Bütünüyle Kusurlu Bir Öneri: “Bağımsız Türk Devleti”
Geçtiğimiz günlerde Uluslararası Kriz Grubu (UKG) adlı düşünce kuruluşu “Bölünmüş Kıbrıs: Kusurlu Bir Gerçeklikle Yüzleşme” başlığı altında oldukça kusurlu bir Kıbrıs Raporu yayınladı.
Federal devlete dayalı çözüm arayışlarının sonuç alıcı olmadığını iddia eden UKG, kalıcı bölünmeye dayalı “çözüm” modellerinin gündeme getirilmesini ve tartışılmasını istiyor ve ortaya öneriler koyuyor.
UKG, “sürdürülebilir” ve “barışçıl” bulduğu mevcut de-facto statükoyu, dolayısıyla da Türk tarafının zaman zaman dillendirdiği B planını meşrulaştırmak amacıyla kaleme aldığı anlaşılan raporda, AB üyesi bağımsız bir Kıbrıs Türk devleti oluşursa ve iki toplum da kendi devletleri ile AB çatısı altında yer alırsa, bundan herkesin kazançlı çıkacağını ileri sürüyor.
Federal çözüme inananları “duygusal iyimserlikle” eleştiren UGK, “anlaşmalı bölünmeye” dayalı kendi önerisinin “pratik ve akılcı” olduğunu düşünüyor. Fakat aslında bunun bir Türk tezi olduğunu farkında olduğu için karşılığında Kıbrıslı Rumlara bir dizi “cazip tavizler” verilmesini savunuyor.
UKG, toprak verilmesi, 1960 Garanti Anlaşmasın iptal edilmesi, bütün Türk askerlerinin veya hepsine yakınının adadan ayrılması, Kuzeyde mülk sahibi olan Kıbrıslı Rumlara tazminat ödenmesi, iki devlete dayalı çözüm bulunduktan sonra Kıbrıslı Rumların Kıbrıs Türk devletinde mal almalarının yasaklanmayacağına dair garanti verilmesi, adanın Güneyinde doğal gaz rezervlerinin bulunduğu suların Kıbrıslı Rumların kontrolünde olduğunun kabul edilmesi gibi öneriler yapıyor.
Türk tarafı bu saydıklarımızı Kıbrıslı Rumlara verirse, karşılıklı bir anlaşmayla taraflar “barışçıl ayrılığı” gerçekleştirecek ve Kıbrıs’ın Kuzeyinde meşru olarak bağımsız bir Kıbrıs Türk devleti ortaya çıkacak. Sonra, bu devlet –AB kabul edermişçesine- Avrupa Birliğine üye olacak ve çatışan iki toplum artık iki komşu devlet olarak AB içinde yer alıp kalıcı barışa erecek…
Federal çözüme inananlara “duygusal iyimser” diyen ama sınırsız hayal gücüyle bulutların üzerinde dolaşıp bin bir dereden su getirdikten sonra bildik milliyetçi Türk tezini öneren raportör(ler)e acaba ne demeli?
İnsan nereden başlayacağını şaşırıyor. Öncelikle şunu söyleyelim: iki ayrı devlete dayalı çözüm bütün milliyetçi Türk ve Kıbrıslı Türk yetkililer tarafından ve UGK’nın raporunda sık sık gönderme yaptığı Mensur Akgün gibi “uzamanlar” tarafından sık sık zaten dile getiriliyor.
Hepsinin ortak iddiası -ki bu iddiayı UGK de benimsemiş görünüyor- 1977 yılından beri sürdürülen görüşmelerin federal devlete odaklı olarak yapıldığı ve bunun mümkün olmadığının görüldüğü yönündedir. Şeytan tam da bu çarpık-bilgi ayrıntısında yatıyor. Türk tarafı 1977 yılı ile 2003 arasında yapılan müzakerelerde hiç bir zaman federal devlete dayalı çözümü benimsemedi ve her zaman Güvenlik Konseyi’nin kararlarına aykırı olan iki-devletli çözümü veya konfederasyonu savundu.
