Büyük bir kalabalık...
Kızın iki ayrı fotoğrafı var.
Biri saçları uzun, lüle lüle.
Bir diğeri kel.
Ama gözleri ‘ışıl ışıl’ ikisinde de.
Sessizliği ağlatıyor...
***
Çok daha zor, çok daha yıpratıcı bizim gibi bir avuç ülkelerde ölüm.
Hani tam da avuçlarınızın içerisinden kayıp gidiyor hayatlar.
Birlikte ölüyorsunuz, tam da...
***
Bir de sosyal medya çağındayız ya şimdi, gün boyu bir nehir gibi akıyor içinize acı...
Örselenmiş soluğunuzla vedalaşıyorsunuz ha bire, tanıdık ya da tanımadık gencecik yüreklerle...
***
Ne yazarım ki şimdi, kız, gülümsüyor...
Her sayfada bize bakıyor...
"Gittin ya" diyor dostları, "hep güzel kalacaksın..."
Büyük şair Nazım'ın sözleri nasıl da yerleşiyor yüzüne:
"Sana gökyüzü ısmarladım, gülüşlerinde güneş batsın diye."
Gün batıyor...
Çoğalıyorlar gökyüzünde.
***
Hani böylesi göz göze gelmelerde ister istemez düşünüyor insan, "her gün, her an neyi pay edemiyoruz biz..."
Ve nedir, nicedir delice, aptalca, arsızca didiştiklerimiz...
***
Eksiliyoruz giderek...
Daha da yalnızlaşıyor alem...
Sonra, en fazla bir hafta, on beş gün sonra, yeniden 'köpürüyor' hayat...
Aynı telaşlarla...
Kocaman bir yalan...
***
Ahmet Altan ‘Son Oyun’ romanında, şu benzetmeyi yapmıştı, “Bir insan öldüğünde bir kişi ölmüyordu, büyük bir kalabalık da ölüp gidiyordu...”
Bir genç öldüğünde, çok daha büyük oluyor o kalabalık...
Ve galiba son iki günde öyle oldu...
Hele Özlem'le...
***
Farabi'nin lafıyla koyalım noktayı:
"İyi bir insan öldüğünde ona ağlamayın.
Asıl onu kaybeden topluma ağlayın."
***
Başka da ne yazılırdı ki, bugün...
Bağışlayın...