Canı acıyan bir tarih
Canı acıyan bir tarih
Kostas Konstandinu
(Yunanca aslından tercüme: Şevki Kıralp)
[Not: Yazının Yunanca aslı 10 Eylül 2015 tarihinde Politis gazetesinde yayınlanmış, yazarın onayı ve rızası alınarak Türkçeye çevrilerek bu sayımızda yer almıştır]
Trajik olan 5-6 Kıbrıslı Türk’ün AKEL lideri Andros Kipriyanu ve BKP lideri İzzet İzcan’ı Sandallar’da EOKA B tarafından katledilen Kıbrıslı Türklerin toplu mezarına çiçek bıraktıkları esnada öfkeyle karşılamaları değildi. Aşırılar her zaman vardı ve her zaman da olacaklardır. Her iki toplum içerisinde de her zaman yer aldılar ve her zaman yer alacaklardır. Ve bu insanlar her zaman İzcan ve Kipriyanu’ya Sandallar’da söylenenleri söyleyecekler, “birlikte yaşamak istemiyoruz” diyecekler. “Birlikte yaşamama” isteklerini paylaşmadığımız için kendi toplumlarından insanları da garipseyecek ve suçlayacaklardır. Hem Kıbrıslı Türkleri, hem Kıbrıslı Rumları… Kıbrıs’ın her hangi bir yeri, her hangi birinin adına tahsis edilmiş falan değildir. Kıbrıs hiç kimsenin şahsi malı değildir. Kıbrıs’ı paylaşmak zorundayız. İki lidere yaşadıkları bu tatsız olaydan dolayı üzüntümü, gerçekleştirdikleri eylemden dolayı da tebriklerimi sunarım. Barış ve hoşgörü ancak bu şekilde yeşerir. Ancak trajik olan bu değildir. Altını çizmem gerekiyor.
Bizim tarafta Atlılar (Aloda), Sandallar (Sandalaris), Muratağa (Muratha) ve Taşkent (Dohni) ve Terazi (Zigi) sakini Kıbrıslı Türklerin akıbeti hakkında bilgi sahibi olan çok az insan vardır. Diğer tarafta da Balıkesir (Pelekitro), Paşaköy (Aşşa) ve diğer toplu katliamlar hakkında bilgisi olan insan sayısı çok azdır. Trajik olan, ya da en bütün bunların en trajik kısmı, Kıbrıs’ın 1963-74 yılları arasındaki en büyük kurbanının tarihsel gerçek olduğudur. Hiçbir şey onun kadar yaralanmamıştır. Ve tarihsel gerçekliğe her gün yeni kurşunlar sıkılmaya, yaraları her geçen gün çoğalmaya devam ediyor. Maalesef bugün bile, hatta ne yazık ki özellikle de bugün, bu şekilde devam ediyor. Her iki tarafta da mezarları açıyoruz, kurbanların kalıntılarını topraktan çıkarıyoruz, ancak her iki toplum da kendi kurbanlarıyla ilgilenmeyi seçiyor. Bundan dolayı da, tarihimiz de tıpkı ülkemiz gibi ikiye bölünmüş durumda. Herkes tarihin işine gelen kısmını alıyor, diğer kısmı bırakıyor.
Bu olaylardan bahsederken bildiğiniz üzere 1963-74 yılları hakkında hepimizin sıklıkla duyduğu kurnaz yorumlar yapılır. Ben işin siyasal manevraları hakkında konuşmak istemiyorum. Çünkü bu alışılagelmiş yorumlar gerçeği yansıtmıyor. Propaganda taraf tutar, resmi tarih taraf tutar, ama insanların geçmişi taraf tutamaz. Ben insanların hakiki geçmişi olan tarihten bahsediyorum. İnsanların hayatlarına mal olan tarihimizden, suçlular tarafından katledilmiş insanların oluşturduğu tarihimizden bahsediyorum. Bu noktada siyaseti ve matematiği susturmalı, sadece tarihsel gerçeğin kanayan yaralarını görmeliyiz. Bu ahlaki ve daha da önemlisi tarihsel bir konudur. Bu konunun siyasallaştırılmış haline yakalanmamayı başarabilmeliyiz. İsteyen herkes konunun siyasallaştırılmış ve propaganda malzemesi haline getirilmiş şekline bulaşır. İsteyen bundan farklı bir yaklaşımı seçer. Ben farklı olan yaklaşımı seçiyorum.
Faillerin çoğu halen daha hayattalar ve içimizde, aramızda, yanı başımızda yaşıyorlar. Ne yazık ki, bu faillerden hiç değilse bir kısmının cezalandırılmasını dahi talep etmeye kalktığımız zaman, her iki tarafta da örtbas ve bu talepleri suçlama mekanizmaları devreye giriyor. İşte bu, iki toplumun kaynaşmasının önündeki en büyük engeldir. Tarih sorumluluğun iki topluma hesap kitap yapılarak yüzdelik halinde dağıtılmasını gerektirmez. Bu siyasal bir yaklaşımdır ve hiçbir zaman, hiçbir süreçte nesnellik taşımamış, cevap bulmamış ve gelecekte de bulamayacak olan bir çıkmazlar çemberidir. Herkes haklı çıkacağını düşündüğü bir olaya odaklanacak ve işin ucu yine kaçacaktır.
Tarih bizden farklı bir şey istemektedir. Okullarda okutulan tarih ile gerçekte yaşanan geçmiş birbirlerinden farklıdır. Her şeyden önce, tarihin itibarını iade etmeliyiz.
Toplu katliamlarda katledilen, failleri tarafından kuyulara atılan ya da toplu mezarlara gömülen insanların varlığı korkunç bir suçun kanıtıdır. İster 1963’te, ister 1974’te yaşanmış ve ister Kıbrıslı Rumları, ister Kıbrıslı Türkleri hedef alsın, bu tarihi bir suçtur. Bu cinayetlerin failleri, kim olurlarsa olsunlar katildir ve suçludur. Kadınları, çocukları ve silahsız insanları katledenler birer katildir. Hangi toplumdan olduklarının ve hangi gerekçeyi öne sürdüklerinin hiçbir önemi yoktur. Bu tür suçlarda da zaten gerekçe olamaz. Bütün bunlar birer cinayettir. Başka bir şey değil.
Her iki tarafta da iki toplum kendi üyelerinin katledilişine odaklanır ve diğer toplumdan insanların katledilmiş oluşunu görmezden gelmeye devam ederse ayrışma ve nefret ile baş edemeyiz. Bu hepimizin vicdanının siciline yazılan bir suç ve bir utançtır. Geçmişi de bir mezara gömme çabalarımız hiçbir sonuç vermeyecektir. Çünkü geçmiş toprağın altında sonsuza kadar saklı kalamaz. Bu doğaya aykırıdır. Her iki tarafta da geçmişin, tarihsel gerçeğin gömüldüğü mezarda kalmasını arzulayanlar vardır. Sorun aslında çok basittir. Onlara alet mi olacağız, bu girişimlerine karşı mı çıkacağız? Evet, tam da bu kadar basit…