Mensur Akgün gibi “uzmanlar” o tarihlerde Rauf Denktaş’ın ve Türk askeri yetkililerin temelli ayrılığa dayalı görüşlerini canı gönülden destekliyorlardı. 2004 yılında bir defaya mahsus ve sadece tek bir çözüm planına “evet” dedikten sonra, 2004’te Kıbrıslı Türklerin sergilediği çözüm iradesinin getirisini eski politikalarını hayata geçirmek için kullanmaya giriştiler.
Bunları sanki ilk defa söylüyorlarmış gibi, federal devletin “imkânsız” olduğunu ve temelli ayrılığa dayalı başka alternatifler üzerinde durulması gerektiğini ileri sürmeye başladılar. En hafif tabirle “sinik” olarak adlandırabileceğimiz bu türden yaklaşımları UKG’nun “akılcı” ve “pratik” olarak değerlendirip benimsemesi doğrusu hayret vericidir.
Egemen Bağış’tan Derviş Eroğlu’na, Ahmet Davutoğlu’dan Serdar Denktaş’a kadar birçok Türk ve Kıbrıslı Türk yetkilinin defalarca “federasyon olmuyor, kalıcı bölünmeyi konuşalım” dedikleri biliniyor. Gerçekten, bu kesimlerin federal devlete dair ortaya sağlam bir irade koydukları söylenebilir mi?
Uluslararası Kriz Grubu özü itibarıyla toprak tavizi karşılığında Kıbrıslı Türklerin self-determinasyon hakkına kavuşmasını önerirken, 1956 yılında Sömürgeci Büyük Britanya’nın böl-yönet politikaları çerçevesinde yaptığı ünlü 19 Aralık açıklamasına benzer bir açıklama yapmış oldu. Büyük Britanya o açıklamasıyla adada iki toplumun ayı ayrı self-determinasyon hakkına sahip olduğunu ileri sürerek ülkenin bölünmesini gündeme getirmişti ve etnik çatışmaların yoğunlaşmasına neden olmuştu. Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türklerin arı ayrı self determinasyon hakkı olamayacağını elli yıllık kavga, pek çok can kaybı ve korkunç acılarla anlaşılmışken, UKG neden böyle bir öneri ile ortaya çıktı? Üstelik umut vaat eden müzakerelerin başladığı bir dönemde buna neden gerek duydu? Kıbrıslı Rumlara gözdağı vermek için mi? Yoksa Kıbrıslı Rumlara ayrı Türk devleti karşılığında alacaklarının ne kadar “cazip” olduğunu gösterip, Türk tezini hayata geçirmek için mi? Bu önerinin Kıbrıs Rum Ret Cephesinin hoşuna gidebileceğine kuşku yoktur. Türk ve Kıbrıs Türk milliyetçilerinin de… UKG rasyonel, akılcı ve demokratik meşruiyeti olan federal devlet fikrini terk edip iki tarafın Ret Cephelerine göz kırpan tarih ve hukuk dışı, siyaseten kabul edilemez öneriyi neden yaptı?
Bu sorunun yanıtını ancak UKG verebilir. Fakat raporun hangi amaçla kaleme alındığından bağımsız olarak şunu söyleyebiliriz: UKG’nun raporu dikkatlice okunduğunda, bu ülkenin meşru olarak bölünmesinin birleşmesinden çok daha zor olduğu rahatlıkla görülür. Tabii, görmek isteyene…
Raporda görüşlerine başvurulan “uzmanlarının” çoğunun sinik bir tavır içinde “ada bölünsün, sorun bitsin” dediklerini biliyoruz. Fakat bir hatırlatma yapmak istiyorum: Kıbrıs’ta AB üyesi bağımsız bir Türk devleti kurulmasına evet diyecek Kıbrıslı Rum elitlerinin ortaya çıkması için en az yarım asır daha beklemek gerekecek. Ayrıca, bu öneri Kıbrıslı Türklere pek bir şey kazandırmaz. Ne self determinasyon hakkı, ne de ayrı egemenlik teminat altına alınabilir. Olsa olsa Kıbrıs’ın Kuzeyinde Türkiye bir Cebelitarık’a kavuşur. Hepsi bu…