BULUŞAN YALNIZLIKLARIMIZ
Yazıyla oluşan bellek şaşırtıyor beni. Geçmişte yazdıklarıma, akıl defterlerimdeki bazı notlara bakınca yaşadığım bir şaşkınlık bu. Hatırlamak unutmakla mümkün. Oksimoron gibi duruyor söylediğim ama belleğin işleyişi böyle. Bütün kayıtları hatırlamamız mümkün değil. Biz uyurken onları tasnif ediyor bellek. Hiçbir şey silinmese de silikleşiyor. Sonra birden, beklenmedik bir anda ortaya çıkabiliyor bir kayıt. Bazı şeyleri unutmak istiyoruz yalnızca. Kendimizi korumak, hayatımızı sürdürebilmek için yapıyoruz bunu. Gerilere itmeye çalıştığımız bu can acıtıcı anılar, rüyalarımızda karşımıza çıkıyor, yüz çizgilerimize, mimiklerimize, bakışlarımıza gölgelerini düşürüyorlar sonra. Ezim ezim ezildiğimiz bir çocukluk bakıyor gözlerimizden, birden kırılan gülüşümüze yerleşiyor.
Bazı hayatlar ya da en azından anlatıları şaşırtmıştır beni. Kimilerinin büyük travma diye anlattıkları başkaları için gündelik pratikler olarak yaşanmış. Belki de anlatılmayan, belleğin silikleştirdiği ayrıntıda saklıdır sır.
Bunca keder yükü içinde insana iyi gelen masumiyet anları yalnızca. Çocuksu masumiyet kurtarıyor insanı kişisel tarihlerin ağrılığından. Çocuklar hafiftirler; sadece beden olarak değil, belekteki kayıtlar açısından da. Bedenle birlikte bellekteki kayıtlar da büyüyor. Diğer yandan yetişkin olmak her türlü kederle başa çıkma becerisini de geliştirmek, hayatın anlamları, insanlık durumları üzerine daha fazla bilgiye sahip olmak demek. Çocuk çaresizliği diye bir şey var. Özgürlük ve bağımsızlık da yetişkinlikte kazanılacak artılar.
Sayısız hayatı gözlemliyorum ve içim ürperiyor. Kendi hayatımın, anılarımın ağırlığı yetmezmiş gibi başkalarınınkini yükleniyorum bir yandan da. Herkes bu kadar yoğun yapar mı bunu? Çocukluktan beri yaptığım bir şey zihnimde başka hayatların, başka evlerin, başka bedenlerin içinde dolanmak… Başkalarının iç çekişlerine karışmak. İnsan kendi içine doğru nasıl çekilebilir bilmiyorum bunu. Diğer yandan da bazı insanları öldürüyorum içimde. Cenazeyi kaldırıp yasımı tutuyorum onlar için. Karşılaştığımızda hayaletlerini görmüş oluyorum yalnızca. Belleğimdeki kişiye pek benzemiyorlar. Genelde maske taşıyan insanlar bunlar. Zaten gerçekleriyle pek tanışmadığım kişiler. İçimde bir ses uyarmıştır beni uzak durmam için. O yüzden kalkmıştır o cenazeler. Doğrusu, bazılarına haksızlık yapmış olabilir miyim duygusu da hep kemirir durur içimi.
Bazı şefkat anları var hayatta. Bellekteki kayıtları sonradan gelen inkâr ve terk edişlerle gölgelenmiş. Kırılgan anlarda sığınmak isterim o anılara ama kaybolurum gölgelerinde. Geçmişteki tatlı sözlerin hatıralarına saldırır sonradan edilen sözlerin hain silgisi.
Hayatı, insanı anlamaya çalışmak yorucu. Her insan, her hikâye hem benzersiz hem de akraba bir biçimde. Bir başkasının hikayesi bizim de hikayemize benziyor kimi zaman. En azından bir zamanlar Shakespeare’in de zekice saptadığı temel insanlık durumlarıyla çakışıyor. Kıskançlık, ihanet, inkâr, güç hırsı, yalan, komplo gibi şeyler sözünü ettiğim. Hikâye farklı olsa da bunlardan birine tercüme edilebiliyor.
Kendi hikayemiz için yas tutarken başka kederli hikayelerle tanışabiliyoruz edebiyat sayesinde ve bu iyi geliyor bize.
Söz uçar yazı kalır denir ya, dijital teknoloji ile söz de uçmuyor artık. Daha doğrusu söz de yazı da bir yerlerde uçuşuyor belki. Dünyanın muazzam bir yazılı ve sözlü arşivi var artık. Görsel, işitsel bir arşiv de söz konusu bunun yanı sıra.
Geçmişte yazdıklarıma bakıyorum ve onları yazdığım anların, yazılmasını kışkırtan anların çok azını anımsıyorum. Hayat akıp gitmiş ve şimdi anımsamadığım heyecanlar ve kederler yaşamışım. Kimi zaman da mutlu olmuşum elbet.
Kendime dair anlatılar kurarken başkalarının da deneyimleriyle buluşturmuşum onları. Birileri beni arayıp sanki sen değil de benim konuşan demiş ve mutlu olmuşum bunun için.
Yalnızlıklarımız buluşup el ele tutuştuğunda daha katlanılır bir yer oluyor sanki dünya.