Buz dağı (!)
Şimdi bir ‘plaj meselesi’ tartışılıyor…
Duruma verilen tepkilere katılmakla birlikte olaya bir başka pencereden de bakmanın faydalı olacağını düşünüyorum…
Militarizm dedikleri olgunun içimize işlediği bir dönemde ve yarım adadayız hepimiz.
Askere gitmeden askeriz vesselam!
Toplumsal değerlerin en üzerine askeri değerleri yerleştirdik ta en başından…
Ve hayatımız askeri düzenle çerçevelendi artık.
Her adımda hiyerarşi, ast-üst ilişkisi var örneğin…
Malumunuz, en önemli askeri değerlerden biri hiç kuşkusuz hiyerarşidir.
İktidarın olmazsa olmazı olan ast-üst ilişkisine günlük hayatımızın her alanında rastlamak mümkün…
Usta- çırak, öğretmen- öğrenci, işveren-işçi, müdür-çalışan…
Bu durumu içselleştirdik.
Disiplin denilen olgu da içimize kazındı.
Bir düzen olmalı her yerde…
Ve bu düzenin kuralları…
“Disiplinsizlik” cezalandırılmalı!
Çocuk yetiştirirken, iş yerlerinde, okullarda bu vardır: Ceza!
Öğretmen sınıfa girdiğinde ayağa kalkan bir neslin çocuklarıyız biz.
Günaydın! Diye bağıran öğretmene Sağol! diye yanıtlar vererek yetiştirildik.
Aynı kıyafetleri giydik mesela okullarda…
Aynı saç modeli…
Aman ha biraz saçın uzunsa, dondurucu soğuklarda öğretmenler tarafından kafamızın
yıkandığı günler yaşadık!
Neden yaşadık bunları?
Militarist sistem bize bunu dayattı çünkü…
Kışladaki asker gibi aynı kıyafet giydirildik, aynı göründük.
Farklarımızı içimize gömdüler teker teker.
Yok saydılar hepsini…
Askeri dil de içimize işledi.
“Müdürüm”, “Başkanım” diye hitap etmek öğretildi bize…
Yeniden okula dönecek olursak; okullarda ‘beden eğitimi’ denilen yarı askeri eğitimlere tabii tutulduk.
Kızlar ve erkekler ayrılarak uygulandı bu.
Erkeklere yanaşık düzen eğitimi dayatıldı.
Ve eğitimin kendisi de askeri düzene uyduruldu.
Savaşmanın ne kadar iyi bir şey olduğu anlatıldı bize.
Ne kahramanların isimlerini ezberleyerek girdik sınavlara…
Şimdi hiçbiri aklımızda yok belki ama sistem bize askeri unsurlarıyla dayatıldı.
Ve biz bu sistemde büyüdük.
Buna ek olarak daha 40 yıl önce yaşanan savaş ve ülkedeki askeri yapı olanları
tamamladı.
Hala ateşkes koşullarındayız üstelik.
“Ülkem” dediğim yarım adanın Anayasa’sının geçici 10'uncu maddesi “güvenliğimi” bir başka ülkenin askerine devretmiş.
Ve bu asker şimdi savaş koşulları gereği elinde tuttuğu bir plaja girmeme izin verecekmiş!
Bu izin de “sınırlı” kalacakmış.
Öyle herkes giremezmiş.
Buna tepki gösteriyoruz şimdi…
Elbette kızalım buna, değişmesini talep edelim, sonuna kadar katılıyorum.
Ancak, ne olur resmin bütününü gözden kaçırmayalım.
Hani buz dağının su yüzündeki kısmı derler ya!
Aynen o hesap!
Buz kütlesinin tamamı yerinde duruyor dostlar…
Hem de bütün heybetiyle…
Bilmem anlatabildim mi?
Galip kim?
SAĞLIKTA yaşananlar çok taraflı bir siyasi çekişmeyi de içerisinde barındırıyor.
Bir yanda “doktorların tarafındaki” bakan Faiz Sucuoğlu…
Diğer yanda “maliye kasasına sahip çıkan” Serdar Denktaş…
Şimdi hem iki bakan arasında, hem KKTC ile TC arasında hem de doktorlar arasında bir ara formül arayışı var.
Sucuoğlu doktorları kırmak istemiyor, zira o kesimin temsilcisi kendisi…
Denktaş maliye kasasını zora sokarak zaten ilişkilerin gerildiği Türkiye ile ipleri koparmak istemiyor, zira mali disiplinin darmadağın olduğu iddiası çok…
Doktorlar klinikleri yasal hale getirme derdinde zaten…
Bir de serbest çalışan hekimler var ki, olayı izlemede şuan…
Bakalım kimin dediği olacak…
Ve çıkacak sonuçtan kimler memnun, kimler şikayetçi olacak.
Tantana!
KAMUOYUNDA yoğun tepkilere neden olan devlete ait binaların ve arazilerin siyasilere devri konusunda hükümet geri adım atmıyor.
Denktaş ailesine devredilen “eski hastane binası” için sonunda Anıtlar Yüksek Kurulu da “onay vermiş…
O günlerde çıkan tantanalı kamuoyu da yok şimdi…
O nedenle hükümetin işi daha kolay.
Sizler sessiz kaldıkça bu hükümet yarım kalan çirkinliklerini tamamlayacak.
Ve hepimiz sadece çıkardığımız tantana ile kalakalacağız.
Eğer birileri ciddi anlamda adım atmazsa, üzgünüm, ama böyle gelmiş böyle gidecek bu kervan…
Her şey lafta kalacak.
Ne yazık…
İkinci sınav
KIBRISLI liderler 2 yıl boyunca yoğun çalıştılar, görüştüler…
Ve BM yetkililerin açıklamalarına bakacak olursak, “ilerleme” sağladılar.
Son ana gelince de vaziyeti analarının kucağına atmayı tercih edince süreci tarihe gömdüler.
Siyasi irade sorunu yaşadıkları çok net olan liderlerden bundan sonraki krizle ilgili ne beklersiniz?
İkisi de ortaya çıkan durumdan sorumludurlar.
Elbette görevleri sona ermemiştir.
Ve bundan sonraki adımları da değerlidir.
Ya yeniden bir nefes alıp müzakere masasına geri dönecekler- ki bu çok düşük bir ihtimal gibi görünüyor.
Ya da enerji konusunda yaşanacak krize ilişkin evin içini temizlemeye çalışacaklar.
Evin içinden kastım KKTC değil!
Kıbrıs’ın genelinde olası bir gerginlik patlak verirse bu noktada liderlere büyük görev düşecek.
Yıkıcı olmayan, birleştirici, toplumların arasını açmayacak adımlara işte o anlarda ihtiyaç olacak.
Ve o kriz günleri liderlerin ikinci büyük sınavı olacak.
Müzakere sınavından sınıfta kaldıkları aşikar olan iki eski dosttan beklenti, krizi en azından en aza indirecek adımlar atmalarıdır.
Göreceğiz.
Ne kadar yereliz! Avrupa’da ırkçılık yaptığı söylenen, çok konuşulan bir gemi limanımıza geliyor, demir atıyor. Birçok yerde yasaklı olan, hatta kaptanı sorgulanan tartışmalı gemiyle ilgili Avrupa’nın önde gelen gazeteleri haberler yapıyor. Ve KKTC makamları bunu görmüyor, göremiyor. Ne tuhaf değil mi? Yerelin dibiyiz, dibi!..