Bundan Sonra Ne Olacak..!?
Cumhurbaşkanlığı seçimi sona erdi, UBP adayı Ersin Tatar KKTC’nin 5. Cumhurbaşkanı oldu. Şimdi öncesi ve sonrası ile bu süreç tartışılıyor, tartışılacak. Bu aşamada kritik soru bundan sonra ne olacağı..
Önce şunu söylemek gerek: Bu seçim süreci şimdiye kadarkilerden farklı olarak müdahalenin kör gözüm parmağına açıklığında ve pervasızlığında sergilendiği bir seyir izledi. AKP’nin misyonu ve Türkiye’de sergilediği tavır göz önüne alındığında yadırgatıcı bir durum değildi bu. Kendi siyasi görüş ve misyonunu ‘Kutsal Dava’ olarak belirleyen ve tanımlayan, buradan hareketle ‘dava’ya dâhil olanları ‘Biz’ karşısında duranları ise ‘Öteki/Hain’ ilân eden bu anlayış, Türkiye’de olduğu gibi, aynı söylem üzerinden ve inadını açık açık göstererek, Kıbrıs’ta da cepheleşmeyi derinleştirdi. Tatar’ı ‘Kutsal Dava’nın adamı, Akıncı’yı ise ‘Hain’ ilân etti; süreç boyunca Tatar’ı destekleyecek olanlara ‘havuc’u, Akıncı taraftarlarına ‘topuz’u gösterip durdu; doğrudan/dolaylı bunun propagandası yapıldı/yaptırıldı. Bu kadarla kalınmadı, bu kampanyaya AKP yandaşı medya da katıldı. “Vatan elden gidiyor… Hainler iş başına geliyor...” yaygarası, bunu kendine vazife bilen kalem erbabının köşe yazılarında boy gösterdi; kerameti kendinden menkul kanaat önderleri tarafından ekranlara yansıtıldı. An geldi bunlar da yetmedi “Bir avuç insanı kontrol edemiyorsunuz.” uyarılarıyla müdahalenin daha da yoğunlaşması talep edildi. Ayrıntılarını yinelemeye gerek yok (her şey apaçık ortada seyretti), sonuçta murat edilen oldu, arzu edildiği ve gururla açıklandığı üzere “Kıbrıs’ta demokrasi bayramı yaşandı” ve Ersin Tatar KKTC’nin 5. Cumhurbaşkanı olarak seçildi.
Şimdi o kritik soruyu tekrar soralım: Bundan sonra ne olacak? Tatar’ın Cumhurbaşkanı seç(tir)ilmesi, bundan sonra olacakların ilk ayağıydı. İkinci ayak, ülkedeki mevcut siyasi tablonun (krizin) gösterdiği üzere yakında gündeme gelecek ‘Erken Seçim’ olacak. Açık ve nettir, aynı müdahale süreci, fire vermemek adına, daha yoğun biçimde bu dönemde de yaşanacak. Cumhurbaşkanlığı makamı ile ‘uyum’ içinde çalışacak (bunun Türkçesi AKP’nin buyruklarını koşulsuz yerine getirecek) bir hükümetin oluşması için gerekli tavsiyelerde/uyarılarda (!) bulunulacak. Aynı keskin söyleme devamla, ‘Kutsal Dava’ya muhalif unsurlar ayıklanacak; siyasi iktidarı, meclisi, Cumhurbaşkanı ile tek yumruk tek ses tesis edilmesi ve de işin şansa bırakılmaması için gerekli tedbirler (!) alınacak. Madalyonun bir yüzünde bunlar var ve kuvvetle muhtemel böyle (ya da benzer) bir süreç yaşanacak.
Peki ya madalyonun diğer yüzü? Orada, seçimde Akıncı’nın arkasında duran ve %48.26 oy oranına tekabül eden, şimdilerde duygusal tepkileri yoğun, hayal kırıklığı yaşayan, ancak bundan sonra sergileyeceği siyasi tavır, gelişmeler karşısında, daha da büyük önem arz eden bir kesim var. Başından beri sürdürüle gelen müdahaleler karşısında özgür irade talebinde ısrarcı olan; Kıbrıs Sorunu’nun çözümünü, formülasyonu belirlenmiş ve uluslararası zeminde de karşılığı olan ‘federasyon’da gören; Türkiye ile ilişkileri, ısrarla ve bilerek köpürtülen ‘sevmek/sevmemek’ dikotomisi üzerinden anlamlandırmanın aksine, yürürlükte olan bir ‘belirleyen-belirlenen’ ilişkisi olmaktan çıkarıp saygın bir çerçevede sürdürülmesini öngören bu kesimin öncelikle -doğal olarak- yaşadığı bu hayal kırıklığını terk etmesi gerek. Freud’dan beri bilinir (Yas ve Melankoli), yitirdiği şeyin acısını bir ‘melankoli’ olarak yaşamak, kişinin acısıyla yüzleşmek ve oradan yeniden hayata dönmek yerine, bir ‘içe kapanma’, kendini dış dünyadan (gerçeklikten) koparma hali yaşamasına ve son kertede kendini tüketmesine neden olur. Ancak şu da vardır: Yaşanan kayıp “yok edici/tüketici” etki taşıdığı kadar, “dönüştürücü/ yaratıcı” bir etki de taşımaktadır. Evet, seçim sonucu itibarıyla bu kesimlerde bir hayal kırıklığı yaşanmıştır ve bu anlaşılabilir bir şeydir. Ancak bunun kısa sürede aşılması; yani kaybın “yok edici/tüketici” etkisinden -mızmızlanmaktan- bir an önce kurtulup, kaybın “dönüştürücü/yaratıcı” gücünden yaralanmak, siyasi/toplumsal varoluş ve ülkenin geleceği adına hayati bir önem taşıdığı için, gerekmektedir.
Zurnanın zırt dediği yer işte tam da burasıdır: Son seçimde bir kez daha görüldüğü üzere, %48.26 oy oranı olarak karşılık bulan bu kesim, eğer ülkenin geleceğine yönelik ‘karşı-kurucu’ unsur ve siyasal seçenek olacaksa, bundan sonra, bu toplam içinde siyasi görüş ayrılığı değil, siyasi görüş akrabalığı öne çıkmalı ve buradan ortak “karşı siyasi bilinç ve eylemlilik” örgütlenebilmelidir. Bu aşamada ideolojik söylem hovardalığının retorikle sınırlı dar cemaatler oluşturmaktan öteye bir işlevi olmayacağı ise açıktır. Tam aksine sergilenmesi gereken dayanışmacı siyasi anlayış ve tavra ilave, cepheleşmenin taşeronu olma tuzağına düşmeden, bu birlikteliğin sınırlarının genişletilmesi ve daha geniş kesimleri kucaklaması ertelenemez bir amaç olarak benimsemelidir.
Buradan bakınca, ülkenin geleceğinde, bundan sonra olacakların ‘sürükleneni’ değil, ‘belirleyeni’ olmanın yolu buradan geçecek gibi görünmektedir.