1. YAZARLAR

  2. Sami Özuslu

  3. Bugüne sahip çıkabilmek
Sami Özuslu

Sami Özuslu

Bugüne sahip çıkabilmek

A+A-

‘Yok olma’ tehdidi algısıyla yaşadığımızdandır ki ‘varoluş mitingleri’ düzenledik biz…
Hitler gibi bir kafatasçı gelip hepimizi kesmeyeceğine, fırınlarda sabun yağmayacağına göre nasıl bir ‘yok olma’dır bizi korkutan?
1950’lerdeki, 60’lardaki enklav yaşamı da yok artık. Hatta ‘bağımsız bir devlet’ sahibi değil miyiz biz?
O zaman nedir bu korkunun sebebi?
Ne diye “var olacayık” diye üstüne basa basa Kıbrıs ağzıyla slogan atıyoruz?
**
Bu kaygılar ve vehimler nedeniyledir ki geçmişimize sımsıkı sarılma konusunda bir refleks gelişti bizde.
Kitaplarımızın çoğu ‘eskiye sahip çıkma’ya dairdir.
Geçmişimize yeterince sahip çıkarsak, sanki kendimizi o kadar koruma altına alacakmışız gibi gelir bize…
“Yeni nesiller bunları okusun, izlesin, öğrensin, bilsin” diye çabalayıp dururuz.
Dün ile yarın arasındaki bağlantının kopmasından kaygı duyarız.
Bunun için dünü anlatır, geçmişi yeniden üretir, geleceğe not düşmek isteriz.
**
‘Yok olma’ korkusu ile baş etmek kolay değil. Bu yüzden olsa gerek, ‘dün’ ile ‘yarın’ arasında köprü oluşturma gayreti içindeyken, ‘bugün’ü es geçiyoruz!
Sanki ‘yarın’a miras kalacak sadece ‘geçmiş’in izleriymiş gibi…
Sanki ‘bugün’, ‘yarın’larda ‘dün’ olmayacakmış gibi!..
Böyle olunca ‘dün’ü kaybeden biz, aslında ‘bugün’e de sahip çık(a)mamış olmuyor muyuz?
‘Kıbrıs’ı, ‘Kıbrıslılık değerleri’ni geçmişte aramak, oraları refere etmek önemli elbette…
Peki ya bugün?
**
Bizdeki ‘yok olma’ algısının sosyolojik, politik, kültürel nedenleri vardır ve bu halimizi çözebilmek için ciddi bilimsel çalışmalara gerek vardır.
Yukarıdaki soyut tanımlamaları ete kemiğe büründürecek bir yığın somut örnek vardır.
‘Dün’ ile ‘yarın’ arasında kurulacak köprü belki de ‘bugün’e sahip çıkmaktan geçiyor.
Çünkü ‘dünün bugünü’ ‘bugünün dünü’dür ve ‘bugün’ de ‘yarının dünü’ olmaya mahkumdur.
Zamanı durdurma becerimiz olmadığına göre, mesele basittir: Marifet sadece yarına değil, bugüne de sahip çıkmaktır!
**
Son dönemlerde peşi sıra birçok kültür organizasyonuna katıldım. Çoğunluğu müzik ağırlıklıydı.
Mesela Naci Talat Vakfı’nın düzenlediği 1. Lefkoşa Surlariçi Müzik Festivali’nde bazı konserleri izleme fırsatım oldu.
Geçen Cuma akşamı da YDÜ AKKM’de ‘Biz de Varız’ adı verilen konserdeydim.
Bayramda ‘Bizimkiler’ adı altında yazdığım iki günlük yazılarda da altını çizmiştim: Müzik alanında gerçekten çok kaliteli insanlarımız var. Çoğunluğu da genç…
Sevgili Erdinç Gündüz ağabeyim hep söyler ve yazar: “Biz de müzik yaptık, ama şimdi o kadar eğitimli, kaliteli müzisyenimiz var ki, bizi fersah fersah geçtiler!”
**
‘Yok olma’ korkusuyla yaşayan küçücük bir toplumuz belki, ama yeteneği ve eğitimiyle dünya ölçeğiyle yarışabilecek insanlarımız var bizim!
Geçen gece İlkay İdris yönetimindeki Lefkoşa Belediye Orkestrası’nı dinleyenler fark etmiş olmalıdır ki, bu kadro dünyanın en meşhur orkestralarının çaldığı parçaları kusursuz, üstelik özgün düzenlemelerle icra edebilecek kapasitededir.
Sahne alan ses sanatçıları, plakları milyonlar satan dünya yıldızlarının eserlerini en az onlar kadar kaliteli okuyabilecek beceriye sahiptirler.
Gerek ‘Surlariçi Festivali’, gerekse ‘Biz de Varız’ konseri aslında bir tür ‘çığlık’tır da…
‘Yok oluyoruz’ gailesi olanlara atılmış bir çığlık…
“Madem yok olmaktan korkuyorsun, gel ve bugüne sahip çık” çağrısıdır bu…
Ve ‘bugüne sahip çıkmak’tır ‘var olma’nın diğer adı…

Bu yazı toplam 2118 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar