Bugün günlerden ne?
Hayatın anlamı daha mı anlamı geliyordu bu koşuşturmada? Ve şimdi evlere kapalı, kendi kendimizle yüzleşme ve yaşamlarımızı sorgulayabilme anlamında ciddi bir zaman kazanmışken, içinden geçtiğimiz zamanı neden bir özgürleşme, dönüşüm ve kendi kendimizle temas süreci olarak deneyimlemeyelim?
“Günümüzde, tam da dayanak eksikliği nedeniyle hayatın dizginlerini ele almak kolay değil. Zamansal çözülme hayatın dengesini bozuyor. Hayat amaçsızca dönüp duruyor. Bireyin zaman idaresinin yükünü azaltacak istikrarlı toplumsal ritimler veya devirler yok. Herkes kendi zamanını bağımsız bir şekilde belirleme becerisine sahip değil. Zaman akışlarındaki kademeli çoğalma tekil insanı huzursuzlaştırıp tahrik ediyor. Zamansal yönergelerin eksikliği özgürlükte artışa değil, yönelimsizliğe yol açıyor.”
Byung-Chul Han, Zamanın Kokusu, Metis
Karantina günleri ağır ağır akıp giderken, sosyal medyayı takip ederek neredeyse toplumun genel ruh halini çözümleyebiliriz.
Kaygı, korku, endişe, belirsizlik, usanmışlık, kırılganlık, hınç, öfke, tedirginlik... Aynı zamanda tüm bu duygulanımları yaratıcı bir üretim ve paylaşım sürecine dönüştürenlerin de sayısı az değil. Evinde çeşitli yemekler yapanlardan tutun da çektiği müzik videosunu çekenlerden, görüntülü sohbetler yapanlardan, okuduğu kitapları, dinlediği şarkıları paylaşanlara kadar pek çok üretici faaliyet de söz konusu. Evlere kapanmamız birçok insana bir çeşit esaret gibi gelebilir, fakat bu süreç bir çeşit zamanın tadına varma ve özgürleşme süreci olarak da okunabilir.
***
Sosyal medyada son günlerde sık sık, biraz da eğlence olsun diye “bugün günlerden ne?” paylaşımı yapılmaya başlandı. Sanırım çoğumuz da bu soruyu kendi kendimize sormaktayız.
***
“Bugün günlerden ne?” sorusunun cevabının “ne fark eder ki” olduğu bir dönemden geçmekteyiz. Fakat hem sorunun hem de cevabın altındaki çok değerli bir tartışmanın da görünür olması gerektiğini düşünüyorum. O da tabii ki modern zaman algısının geçici de olsa hükmünü yitirmiş olduğu ve boş zaman olgusunun hüküm sürdüğü bir dönemden geçiyor olduğumuz.
***
Zaman bir tasarıdır. -İnsan gibi- Ve bu tasarı da içinde yaşandığımız koşullara, üretim ve egemenlik ilişkilerine göre değişip dönüşmekte. Modernite öncesi dönemde zamanı belirleyen olgular, mekan, mevsimler, karnavallar ve dini takvimlerdi. Günlerin, haftaların veya ayların değil, örneğin hasat mevsiminin, şehirlerde açılan pazarların veya dini ritüellerin tarihine göre zaman tasarlanırdı. İnsan da, toplumsal yaşam da bu tasarıya göre zamanı deneyimlerdi. Dolayısıyla zaman tasarımının doğrudan yaşanan mekanla bir ilişkisi vardı.
***
Bugün yaşadığımız, çalışma zamanı, dinlenme zamanı, serbest zaman, boş zaman olarak ayrılan zaman tasarımı ise modernizmle birlikte, yani bir nevi kapitalizmin ortaya çıkıp gelişmesiyle birlikte oluştu. Buna paralel olarak zaman ile özgürleşme problemi de ilk kez birbirine bağlı olgular olarak işlenmeye başladı. Günün ve haftaların serbest piyasanın ihtiyaçlarına göre tasarlanması, zaman olgusunun mekan, mevsim veya ritüellere göre değil; iş, üretim ve tüketime göre tasarlanmasını getirdi.
***
Artık kişi, ilerleme çağının çarkları arasında, zamanı çalışma, dinlenme ve boş saatlere bölünen bir varlıktır. Zaman ise, kişinin yaşamını çalıştığı, dinlendiği ve serbest saatlerine göre kategorize eden bir tasarıma dönüştür.
Zorunlu çalışma, zamanın iş, üretim ve tüketim üzerinden tasarımı kişinin hem özgürleşmesinin hem de özgün boş zamanının üzerinde birer baskı unsuru haline gelmesine neden oldu. Kişi artık sürekli olarak bir şeylere yetişmek zorundadır. Sabah alarmlarımızın çalmasıyla, sürekli bir şeylere yetişme telaşı da başlar. Bir nevi her sabah zamanın huzursuzluğuna, kendi yabancılaşmamıza uyanıyoruz. Modern zamanda zamanın huzursuzluğu içerisinde, hiçbir zaman hiçbir şeye yetişilmez. Her zaman için başka şeyler için yeterli zaman yoktur.
***
Sevdiklerimize ayırdığımız zaman yeterli değildir, (hatta genelde bunun için zaman dahi bulmayız) kendimize ayırdığımız zaman yeterli değildir, işler bitmemiştir çünkü zaman kalmamıştır, bazı şeylere yetişirken, bazı şeylere yetişilememiştir veya yetişilen şeylerden başka yetişilmesi gereken şeyler doğmuştur... Uzar da gider... Zaman yaşanılan ve sindirilen bir süreç tasarım değil, sürekli olarak eksik kalan, yeterli gelmeyen, bulunması ve yaratılması gereken bir yorgunluktur)
***
Bundan dolayı zaman tasarımı aynı zamanda bir yaşam disiplini ve kontrolü de getirir... Ve bugünlerde “bugün günlerden ne?” sorusunun ortaya çıkması tam da modern zaman tasarımının, ilerleme ideolojisine bağlı zamanın dağılmaya yüz tuttuğunun bir göstergesi olduğunu düşünüyorum. En azından kısa bir süre için de olsa bu böyle. Çünkü günümüzde ancak kişinin alışıldık gündelik hayat zorunluluklarının ortadan kalkması bağlamında bu tür bir soru da gündeme gelir.
***
İş saati, trafik saati, sinema saati, kahve saati, sevişme saati, dışarı çıkma saati, dinlenme saati, okuma saati diye parça parça edilmiş ve etkinlikler üzerinde tahakküm oluşturulmuş bir zaman tasarımından/disiplininden; tüm bir zamanın -evet karantinada ve pek çok özgürlüğün askıya alındığı koşullarda- boş zaman olarak tasarlandığı, her hangi bir şeye yetişme telaşının ortadan kalktığı ve kişiye kendi koşulları içerisinde özgün deneyimler için sınırsız potansiyel sağlayan bir zaman tasarımını yaşıyoruz.
Bir nevi, serbest piyasa zamanının sekteye uğradığı, karantinalı bir boş zaman tasarımından geçiyoruz. Kendi adıma bu sürecin bir özgürleşme ve dayanışma süreci olarak deneyimlenebileceğini düşünüyorum. Evet karantinada, evlerde ve pek çok özgürlüğün askıya alındığı koşullardayız. Fakat bundan sadece haftalar önce tüm vahşiliği ile akan serbest piyasa zamanında ne kadar özgür, ne kadar kendimiz olabiliyorduk? Sürekli işleyen üretim ve tüketim makineleri arasında, gündelik hayatın ve modern zamanın tahakküm ağları içerisinde, sürekli bir şeylere yetişme telaşı içerisinde ne kadar kendi özgünlüğümüzün ve potansiyelimizin farkındaydık ki? Hayatın anlamı daha mı anlamı geliyordu bu koşuşturmada? Ve şimdi evlere kapalı, kendi kendimizle yüzleşme ve yaşamlarımızı sorgulayabilme anlamında ciddi bir zaman kazanmışken, bu süreci neden bir özgürleşme, dönüşüm ve kendi kendimizle temas süreci olarak deneyimlemeyelim?
***
Yanlış anlaşılmasın. 'Üretim ve işlemekten vazgeçelim, hep boş zaman olsun' demiyorum. Daha çok zorunlu çalışmanın ve serbest piyasa odaklı modern zaman tasarımının üzerimizde, varoluşumuzda ve zihnimizde yarattığı tahribatlar ile tam da bu dönemde yüzleşebileceğimizin altını çizmek istiyorum. Boş zaman aslında kişinin kendisini var edebilmesi, özgürleştirebilmesi ve emeğinin yabancılaştırıcı değil, özgürleştirici boyutunu kavrayabileceği deneyimlere aralanan zamandır. Zaman artık yakalanacak, arkasından gidilecek bir tasarım değil; işlenecek, değerlendirilecek ve kişinin kendi özgünlüğünü keşfetmesini sağlayacak serbest zamandır. Modern zamanın, serbest piyasa zamanın bedeninde bir yarık açıldı. Ve o yarıktan beslenebilmeyi becerebilmek lazım.
***
Yaşamlarımız telaş, huzursuzluk ve sinirlilik halinin belirlediği, neden yaşıyorum sorusunun dayanaklarının silikleştiği bir çağda, “Bugün günlerden ne?” sorusu karşısında bazı insanlar kaygılı ve melankolik bir hüzne kapılabiliyor. Halbuki sürekli olarak haftanın günlerini kovalamanın, o günler altında kendimizi telaş ve hızla telef etmenin, hafta sonunu beklemenin ve günlerin, haftaların, ayların hiçbir şeye yetmemesinin yorgunluğunun aynı zamanda bir tutsaklık olduğunu düşünüyorum. Halbuki ihtiyacımız olan şey sanırım boş zaman ve onunla birlikte gelen yavaşlamak, durmak; hem insanın hem de yeryüzünün varlığı için dayanak noktaları aramak...
***
Sahi bugün günlerden ne?