Derya Beyatlı

Derya Beyatlı

Büyümek

A+A-

Kendimizle barışmayı öğrenmedikçe dünyada barışı kuramayız.

Dalai Lama

2000 yılında kurulan Avalon Ekolojik Bölgesi adını 12. Yüzyılda bölgede yaşamış bir Fransız asilzadesinden, Avalonlu Hugh’dan alır. İnanışa göre Hugh henüz 15 yaşında iken dünya nimetlerinden ve tüm sosyal iletişimden koparak kendini bir Manastır’a kapatır ve haftada bir kez sadece yemek yemek için dışarıya çıkar. Dünya’dan koparak kendine yakınlaşır.

Hugh’un ayak izlerinin peşinde, Fransız Alplerinin 800. metresinde ‘Kişinin kendi seçimine bağlı basit yaşam’ı deneyimlemesi amacı ile kurulmuş Avalon. Bugün ‘Oikos Situs: bulunulan yerde ve anda, beden, ruh, doğa ve zaman ile tam bir uyum içinde yaşamak’ felsefesini pratiğe dönüştürmek amacı ile 35 dönümlük bir alanda faaliyet gösteriyor ve bir Üniversite ile Budist bir Tapınağı da içine alıyor.

Yılda yaklaşık 3000 kişinin ziyaret ettiği Tapınak, Nobel Barış ödüllü 14. Dalai Lama  Tenzin Gyatso’nun bizzat verdiği dersler sayesinde Avrupa’nın en önemli Budist Tapınaklarından biri haline gelmiş. Tapınağa gelip Buddha’nın yaşam felsefesi Dharma’yı öğrenebilir veya Avalonlu Hugh gibi günde 10 saat meditasyon ve yoga yaparak, vejeteryan ve ekolojik yaşam tarzı ile 3 yıl, 3 ay ve 3 günün sonunda ‘aydınlanabilirsiniz’. Konuşmanın yasak olduğunu söylemiş miydim?

Avalon Ekolojik Bölgesi aynı zamanda sağlıklı ve sürdürülebilir bir yaşam tarzının, ruhaniyet ile ekolojinin buluştuğu noktada gerçekleştiğini savunuyor ve bu bağlamda çeşitli eğitimler düzenliyor. Bizim yollarımızın kesişmesi ise tam olarak bu noktada gerçekleşiyor, bir de son dönemlerde bayağı bayağı merak saldığım Budizm öğretisinde.

Avalon’da beş gün geçirmek üzere yola çıkıyoruz bir Cuma öğle sonrasında. Dağlara varmak akşamı buluyor, kar yağmış, her yer bembeyaz. Minik arabamız patinaj yaparak gidiyor, hızımız 30 km/sa’in üzerine çıkamıyor. Kar üzerinde ilk kez araba kullanıyorum ben, önümüzden sekerek geçen ceylanları her gördüğümde sevinç çığlıkları atıyorum. Yol arkadaşlarımın ortak sorusu: ‘Kaç yaşındasın sen ama?’.

Derken karda saplanıp kalıyoruz, aracımız daha fazla ilerlemeyi reddediyor.   Tekerleklere zincir takmak gerekiyormuş, öyle diyor aramızdaki çokbilen. ‘Hayatımda zincir görmedim bile, hiç bana bakma’ diyorum hemen, ama yemiyor. Çaresiz karlara gömülüyorum ben de, zincirleri takmaya çalışırken ellerim uyuşuyor soğuktan. Keyfime diyecek yok yine de, bu beyazlık bana inanılmaz bir huzur ve neşe veriyor. Kartopu savaşını başlatıyorum, yaşımla ilgili o bildik soru bu kez yüzümde patlayan kocaman kartopu ile birlikte geliyor. Saatlerin nasıl geçtiğinin hiç farkında değiliz, Avalon’a varışımız gece yarısını buluyor. Heyecanla yoldaki ceylanları anlatırken yeni tanıştığım bir yerliye, şanslıymışsın cevabını alıyorum, kurtla da karşılaşabilirdin. Şaka yaptığını yüzümdeki panik ifadesi karşısında attığı kahkahadan anlıyorum.

Sonraki günlerimiz hep bu ruh hali ile geçiyor. Neşe, samimiyet ve sevgi ile. Huzur ile. Tüm medeniyetin uzakta kaldığı Budist bir tapınakta, yardımlaşmayı, paylaşmayı, karşılıksız vermeyi ve almayı öğreniyorum. Saf sevgi duymayı, herkese, herşeye. Tam bir komün hayatı ile karşılaşıyorum bu dağın burnunda, mutlu oluyorum. Dahası, telefonun çekmediği, internetin çalışmadığı, televizyon ve radyonun yasak olduğu bir ortamda, neşenin kaynağının insanın içinde olduğunu öğreniyorum.

Günümüzü meditasyon ve yoga yaparak, şarkı söyleyerek, yüreğimize ve doğaya uzun yolculuklar yaparak geçiyoruz. Dizimize kadar kara batarken tam anlamı ile doğayla bütünleşiyoruz. Geceleri sıcak sohbetlerde ısınıyoruz, sıkı felsefik tartışmaları komik yaşam öyküleri takip ediyor.

Kaldığımız odaların kapısı açık, anahtar yok. İlk başlarda çok tuhafıma gitse de, ortamı tanıdıkça oldukça normal karşılıyorum bunu, hatta çok hoşuma gidiyor bu fikir. Hoşuma giden başka bir uygulama ise burada kalmak isteyenlerin aylık kazancına göre ödeme yapması. Az kazananlar daha az ödüyor. Parası olmayanlar içinse çeşitli formüller üretilmiş. Avalon öğretmeye çalıştığı dayanışma ruhunu kendi içinde de yaşıyor, yüceltiyor.

Yemek saatinde 3 yıllık ‘aydınlanma’ öğrencilerine saygı göstermek amacı ile  gong sesi bizi 20 dakikalık sessizliğe davet ediyor. Sessizliğin ilk bir kaç dakikasının ne kadar zoruma gittiğine şaşırıyorum. Paylaşmak istediğim o kadar çok şey var ki. Sonra alışıyorum sessizliğe, ikinci gong sesi 20 dakikanın sona erdiğini duyurduğunda ben artık konuşmak istemiyorum. Tüm yemekhaneye hakim olmaya devam eden sessizlikten yalnız olmadığımı anlıyorum.

Yemek sonrası bulaşık yıkama seansında yine başlıyoruz kıkırdamaya, içimizden yükselen zapdedilmesi imkansız bir neşe kaynağı var. Neler olduğunu anlamakta zorlanıyorum, tapınakta yaşayan bir Lama (Bilge), ‘Duygularına kapıyı aç, yüreğine davet et ve yaşa’ diyor. Yabancısı olduğum bir cümle değil bu, ancak tam olarak ne anlama geldiğini o an, orada anlıyorum. Bu da benim minik çaplı ‘aydınlanmam’, eee, beş günde anca bu kadar... 

Eve dönmek için yola çıktığımızda artık büyüdüğümü hissediyorum, anı yaşamayı öğrendiğimi, duygularımı bağrıma bastığımı. Keşke bitmeseydi demiyorum artık, bu büyüyü istediğim an yeniden yaratabileceğimi biliyorum.

Kartopu oynamaya tabii ki de halen devam ediyorum, kar buldukça. Lamamızın sık sık tekrarladığı gibi ‘büyümek bir çocuk heyecanı ile hayatı kucaklamayı yeniden öğrenmek’ zira.


8 Şubat 2015
Marsilya

Bu yazı toplam 3423 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar