Çamlıbel Mezar Kazısı
Çamlıbel Mezar Kazısı
Tuncer Bağışkan
Aslında bugünkü yazımda 1990-1992 yılları arasında Eski Eserler ve Müzeler Dairesi adına Girne kazasına bağlı Çamlıbel (Mirtou) köyünün doğu girişinde bulunan nekropol (mezarlık) alanındaki 4 ayrı mezarda gerçekleştirdiğim arkeolojik kazı çalışmaları üzerinde duracaktım. Ancak 1991-1992 yılları arasında bu alandaki 2, 3 ve 4 numaralı mezarlarda gerçekleştirdiğim kazılara ilişkin olarak Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’nde bulunan kaleme aldığım kazı raporlarına, gerçekleştirdiğim plan çizimlerine ve çekmiş olduğum kazı fotoğraflarına ulaşamadığımdan, bugün sadece 6-17 Ağustos.1990 tarihleri arasında buradaki 1 numaralı mezarda gerçekleştirdiğim kazı çalışması üzerinde duracağım. Bu yazımı kaleme alırken, Dünya Müzeler Haftası etkinlikleri çerçevesinde, 21 Mayıs.1991 tarihinde, Atatürk Kültür Merkezi’nde vermiş olduğum “Arkeolojik kazıların önemi ve Çamlıbel antik mezar kazısı” konferansı için yayına hazır duruma getirdiğim araştırma-inceleme yazım imdadıma yetişti. Bu arada mezarlık alanında kazmış olduğum diğer 3 mezarın bilgi, belge, fotoğraf ve planlarına ulaşamayışımı telafi etmek amacıyla, bu mezarlarla ilgili olarak Dünya Müzeler Haftası etkinlikleri çerçevesinde başkanlığımdaki bir ekiple A.K.M’de düzenlendikten sonra 22-24. Mayıs.1992 tarihleri arasında ziyarete açık bulundurulan “Çamlıbel Mezar Kazıları Sergisi”nde çektiğim fotoğraflara bugünkü yazımda yer verdiğimi söylemiş olayım.
MEZARIN SAPTANMASI
Çamlıbel’in doğu giriş yolunun kuzey kenarında bulunan Katriye Ahmet Keresteci’ye ait F 3 numaralı evin avlusuna kuyu kazılırken oluşan çöküntüyü incelemek ve gerekirse orada bir kazı yapmak üzere 6.8.1990 tarihinde görevlendirilmiştim. 1966 yılında bu alanın yakın çevresinde Antikalar Dairesi adına arkeolog M.C. Loulloupis tarafından gerçekleştirilen yüzey araştırma çalışmalarında, Neolitik dönemden başlayarak Erken Hıristiyanlık dönemine kadar devam eden yerleşim yerlerinin bulunduğu bilgileri arkeoloji literatürüne girmiştir. Kazı çalışmalarına başladığım 7.8.1990 tarihinde mezarlık alanının hangi devre ait olduğunun belirlenmesi amacıyla öncelikle çöken mezarın çevresinde yüzey araştırması yapmam gerekti. Arazide saptadığım seramik kırıkları mezarlık alanının Helenistik-Roma dönemlerine ait olduğuna işaret etmekteydi. Başkanlığımdaki kazı ekibi, dairemiz işçilerinden Abdullah Kulak, Cemal Naimoğlu, Arif Dirikli, Hidayet Güdül ve İsmail Bozat’dan oluşmaktaydı.
Kireç oranı yüksek havara toprağa oyulmuş olan mezar odası ağzına kadar toprakla dolu olduğundan bizi hayli uğraştıracağa benziyordu. Mezarın yolunda (Dromos) bir şeftali ağacı ile evin çevre telleri bulunduğundan burada kazı yapmam mümkün görülmüyordu. Ancak bu mezarın hemen batısındaki boş arazide toprak altında ellenmemiş üç mezar saptadığımdan, evin avlusuna, şeftali ağacına ve çevre tellemesine zarar vermemek için, mezarın yolundan sağlayacağım bilgileri bu mezarlardan sağlamayı daha uygun gördüm.
MEZAR ODALARI KAZISI
Ölülerin gömülmesi amacıyla mezarın oyulduğu havara toprak sağlam bir yapıya sahip olmadığından mezarın tavanı kültür katlarının üzerine çökmüş durumdaydı. Üst kısmı tonoz şeklinde olan mezar iki ayrı odadan ibaretti. Güneydoğuya bakan kapı geçidinden (stomion) sonra, kuzeybatı yönüne uzanan 7 X 3.10/3.40 metre ebadındaki I numaralı mezar odasına giriliyordu. Bu odanın sağında ise kuzeydoğuya uzanan 420 X 199 cm ebadında ‘II numaralı mezar odası’ vardı. Ev sahipleri tuvalet kuyusu kazarlarken II numaralı mezar odasının tavanı çöktüğünden ilkin buradaki toprağın temizlenmesine karar veriyorum. Böylece 1.90 cm derinlikte ana toprağa varıyoruz. Mezar odasında bol miktarda seramik kırıkları bulunmasına karşın herhangi bir iskelet kalıntısı yoktu. Ancak mezar odasının giriş kapısının dışında çok sayıda kafatası ile ceset kalıntılarına rastlandığından, bu mezar odasının ikinci bir gömü yapmak amacıyla temizlenip kalıntıların mezar odası kapısının dışına atıldığı, ancak bilinmeyen bir nedenle bu mezar odasının gömü amacıyla kullanılmadığı izlenimi edinmiştim.
Daha sonra I numaralı mezar odasında çalışmaya başlıyoruz. Bu odanın stratigrafisini (kültür/gömü katlarını) belirleyebilmek amacıyla ilkin mezar girişinin önüne bir açma (sondaj çukuru) kazarak tabana ulaşıyorum. Kazılan açma, mezar odasının gömü amacıyla üç ayrı zamanda açılıp kullanıldığına işaret etmekteydi. Her katın en altında ise ince bir kırmızı toprak tabakası vardı. Bu nedenle cesetlerin kırmızı toprak tabakası üzerlerine yatırılmış olabileceği akla gelmekteydi. Nitekim ikinci gömü katına vardığımızda saptanan sağlam durumdaki bir iskelet kırmızı bir toprak tabakası üzerine sırtüstü (Dorsal) yatırılmış durumdaydı. Mezar odası ağzına kadar havara toprakla dolu olduğundan hava sirkülasyonu ile tabaka kazısının kolaylıkla yapılmasını sağlamak amacıyla, hem odanın ana giriş kapısını, hem de odanın üst başında kapalı durumda olan havalandırma deliğini açmamız gerekti. Mezar odasının toprağının kaldırılması sırasında bulunan eski eserler mezar planına işlerken, bu eselere Ç.1.90 kod numaralarını taşıyan birer kazı numarası da veriyorum.
I numaralı mezar odasının tabanı giriş yolu ile kapı geçidinden (stomion) daha aşağı bir seviyedeydi. Odanın üç yanında ölülerin üzerine yatırıldıkları sekiler vardı. Bu sekilerin ortasında kalan dar alan bir geçit olup daha aşağı bir seviyedeydi. Sekilerde olması gereken ceset kalıntıları yerlerinde bulunmamasına karşın, geçitte bol miktarda kırık kemik kalıntıları, mezarın muhtelif yerlerinde ise 18 kafatasına rastlanmıştır. Çoğu ceset kalıntıları II numaralı mezar odasının dışında bulunan I numaralı mezar odasının giriş kapısı yanındaydı. Kemiklerin kırık olması, mezar odasının ölü gömme veya bir soygun sırasında karıştırıldığına işaret etmekteydi. Mezarın ilk gömü katında başları ile uçları kıvrılmış durumda bol miktarda demir çiviler bulunduğundan cesetlerin ahşap bir tabutla mezara defnedildiklerine işaret etmekteydi. Kazının sona erdiği 17.8.1990 tarihinde kazı alanını ilk bulduğumuz duruma getirdikten sonra oradan ayrılıyoruz.
BULUNTULAR ÜZERİNDE GERÇEKLEŞTİRDİĞİM ÇALIŞMALAR
Kazıda bulunan eserler sorumluluğumdaki Kumarcılar Hanı eski eser deposuna taşındıktan sonra üzerlerinde bir dizi çalışma başlatıyorum. Nitekim bunların konservasyon, eserlere kazı (Ç.I.90.---) ile envanter numaraları (90/5/1 - 83) verme, eserlerin teker teker fotoğraflarını çekme, mezarın planı ile kesitlerini çizme ve buluntuları envanter defteri ile envanter fişlerine fotoğraflarıyla birlikte kaydetme çalışmalarını gerçekleştiriyorum. En sonunda da literatür taramasını sonlandırarak mezar kazısını yayın aşamasına getirmiş oluyorum.
Literatür çalışması sonucu bu mezarın benzerlerinin, gerek Çamlıbel yanındaki Karpasha’da (Kırpaşa), gerek İsveç ekibinin 1927 – 1931 yılları arasında gerçekleştirdiği kazılar arasında yer alan Karpaz’daki Kountora Trachonia’da (7 ve 8 numaralı mezarlar) ve gerekse Ay. Philon ile Aphendrika nekropol alanlarında rastlandığı da belirlenmiş oluyor. Bu mezarlarda da Çamlıbel mezarında olduğu gibi duvar kenarlarında ölülerin üzerine yatırıldıkları sekiler vardı. Cesetler ölü hediyeleriyle birlikte sekilerin üzerlerine sırtüstü (Dorsal) yatırılmış durumdaydı. Mezarların ilk girişi ile sekilerin arasındaki kısım, Çamlıbel mezarında olduğu gibi çukurdu. Mezara daha sonra yapılan gömü sırasında sekilerdeki ceset kalıntıları ile ölü hediyeleri bu çukura atılmış durumdaydı.
MEZARI TARİHLEME
Mezardaki üç gömü katında bulunan sikkelere dayanarak mezarın tarihlendirilmesi mümkün oluyor. En alt kattaki birinci gömü katında bulunan sikke M.Ö 80 - 51 yılları arasında saltanat süren Mısır kralı XIII. Ptolemaios (Ptolemy Auletes) dönemine aitti. Bu kral da, ünlü Kleopatra’nın hem kardeşi, hem de eşi olarak bilinmektedir. Sikkenin ön yüzünde Mısır’ın baş tanrısı Ammon’un profilden başı, arka yüzde ise bir yıldırım demeti üzerinde yan yana ayakta duran iki kartal kabartması bulunmaktaydı. Mezarın ikinci gömü katında bulunan iki sikke M.Ö 27 – M.S 14 yılları arasına tarihlenen Augustus devrine aitti. Bu sikkelerin birinin ön yüzünde Augustus başı, arka yüzündeyse yaprak çelengi arasında SC harfleri bulunması itibarıyla bunun Suriye’deki Asi (Orantes) nehri üzerindeki Antakya’ya (Antioch) ait olduğu belirleniyor. Mezarın en üstündeki üçüncü gömü katında M.S 76/77 yılına ait iki adet Roma İmparatoru Vespasian (M.S 69-79) sikkesi bulunuyor. Bunların ön yüzlerinde Vespasian büstü, arka yüzlerinde ise Baf’taki Afrodit tapınağı ile sikkenin darp edilmesinden sorumlu olan “KOINON KYΠPIΩ ETOYCH” (Kıbrıslılar Federasyonu) kaydı bulunuyor. İki sikke de Roma İmparatoru Vespasian’ın “Yeni Kutsal yıl” olarak bilinen son üç yıllık imparatorluğunun ilk yılında (M.S 76/77) Antakya’da darp edilmişti. Bunların niye Antakya’da darp edildiği kesin olarak bilinmemekle birlikte, bu tarihlerde zelzelelerle harap olan Kıbrıs’ı ferahlatmak amacıyla Vespasian tarafından düşünülmüş bir önlem olabileceği üzerinde durulmuştur.
MEZARDA BULUNAN DİĞER BULUNTULAR
Mezarda kırık seramik parçalarından ayrı olarak müze envanterine kaydedilebilecek 83 adet eski eser bulunmuştu. Bunlar arasında amphora, amphoriskos, testi, Megara kasesi, skyphos (içki kabı), tabak, kulpsuz krater, emzikli testi, kandil, Unguntarium (koku kabı), tunç dikiş iğnesi, tunç ayna, demir çiviler ve cam şişeler vardı. Ağız kısımları glazürlü olan pişmiş toprak testilerin en eskileri Helenistik I-II dönemlerine, Terra Sicilata tipine giren kırmızı hamurlu ve parlak kırmızı astarlı kaplar ise Roma dönemine aitti. Filistin’deki Samaria-Sebaste, Antakya ve Tarsus’da da bulunan Terra Sicilata kaplar M.Ö I. Yüzyılın sonu ile M.S I. Yüzyılın son yarısına kadar tarihlendirilmişlerdir.
