Cam tavanın ötesi
Bazen teoride mümkün gibi görünen bir şeyi pratiğe yansıtamazsınız bir türlü. Literatür bu gibi durumları cam tavan teorisi ile açıklanmaya çalışır zaman zaman.
Örneğin, bırakınız bizim gibi gelişmekte olan toplumları, batılı ülkelerde bile kadınların siyaset ve iş yaşamında yükselmesinin görünmez bir güç tarafından engellendiği, bu durumun inkar edilemez ve aynı zamanda da kabul edilemez olduğu üzerinde durulur. Teoride hiçbir engel yoktur ancak pratikte şu veya bu nedenle siyasette ve iş yaşamında kadınların işi erkeklerden çok daha zordur.
Eşitlik ve değişim mücadelesi on yıllardır sadece yasama ve yürütme organlarında yasalarla tüm diğer düzenlemeleri değiştirebilecek siyasi güce sahip olmak için değil aynı zamanda toplumsal ve siyasal yaşamın içinde cam tavanları aşabilmek için yapılıyor. Bundan ötürü sıklıkla değişim olgusu dönüşüm kavramıyla birlikte ele alınıyor ve bu bağlamda ilerici güçler bütünlüklü bir mücadeleye vurgu yapıyor. Böylesi zorlu değişim ve dönüşüm süreçlerindeki en büyük risk ise söz konusu "mücadelenin" mevcudu yeniden üretmeye dönük araçsallaştırılmasıdır bana göre.
2004'te çözüm ve AB üyeliğini onaylayan Kıbrıs Türk halkının geleceğini AB değerleri ve kuralları ışığında şekillendirmekten yana somut bir irade sergilemiş olmasına rağmen sadece dış dinamiklerimizin sağlıksızlığı nedeniyle değil aynı zamanda iç dinamiklerimizin inşa ettiği cam tavanlar nedeniyle de bu yönde değişim ve dönüşümü hayata geçiremediği iddia edilebilir. Teoride siyaset kurumunu yaşamı ucuzlamak için somut icraatlar yapmaktan alıkoyan hiçbir engel yokmuş gibi düşünülse de pratikte görünmez bir gücün örneğin elektrik faturalarını düşürmekten tutun da yaşamı ucuzlatacak daha pek çok icraatı engellediği hissine kapılıyor insan zaman zaman. Bu görünmez cam tavanları tanımlamadan, ideolojileri, sendikaları, siyasi partilerle sendikalar arasındaki ilişkileri konuşmanın faydadan çok siyasi zarar ürettiği garip bir süreçten geçmekteyiz son 10 yıldır.
Şimdi çözüm ve AB üyeliği dinamiği yeniden devreye girerken insan ümitleniyor ister istemez.
Acaba bu süreç görünmez cam tavanda bir delik açmamıza ve "tehlike" olarak toplumsal algılara yerleştirilen olguları da aşarak halkımızın yararına siyaset icra etmemize hizmet edebilecek midir?
Cam tavanda delik açmak sanıldığından zor bir iş olsa da ve belki normal koşullarda on yıllarca sürebilecek mücadeleleri gerektirse de bu dinamiğin işimizi bir nebze kolaylaştıracağını düşünmek istiyor insan.
Bunun için çözümün ertesi günü kadar çözüm öncesini de düşünmek ve somut hedefler etrafında kenetlenmek gibi bir zorunluluğumuz vardır.
Toplumsal varlığın doğrudan üretimle yani ekonomiyle açıklanması gerektiği üzerine kurulmuş bir ideolojik arkaplana sahip ilerici güçlerin ekonomimizin önündeki engelleri somut olarak tanımlaması ve tığ işi işler gibi bu sorunların aşılmasına dönük girişimlerde bulunması gerekiyor.
Bu bağlamda "sürdürülebilir ekonomiye geçiş" için beğensek de beğenmesek de belli kriterleri gözetmemiz ve kaynaklarımızı etkin ve verimli kullanmamız en öncelikli siyasi ilkemiz olmalıdır.
Çözümün ertesi gününe dair 2008-2012 yılları arasında ekonomi başlığında neredeyse tüm konularda anlaşmaya varıldığı ve federal hükümetin kurucu devletlere önceden planlanan mali düzenlemeler dışında herhangi bir kaynak aktarımının söz konusu olmayacağı bilinmektedir. Ayrıca, masadaki en çetrefilli konulardan olan egemenliğin kurucu devletler tarafından ne şekilde kullanılabileceği, örneğin üçüncü taraflarlarla kurucu devletlerin anlaşma yapıp yapamayacağı henüz netleşmemiştir. Bir ihtimalle, Kıbrıs Türk Devleti'nin Türkiye ile kaynak aktarımına dayalı ve sosyal, kültürel süreçlere de nüfuz edebilecek anlaşmalar imzalayamayacağı öngörülebilir.
O halde, iş ciddidir. Cam tavanı kırıp Kıbrıs'ın kuzeyinde ekonomik yönüyle sürdürülebilir bir yapı oluşturamazsak gerçekten de bizi zor günler bekleyecektir.
Nitekim AB üyeliğine başvuran ülkelerin yok olmadan AB içinde varlıklarını sürdürebilmeleri için üyelik öncesinde birtakım kriterleri tutturmalarının bir koşula dönüştürülmesi de bundandır.
Biz de işleyen bir piyasa ekonomisi yaratmak ve birlik içindeki rekabetçi piyasa güçleriyle baş edebilmek adına idare-i maslahatçı olmayan, bazen zor olsa da ekonomimizi kronik iflas koşullarından kurtaracak reformları ele alabilecek bir iktidar yapılanmasına sahip olmalıyız.
Bu süreçte aynı zamanda Euro Bölgesi'ne adaptasyon için belirlenmiş hedeflere odaklanmamız gerekiyor. Maastricht kriterleri olarak da bilinen bu hedeflerin başında ise bütçe açığının gelirlerin %3'ünü geçmemesi ve kamu borç stokumuzun ise gelirlerimizin en fazla %60'ı kadar olması gelmektedir.
Bu ülkede artık sağcısı, solcusu, milliyetçisi, enternasyonalisti, bu hedeflere ulaşabilmek adına kendi durdukları yerden bu hedeflere dönük ne yapılmasını öneriyorlar, buna bakmak gerekiyor. Aksi halde bilhassa cam tavanlara karşı çıkanların cam tavanın ta kendisi olduğu gerçeği orta vadede canımızı çok acıtabilir.