Çaresizilik
Kıbrıslı Türk sağı Kıbrıs sorunu ile ilgili tarihsel olarak en çaresiz dönemden geçiyor. O kadar ki, içinde bulunduğu girdabın baş döndürücü etkisini toplumu bölme, yok etme pahasına hayata geçirmeye çalışıyor.
Rauf Denktaş’ın 1983 projesi, Kıbrıs’ın kuzeyinde etnik temelli bağımsız bir Türk devleti yaratma amacı taşıyordu. Hiç kuşkum yok ki, bu hedefe ulaşmak adına ne yaptığını bilen bir sosyal mühendis olan Denktaş, kültürel, siyasi, ekonomik ve hukuki boyutları ile bu hedefe ulaşmak, ayrı bir sosyo kültürel yapı üzerinden şekillendirilmiş/kurgulanmış bir devlet yapısını ortaya çıkarmak adına kararlı bir mücadele verdi. Ayrılıkçı mücadelesini hedef yükselterek o kadar ileri taşıdı ki, Türkiye’nin Kıbrıs politikasını etkilemek hatta gerektiğinde belirlemek adına, Türkiye siyasetinin öznesi haline gelme yoluna girdi. Türkiye’deki yandaşları için her zaman Türk ulusunun bekası adına ihtiyaç duyulan bir şahsiyet oldu. Türkiye’deki faklı güç odakları arasındaki çelişkileri çok iyi gözlemleyerek, tercihlerini, yönelimlerini ona göre ayarladı. Elbette Misak-ı milli ekseninden Turancılığa hatta Türk İslam sentezine kadar farklı kümelere oturan siyasi hayatında en temel ideolojik tutarlılığı Türkiye askerine olan mutlak bağlılığı oldu. Hayatta olduğu sürece, kendi bağlamı dışına çıkan rakiplerine ve muhaliflerine nefes aldırmamak için elinden geleni ardına koymamaya özel çaba harcadı.
Ayrılıkçı tezlerini, uluslararası hukukun olası boşluklarından yararlanarak ileri taşımaya çalıştı. Ekonomik alamdaki ilişkilerde etnik temel çerçevesinde bir “milli” ekonomi için görüşleri var. Kültürel anlamda kendi toplumunun varlığını reddecek kadar, milliyetçi eksen üzerinden Türk ulusu ile olan bağı sürekli öne çıkardı. Uzun yıllar boyunca ekibiyle birlikte, tarihi tahrif ederek, alternatif çalışma yapan ve resmi tarihin maskesini düşürenleri olabildiğince de dışladı. Kültürün önemini, hayatın her alanının sosyal ve kültürel eksen üzerinden şekillendiğini farkedecek kadar da konusuna hakim bir sağ liderdi.
Tüm toplumun lideri değildi, sağın ve etkisi altına aldığı Türkiye kamuoyu yanında Türk askeri elitinin lideriydi. Ve hayatı boyunca Türkiye’nin her bağlamda adaya taşınması konusundaki girişimlerin öncüsü oldu. İktidarda olduğu her yıl, kendisinden farklı olanlar hakkında rumculuk, hainlik, iç düşmanlık, teslimiyetçilik yaftalarının, demokrat ve solculara acımasızca yapıştırıldığı, farklı düşünenin ötekileştirildiği zamanlarla doludur.
1950’lerde başlayan ve 1983’de şekillenen bir rüya, 2004 yılında tökezledi. Çünkü ne siyasi, ne ekonomik ne de sosyal gelişmeler, adanın kuzeyinde oluşturulan yapı tarafından taşınamıyordu. Entegre olmuş bir dünyada, birleşen ve kendini geliştiren Avrupa, ilerleyen teknoloji, gelişen insan hakları mücadelesi, iletişimin teknolojisindeki devrim…v.d ‘e kurumsal anlamda dahil olabilmek için tanınmış dünya ülkeleri arasında yer almak ve sürekli temas içinde bulunmak gerektiriyordu. Yabancı yatırımcı ancak istikrarlı ve tanınmış, sorunsuz alanlara kaymayı tercih ediyordu. Turist, yine aynı çerçevede hareket ediyor, kuzey Kıbrıs’ın siyasi formatından dolayı, bölgede geri kalmış bile değil, kategori dışı bir konuma itiliyordu.
2004 Referandumu, tarihsel kırılma noktasıdır. Niyazi Kızılyürek’in çok haklı olarak nitelediği gibi, o dönem, Kıbrıslı Türklerin milliyetçilik ötesi başkaldırısıdır. Evet, bahse konu milliyetçi eksen, 2004 yılında pek çok faktörün paralel bir boyutta birleşmesi ile ciddi anlamda hasar gördü. Bu bağlam, ne sadece Türkiye hükümetinin AB üyelik sürecine indirgenebilecek bir konudur, ne de sözde dış unsurlara bağlanabilir. O dönem; Kıbrıslı Türklerin, milliyetçilik ötesi başkaldırısı ve dünyaya Federal Kıbrıs modeli üzerinden entegre olması sürecidir.
2004 sonrası süreçte ilk geriye sarma 2010’da yaşandı. Özellikle Türkiye hükümetinin AB ile ilişkileri gayrı resmi olarak durdurulduğu, demokratikleşme ve barış projelerini askıya alındığı, komşularla sıfır sorun siyasetini dünyaya meydan okuma stratejisi ile derinlerde çatışmaya dönüştürdüğü, Türkiye’yi giderek dar alana hapsettiği yıllara tekabül eder. Ve yine Eroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı dönemine.
2016-17 yılları, çözüme en yakın ve en uzak olduğumuz bir dönem oldu.
Guterres Raporu bu anlamda oldukça önemli.
Gerçek somut olandır ! der Brecht. Peki somut olan nedir? Doğada belli bir varlığı, nesnelliği olandır.
Varlık, siyasette dünya (siyaset, hukuk…) sistemini işaret eder. Dünya sistemi içerisindeki karşılıktır. Bu nokta, adanın kuzeyindeki yapının başlı başına bir sürdürülemezlik unsuru olduğuna işarettir.
Bunu bu ülkede herkes biliyor. Başta Kıbrıslı Türk sağı (ve Türkiye hükümeti) . Kuzeydeki yapı sürdürülemez ! Herkes bu noktada uzlaşıyor. Bunu “belirsizlik” ortadan kalkmalı diye niteliyor son açıklamasında Sn.Çavuşoğlu.
Eğer sürdürülemezlik kesinse, belirsizlik ortadan kalkmalı görüşünde birleşiliyorsa, bu durum 1983 projesinin baştan sona çöktüğüne işaret eder. Bu bağlamda yeni bir açılıma ihtiyaç vardır. Bugün dünyada ve Kıbrıs’ta başta yüzde 65 ile evet diyen Kıbrıslı Türk halkı olmak üzere neredeyse hiçkimse uluslararası hukukun dışında bir modele olur demez. Dolayısıyla olası bir çözüm modeli müzakere masasından geçer ve onun da adı BM parametreleri tarafından çi-zil-miş-tir.
İşte bu nokta Kıbrıslı Türk sağının varlık sorunudur. Ontolojik krizidir. Bu sorunu, bu makası yaşadıkları her bir gün, Türkiye hükümetini ekonomik, sosyal ve siyaseten söğüşlemeye, milliyetçiliği hezeyan düzeyine çıkarmaya, gerilim siyaseti ile işi, toplumu bölmeye, manipülatif iletişim oyunları ile demokrat ve çözüm yanlılarını birbirine düşürmeye vardıracak kadar her türlü adımı atmaya da eğilim gösterebilirler.
Çünkü biz gerçeğiz ve gerçekleri konuşalım dedikleri her bir gün, aslında yapay olduğunu farkına varan kişinin dünyaya tutunma arzusuna işaret ederler. Bu durum onları dünyadan daha da koparacaktır. Bu kendi kendileri için tahammül edilebilir bir psikolojik hal değildir.
Bu zehirlenme halinin ortadan kalkması için…
Direngen, güçlü bir karşı duruş, hem düşünsel anlamda hem de eylemlilikle ve dikkatle öne çıkmalıdır. Bu hegemonya savaşında, Kıbrıslı Türk toplumu ancak öne çıkarak, sağın depresyonuna karşı bir tavır alarak, net ve cesaretle konuşarak etkisini gösterebilir, sosyal şartları dönüştürebilir.
Yoksa, kendi düşünsel varlığının yok oluşuna karşı, toplumu da yok edecek bir çılgınlıkla hepimizi sürüklemeye hazır bu hınç siyasetinin bedeli çok büyük olur.