Mezarın aydınlatılması amacıyla mezara konan yağ kandilleri de Helenistik ile Roma dönemlerine aitti. Helenistik döneme ait olanlar saat biçimliydi. Çoğunlukta olan yağ kandilleri ise Roma dönemine ait yuvarlak, kulpsuz ve ortaları (diskus) çukurdu. İsveç Arkeoloji Heyeti’nin kandil tipolojisinde tip 10’a giren kalıpla yapılmış bu kandillerin iki tanesinden birinin ortasında bir gladiyatör betimi, diğerinin ortasında ise çömelmiş çıplak bir kadın betimi vardı. Bunlar da M.Ö I’inci yüzyılın sonu ile M.S I’inci yüzyılın başına aittiler.
Mezarın ikinci ve üçüncü katlarında cam eserler bulunmuştur. Ancak bunların çoğu ikinci bir gömü yapılırken, ya da tavanın çökmesi sonucu kırılmış durumdaydı. Hepsi de Roma devrinin geleneksel tiplerindendi. Camların hamuru genellikle deniz yeşili, mavi, koyu sarı, bal rengi ve şeffaf olup biri kum kalıpla, diğerleri ise üflenerek yapılmışlardı. Mezarda cam ile cam macunundan yapılmış kolye ile nazar boncukları da bulunduğundan, günümüzde yaygınlığını koruyan nazar boncuğu geleneğinin Kıbrıs’ta çok uzun tarihi bir geçmişinin olduğu da yeniden anlaşılmış oluyor.
II’inci gömü katındaki bir tabağın içindeki kafatasının yanında benzerine Kyra (Mevlevi) ve kazısını gerçekleştirdiğim Akdeniz Kral mezarında (envanter no: 87/2/58) da rastlanan kurşundan yapılmış küçük bir kaşık bulunmuştur. Kaşık ile kaşığın bulunuş şekli, yakın geçmişimizdeki hastaların öte dünyaya susuz gitmemeleri için onlara ölmeden önce kaşıkla su içirilmesi geleneğini anımsatıyordu.
SONUÇ
1990-1992 yılları arasında Çamlıbel’deki dört ayrı mezarda gerçekleştirdiğim kazılar sonrasında bölgedeki mezarlara ilişkin detaylı bilgiler saptamıştım. Ancak bu alandaki 2, 3 ve 4 numaralı mezarlarla ilgili olarak gerçekleştirdiğim çalışmalara ulaşamadığımdan, sadece buradaki 1 numaralı mezarda gerçekleştirdiğim kazı üzerinde durmak zorunda kaldım.
Helenistik-Roma dönemine tarihlenen mezar, fakir bir aile mezarı olarak karşımız çıkmaktadır. Ancak yine de döneme ışık tutan sikke (madeni para), kandil ve cam örnekleri mezarı önemli bir konuma getirmektedir. Üç ayrı gömü katında bulunan sikkelere dayanılarak mezarın kullanım tarihleri belirlenmiş oluyor. Ancak en alt kat bir sonraki ölü gömme sırasında dağıtıldığından eşyalar ile ceset kalıntıları karışık bir durumdaydı. Yine de mezarın Ptolemy Auletes (M.Ö 55-51), Augustus (M.Ö 27 – M.S 14) ve Vespasian (M.S 76/77) dönemlerinde açılarak gömü amaçlarıyla kullanıldığı belirlenmiş oluyor. Sadece bu mezarın üçüncü gömüden sonraki bir tarihte açılıp karıştırıldığı izlenimi de ediniliyor.
Mezarın gömü amacıyla kullanıldığı süreler içerisinde Çamlıbel ile yakın çevresindeki insanların özellikle Antakya ile yoğun ilişki içinde bulundukları, ayrıca Kilikya ve Mısır ile kısmı ilişkileri olduğu da anlaşılmıştır. Belki de o dönemde Kıbrıs nüfusunun büyük bir bölümünün bu ülkelerin insanlarıyla beslendiği, ya da bu ülkelerle ticari ilişkilerde bulunduğu tahmin edilmektedir.
Dünya Müzeler Haftası nedeniyle 21 Mayıs.1991 tarihinde Atatürk Kültür Merkezi’nde verdiğim bu mezar kazısıyla ilgili konferansımı şu şekilde sonlandırmıştım: “Bölgede bir müzenin olmadığı düşünülürse, kazılar sonrasında mezarların gerisine küçük bir taşra müzesinin yapılması, bulunan eserlerin burada teşhir edilmesi ve mezarların tanzim edilerek turizmin hizmetine sunulması düşünülebilir görüşündeyim”… Geçtiğimiz günlerde kazı alanını ziyaret ettiğimde, buraya modern konutların yapıldığı tespitimi belirterek bugünkü yazımı da bu şekilde sonlandırmış olayım. Zaten bundan sonra başka söze gerek mi var?