini ilk önce çocuklarına öptürenler… Ve gençlerini yitirmiş olanlar, kapılarını başkalarının çalmasından ve ellerini başkalarının öpmesinden artık heyecan duyamıyorlar… Bayramların havası eskisi gibi değil ama bayramlarını sosyal yaraları ile yaşayanlar için hava aynı hava…

İdam talebi ile yargılanan Nazım Hikmet, eşi Piraye’ye hapishaneden yazdığı mektupta, «İyi şeyler düşünmeli insan» diyordu… Bugün arife, yarın bayram… İyi şeyler düşünmeli insan… Mesela Kıbrıs’ta ve dünyada savaşlar olmayacağını, barışın yaşanabileceğini, kin ve düşmanlık ve garazın yerini dostluk ve iyiliğin alabileceğini düşünmeli insan… Çünkü, bugün arife ve yarın bayrama çıkacak… Herkese ama özellikle çocuklara bayram olsun… Ve çocuklara bayramı bayram yapacak olan büyükler çocuklara karşı sorumluluklarını yerine getirebiliyor olsun… Bayramda bayram havası olsun ama sosyal yaraları olanlara kör ve sağır olmadan…

«Yaşamak, bir bayram havasında kardeşcesine, bu hasret bizim» de deseydin ya Nazım…

Bayramı’nız kutlu ve keyifli olsun…     

    

Bu yazı toplam 2739 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar